|

Hayat renktir, pas tutan aynılaşır...

Ömer Erdem yeni şiir kitabı ‘’Pas’’ta okuyucusunu hayata dair renkli bir dünyaya çağırıyor. “Pas tutmak aynılaşmaktır” diyen Erdem hayatın çoğulluktan, ayrışmadan ve renkten var olduğunun altını çiziyor.

Yeni Şafak
20:46 - 1/03/2015 Sunday
Güncelleme: 18:48 - 1/03/2015 Sunday
Yeni Şafak
İLKER NURİ ÖZTÜRK
Rahat söyleyiş, imge kullanımı, kadim, modern ve toplumcu şiir örnekleri… Şiir paletinizin bu denli renkli olması size nasıl bir ferahlık sağlıyor?

Şiir haznemi bir palete benzetiyorsunuz. Buradan hem çok renkliliği hem de bu renkliliğe açık okuma imkanlarını anlıyorum. Yazdığımız dil, yaşadığımız coğrafya ve paylaştığımız sosyal ve tarihsel kader bizi hem diri tutuyor hem de şiir açısından sürekli duyuş kökleri üretiyor. Bir yandan acı bu çünkü değişmeyen şeyler var ve bu sızıların sızıntısı olarak orada duruyor. Ben insanın yaşadığı zamanda hapsolup sadece verili şeylerle oyalanmasını varlığının özüne haksızlık olarak görüyorum. Tamam insan, bir varlık da olan insan, tembeldir ancak bizim şiirimiz insanın bu tembelliğini de kabartmak zorundadır. Bir kere duyarlıklarınız açılmış, şiirin iklimine girmiş ve pek gerekli özgür atılımlarınızla şiire cüret etmişseniz zaten paletinizin renkleri kendiliğinden zenginleşecektir. Burada, kadim olanla modern olan, arkaik duranla postmodern özellikler aynı salınım içindedir. Başka hangi tarihi başkentte başka hangi ülkede kilometreler arası değişen zaman ve kültür farkları vardır? Bir yandan siz ferahlık diyorsunuz ama bu bir basınç da üretir. Eğer o basınçtan çıkacak yaratıcı dili bulamazsanız hamleleriniz, çekiç darbeleriniz cılızlaşıp, söner. Benim şiirimin imgeden kadim olana, modernlikten güncele açılıyor olması yaşadığımız hayatın hareketliliğiyle de ilgili. Burada hiçbir şey sabit kalmıyor çünkü.


“Öldüren aynılık”tan bahsediyorsunuz Pas’ta. Bazı şiirlerinizde bize dayatılan hayat tarzının yüksek sesli, ciddi eleştirisi var. İnsanın acizliği olarak düşünürsek bu durumu, kitabınızın adıyla nasıl bir ilişki kurabiliriz? 

Pas dilimizde ve kültürümüzde birden fazla anlama kavuşmuş bir kelime. Kenarda köşede değil üstelik. Her an hem nesneyi hem insanı hem de durumu karşılamaya hazır. Tam da sözünü ettiğiniz gibi aynılaşma da pas tutmaya başlamanın eşiği sayılır. Oysa hayat çoğulluktan, ayrışmadan, renkten ve sesten doğar. Bir yanda modernizim bizi bu aynılaşma eşiğine sürüklüyor bir yandan da bizim eleştirisiz böbürlenişlerimiz. Bu siyasal olandan en insani olana kadar yayılıyor. Şiir bir ön uyanıklık meselesidir ve uyarıcılık işlevini bu şekilde yerine getirir. Eğer insanın, varlık olarak insani değerlerin toplamı bağlamında iddiaları sürecek ve bu ülkede tarihin öznesi olma şuurundan uzak kalmayacaksak, dönüp şiire bakmamız gerekiyor. Hep söyledim, tarihten söz ediyoruz biz burada. Yazdığımız şiirin estetik politikası böylesi bir özle dolu. Bizim tarihsel süreksizliğimizin başka dillere ve toplumlara kısmet olmayan ilginç bir yaratma basıncı var. Bir şey ki kendisine benzemeye başladığı zaman, devlet de dahildir buna çözülüp eriyor. Benim eleştirilerimin işaretlediği şeyler tek tek olaylar değil olgular ve tarihsel tomurcuklanmalara karşılık gelir.


ŞİİR VARSA DERGİ VARDIR


Çağ sorunları, olumsuz değişim dedik. Ayrıca güncel haberlerden de faydalandığınızı görüyoruz. Hem kadim hem de şairiyle nefes alan, canlı bir şiir yazıyorsunuz. Çeşitli şiir denemeleri yaptığınızı görüyoruz. Türk şiirinin şu anki durumunda yeni bir hareket gerekli mi? Dergi mutfağını bildiğiniz için de soruyorum bu soruyu.

Benim yazdığım şiirin canlı oluşu sizin canlı okumanızla da ilgili. Tek başına metnin canlılığı bir şey değildir. Türkiye okur tarafında her an canlı olması gereken okur atılımını ne yazık ki yitirmiştir uzun süredir. Yoksa, Türk Şiirinin bu bağlamda canlılığı çağdaş ve evrensel bir olgudur. Şiir her an her yerde nefes alıp veriyor ve bugünün hayat ve algı ilişkileri bağlamında şiir kendi kıvrak ve etki dilini kurabiliyorsa, bize düşen görev dönüp onunla ilgilenmektir çünkü bu tam da kendimizle ilgilenmektir. Evet benim şiirim ben değildir ama bana da çıkar onun çağdaşı bir birey olarak. Çağ sorunları, kapitalist dayatma, şiddetin meşrulaşıp yaygınlaşması, yoksulluk, kültürel vandalizm, tek tipçilik, pohpohlama her bir durum bireyin ruhunda sadece iz bırakmıyor aynı zamanda yaşıyor, hayat olarak aramızda dolanıyor. Bir yandan da yaşama neşesi denilen bir yayılma var şiirlerimde. O görülmeden bu eleştiriler bir refleks gibi kalır. Şiirimiz için bir hareket gerekli mi? Hareket kavramı artık yüz yıl geride kaldı. Bugün yazılan her güçlü ve özgün şiir kendi hareketini zaten çoktan başlatmış demektir. Dergiler, içinde bulundukları dönemin duyuş, yazış ve açılım zenginliklerini kendi çizgilerinin dirimine dönüştürebildikleri derece de bu akışa hizmet ederler. Dergilere göre şiir olmaz. Şiir varsa dergi vardır.


İDEOLOJİ YÜKTÜR ŞAİRE


Şiirde ilhamın önemi var mıdır? İdeoloji ile ilham birbirine nasıl etki eder?

Ben şunca yıldır şiirin içindeyim, şiir yazıyorum ilhamla henüz tanışmadım. Atmosfer ve süreç olarak düşünürüm onu çoklukla. İnsanın bazı halleri, durumları, dönemleri ve yaşantıları oluyor. Bir daha geri gelmeyecek ve tekrar yaşanmayacak olan. Bunu hissediyorsunuz. Yazma anı hatta iştiyakı da dahil buna. Şair, bir kültür ve insanın görünen görünmeyen bütün hallerini taşıyan bir varlık olarak, kendi dili içinde bu dönemi nasıl mayalıyor, dile dönüştürüyor, estetik yapılar, ses oyunları ve çağrıları yapıyorsa, odur, belki. İdeolojiye gelince, bu biraz daha karmaşık. Bazı yazış süreçlerinde yakıt görevi görebilir ideolojik algı. Şairi yönlendirebilir, hatta yönetebilir. Bir itirazım da yok. Ancak sonuçta şair bir ideolojisi olduğu için değil iyi şiir yazdığı ve aynı zamanda ideolojisi de olduğunda değerlidir. İdeoloji bir estetik ve varoluş yatırımı olarak düşünülemez benim gözümde. Yüktür neticede ideoloji. İnsan olmak ideolojiyi aşar çünkü. Ve şair hep insandır. İyi haliyle de çıkmazlarıyla bile.


“Az önce sütten çıkan diller” bir süre sonra “kavgaya çözülüyor” şiirinizde. Sonra başka bir şiirinizde “bu ateşte bu öfkede şarkıyı susacağım” diyorsunuz. Durum böyleyken yetişkin dünyalıların sessizliği garip değil mi? Büyüdükçe gölgelerimize mi çekiliyoruz?

Bir yere çekildiği doğru büyüyenlerin. İktidar, para, güç gibi paslandırıcı, mutlak paslandırıcı güçler karşısında etkisizleştikleri de sır değil. Bu tarihte de böyle. Yoksullar, tek başına kalmayı göze alanlar, güce değil eşitliğe inananlar, ölümü değil hayatı yüceltenler ilerletmiştir insanı. Tanrı’ya ait olmak da böyledir. Soruda geliştirdiğiniz giriş çıkışlar, açılım ve yön değişmeler bir yandan benim yazdığım şiirin etkin çoğulluğuyla ilgili olmakla birlikte içinde bulunduğumuz çağdaş duruma da karşılık gelir. Sinema sanatı çözdü mesela yeni kurgu teknikleriyle bu bir anda çok olma durumunu. Sütten çıkan da kavgaya düşen ve susanda insanın fenomolojik halleri. Bazen diyorum ki bunca imkan ve canlılık içinde nasıl oluyor da bu kadar ölücü ve öldürücü şeylere tutkuyla bağlanıyor insanlar. Şu insan ne ilginç bir varlık! O yüzden şiir yazmak da şiir okumak da ebedi bir gençlik aşısı taşımak ve o aşıyı her okuyuşta içimizde yaşatmak demektir. Yaşlanmak biyolojik bir hal değil asıl zihinde ve sanatta olduğu kadar duyarlıkta da özden kurumaktır.


ŞAİR ISRAR SAHİBİDİR


Su ve kül, Pas’ta en çok tekrarlanan kelimelerden ikisi. Biri başlangıcı diğeri sonu temsil ediyor diyebiliriz. Şiiri yaşayan bir varlık olarak düşünürsek sınırları var mıdır? Şairin sorumluluğu olmalı mıdır?

Şiirimin ana ve taşıyıcı metaforları hakkında, okurun hakkını elinden alırcasına konuşmak istemem. Ama bakın ne güzel söylüyorsunuz biri başlangıç değil, evveli çağıran başlangıç olarak düşünülürken diğeri son gibi algılanabilir. Doğru mu bu? Birden evet. Ama sonra hayır. Bir şeyi paranteze aldığımız zaman onu bitirmeyiz tam oradan düşünülmesini de isteriz. Ben diyorum ki şiir bir eylem koymaktır. Ben bir açık eylem koyuyorum. Bir üst yapı teklifinde bulunuyorum. Bunu şiir olarak ve şair kalarak yapıyorum. Madem hayatta her şey birbiriyle mutlak bir geçişkenlik ilişkisi içindedir, buyursunlar, bu teklife uzanacak elleri görelim. Şairin sorumluluğu ilkin şiiri hiç aşağı düşürmeden insana doğru yükselmektir. Bu yükselişin tonu, ses değeri, ikna kabiliyeti değişebilir. İnanç ve ısrar önemlidir. Şair ısrar sahibidir. Tek kalsa bile böyle.


Kitapta sık kullandığınız kelimelerden biri de kiraz. Kirazı hep iyilikle, iyilerle, iyi zamanlarla anıyorsunuz. Bu kelimeyi seçtiren nedir?

Şiirimde eleştirellik kadar yaşama neşvesi, varolmaktan duyulan iç memnunluk hatta coşkun bir şükran duygusu da var. Çünkü insan böyle. Hayat tek katmanlı değil. İnsana rağmen böyle bu. Ona bırakılsa her şeyi tek renge tek ses ve tek çizgiye çekmenin kötülüğüne kapılacak. Oysa dil var. Hayat var. Şair ve şiirin uyanıklığı var. Kiraz da hepimizin arasında hepimizin dilinde hepimizin yaşama neşvesinin bir sembolü. Pekala öyle. İyi ki böyle. Yoksa, yoksa…. 


Kitabın künyesi:

Pas 

Ömer Erdem

Everest Yayınları

2015

110 sayfa
#pas
#şiir
#ömer erdem
9 years ago