|

Hikmet sofrasına buyursun erenler!

Nâsır-ı Hüsrev’in “Dostlar Sofrası” kitabı tasavvuf alanında klasik sayılabilecek eserlerden birisi. Nâsır-ı Hüsrev, bu sofrada hikmet arayanlar için can besleyen yiyeceklerin, Kevser sakisinin sunduğu içeceklerin olduğunu söyledikten sonra bu sofrayı yüz “saf” halinde düzenlediğini belirtiyor.

Yeni Şafak
17:21 - 1/03/2015 Sunday
Güncelleme: 15:23 - 1/03/2015 Sunday
Yeni Şafak
AHMET EDİP BAŞARAN
“Şeriat, tarikat yoldur varana / Hakikat, marifet andan içeri” Yunus Emre hazretlerinin bu eşsiz güzellikteki dizeleri, bize İslâmın temel umdelerini nasıl sarih ve beliğ bir üslupla açıklar. Şeriat ve tarikat olmadan ne marifete ne de hakikate vasıl olabiliriz. Marifet iltifattan önce şeriata tabi’dir. Marifetin ve hakikatin arasına tasavvufu da katabiliriz. Bu yüzden şeriatsız bir tasavvuf, şeriatsız bir marifet, şeriatsız bir hakikat asla mümkün değildir. Olduğunu iddia eden kendi aslını inkâr etmiş olur.  Ben tasavvuf bahsinde ilk elde Hazreti Yunus’un bu dizelerini hatırlarım. Kafası karışıklar için yönü hep dosdoğru kıbleyi gösteren ilahî bir uyarıcı gibidir bu dizeler. 

Tasavvuf, ehl-i tarik için bir tezkiye ve terbiye yoludur. İşte bu yüzden ehl-i tarik olanlar ilahî sırlara vakıf olabilmek adına her zaman gönül aynalarını temiz tutmanın cehdi içinde olmuşlar. Gönül, sırlarını başka nasıl açıklar insana. İbni Arabî hazretlerinin “Önce mücahede, sonra müşahede” sözü bir bakıma nefis tezkiyesi ve terbiyesiyle uğraşan insan için bir yol haritası hükmündedir. Hakikat yolunda mücahede olmadan müşahede olmaz. Çünkü bilirsiniz her şahitlik bir bedel ister. Mücahede bu bedelin adıdır.  

SAF’LARI SIKLAŞTIRMAK

İslâmın kadim tarihinde klasik olarak addedilen eserlerin birçoğunda tasavvufun izlerini görmek mümkün. Bunda İslâmın hem zahir hem batın taraflarını idrak etmeye dönük bir anlama ve kavrama isteğinin rolü çok büyük şüphesiz. Böylesine zengin bir birikimin olduğu bir ortamda bu kadar düşünsel bir sefalet içinde yaşamak da bize özgü bir ironi olsa gerek. İroni lafın gelişi elbette, bu tamamen bizim ayıbımız. Bunca lafı güzaftan muradımız çok önemli bir esere dikkatleri çekmek.


Nâsır-ı Hüsrev’in Dostlar Sofrası kitabı tasavvuf alanında klasik sayılabilecek eserlerden birisi. Kitabın ismi aklımıza Maide suresini ve elbette gök sofralarını getiriyor. Nâsır-ı Hüsrev, Kitabın Başlangıcı bölümünde “Allah’ın dediklerine uyanların önüne sözlerden oluşan bir sofradır getirdiğim” diyor. Bu sofradan ne kadar nasiplenebileceğimiz de ayrı ve özel bir nasibin konusu. Kitabı okurken bu hissi her daim yanınızda bulundurmayı ihmal etmeyin derim. Nâsır-ı Hüsrev, bu sofrada hikmet arayanlar için can besleyen yiyeceklerin, Kevser sakisinin sunduğu içeceklerin olduğunu söyledikten sonra bu sofrayı yüz “saf” halinde düzenlediğini belirtiyor. Bu saflarda başta akıl olmak üzere nefis, hakikat, insan, melek, cennet ve cehenneme dair içinde dinin temel rükünlerinin açıklandığı bölümler var. Her saf başlı başına bir temel kavramı ya da düşünceyi açıklamaya hasredilmiş. 


Dostlar Sofrası, Prof.Dr.Mehmet Kanar’ın özenli çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış.  Mehmet Kanar ismine, dilimize kazandırılan Farsça klasiklerden aşinayız. Kanar, sunuş yazısında Nâsır-ı Hüsrev hakkında açıklayıcı bilgiler vermiş. Bu bilgilerden öğrendiğimize göre Nâsır-ı Hüsrev 1003 yılında Horasan’ın Belh şehrine yakın Kubâdiyan’da doğmuş, 1074-1077 yılları arasında Yumgan’da vefat etmiş. Bugünün haritasına bakarak söyleyecek olursak doğumu Tacikistan, ölümü ise Afganistan sınırları içindedir. Nâsır-ı Hüsrev yaşadığı dönemde dinler tarihi, fıkıh, tefsir, hadis, felsefe, matematik, geometri, filoloji, tıp, astroloji ve müzik gibi bilim dallarıyla ilgilendiği için ve bu denli geniş bilgi birikimi dolayısıyla “hakîm” olarak tanınmış.


MELEKLER SAYILMAZ

Dostlar Sofrası, tasavvufî ıstılahların çokça kullanıldığı bir eser. Hatta eserin temeli nerdeyse bu kavramlar üzerine inşa edilmiş diyebiliriz. Bu yüzden okurken sık sık sözlüğe bakmak gerekiyor. Bir lügat okumanın da başlı başına bir kültür olduğunu anlamak için iyi bir okuma denemesi aslında. Kanar, eserin sonuna mini bir sözlük koymuş ama benim gibi ortalama okurlar için yetersiz bir sözlük. Kitabı okurken yanınızda sağlam bir Osmanlıca sözlük bulundurmayı ihmal etmeyin derim. 


Nâsır-ı Hüsrev, Saf 1’e İlim Öğrenmek başlığını koymuş. Dostlar sofrasında hikmete ve hakikate dair ilk dersin ilim öğrenmek olması bu açıdan çok önemli. İlimsiz din olmaz. Nâsır-ı Hüsrev, yazıyı bilenlerin işitenlerden daha yüce olduğunu söyleyerek ilmin niçin önemli ve gerekli olduğunu açıklıyor. Yazmak insanın sanatıdır, diyen Nâsır-ı Hüsrev yazma eylemindeki sanatçı ruhu özellikle belirtmeyi de ihmal etmemiş.


Dostlar Sofrası’ndaki ayırt edici özelliklerden birisi de, “saf”lardaki temel meseleler açıklanırken sık sık ayet ve hadislere başvurulması. Bahsi geçen konular böylece daha sarih ve hakikat temelli bir yaklaşımla kuşatılmış. Kitabın önemli özelliklerinden birisi de bazı “saf”larda “muâraza” başlığı altında açıklanan meselelerle ilgili tartışmalı sorulara yer verilmiş. Hemen altında da bu soruların delilli ve ispatlı açıklamaları yer alıyor elbette.  Kafa karıştıran soruların kalbi tamamlayan cevaplarını görüyoruz bu başlıklar altında. Burası oldukça mühim. 

Nâsır-ı Hüsrev, kitabında sayıların hikmetle olan ünsiyetlerine de sık sık yer vermiş. Allah lafzı celâlindeki dört harften yola çıkarak şunları söylüyor mesela: “Akıl sahibi olan, tabiatların yaratılışlarına, bu âlemdeki dört rüknün yapısına dikkatle bakarsa, onda yaradılış ile birlikte Allah adının yazılı olduğunu görür.” 

Söz sayılardan açılınca meleklerin sayılıp sayılamayacağını da açıklamış Nâsır-ı Hüsrev: “Bunu bilmek gerekir: Sayılabilen (kemmî) her şey için fazlalık ve azlık söz konusu olur. Bu sıfatı taşıyan şeyler cisimdir. Oysa melekler cisim değildir. O halde melekler sayılmaz.” Nâsır-ı Hüsrev, bu delile göre akıl sahiplerinin cismanî olan varlıkların sayılabileceğini, Allah’ın meleklerinin ise ruhânî olmaları hasebiyle sayılamayacağını kavrayacaklarını söylüyor. 

Dostlar Sofrası, bu ve benzeri konuların, başta akıl olmak üzere, saf saf açıklanıp şerhinin yapıldığı, yer yer Nâsır-ı Hüsrev’in çizimleriyle de desteklediği bir klasik. Bin yıl öncesinden günümüze düşen bir kaynak. Okumak ve anlamak dileğiyle. 

Kitabın künyesi:

Dostlar Sofrası

Nâsır-ı Hüsrev

Çeviri: Prof.Dr.Mehmet Kanar

Şule Yayınları

Ocak 2015

277 sayfa
#Nâsır-ı Hüsrev
#dostlar sofrası
#mehmet kanar
#şule yayınları
9 years ago