İslâmın kadim tarihinde klasik olarak addedilen eserlerin birçoğunda tasavvufun izlerini görmek mümkün. Bunda İslâmın hem zahir hem batın taraflarını idrak etmeye dönük bir anlama ve kavrama isteğinin rolü çok büyük şüphesiz. Böylesine zengin bir birikimin olduğu bir ortamda bu kadar düşünsel bir sefalet içinde yaşamak da bize özgü bir ironi olsa gerek. İroni lafın gelişi elbette, bu tamamen bizim ayıbımız. Bunca lafı güzaftan muradımız çok önemli bir esere dikkatleri çekmek.
Nâsır-ı Hüsrev’in Dostlar Sofrası kitabı tasavvuf alanında klasik sayılabilecek eserlerden birisi. Kitabın ismi aklımıza Maide suresini ve elbette gök sofralarını getiriyor. Nâsır-ı Hüsrev, Kitabın Başlangıcı bölümünde “Allah’ın dediklerine uyanların önüne sözlerden oluşan bir sofradır getirdiğim” diyor. Bu sofradan ne kadar nasiplenebileceğimiz de ayrı ve özel bir nasibin konusu. Kitabı okurken bu hissi her daim yanınızda bulundurmayı ihmal etmeyin derim. Nâsır-ı Hüsrev, bu sofrada hikmet arayanlar için can besleyen yiyeceklerin, Kevser sakisinin sunduğu içeceklerin olduğunu söyledikten sonra bu sofrayı yüz “saf” halinde düzenlediğini belirtiyor. Bu saflarda başta akıl olmak üzere nefis, hakikat, insan, melek, cennet ve cehenneme dair içinde dinin temel rükünlerinin açıklandığı bölümler var. Her saf başlı başına bir temel kavramı ya da düşünceyi açıklamaya hasredilmiş.
Dostlar Sofrası, Prof.Dr.Mehmet Kanar’ın özenli çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış. Mehmet Kanar ismine, dilimize kazandırılan Farsça klasiklerden aşinayız. Kanar, sunuş yazısında Nâsır-ı Hüsrev hakkında açıklayıcı bilgiler vermiş. Bu bilgilerden öğrendiğimize göre Nâsır-ı Hüsrev 1003 yılında Horasan’ın Belh şehrine yakın Kubâdiyan’da doğmuş, 1074-1077 yılları arasında Yumgan’da vefat etmiş. Bugünün haritasına bakarak söyleyecek olursak doğumu Tacikistan, ölümü ise Afganistan sınırları içindedir. Nâsır-ı Hüsrev yaşadığı dönemde dinler tarihi, fıkıh, tefsir, hadis, felsefe, matematik, geometri, filoloji, tıp, astroloji ve müzik gibi bilim dallarıyla ilgilendiği için ve bu denli geniş bilgi birikimi dolayısıyla “hakîm” olarak tanınmış.
Dostlar Sofrası, tasavvufî ıstılahların çokça kullanıldığı bir eser. Hatta eserin temeli nerdeyse bu kavramlar üzerine inşa edilmiş diyebiliriz. Bu yüzden okurken sık sık sözlüğe bakmak gerekiyor. Bir lügat okumanın da başlı başına bir kültür olduğunu anlamak için iyi bir okuma denemesi aslında. Kanar, eserin sonuna mini bir sözlük koymuş ama benim gibi ortalama okurlar için yetersiz bir sözlük. Kitabı okurken yanınızda sağlam bir Osmanlıca sözlük bulundurmayı ihmal etmeyin derim.
Nâsır-ı Hüsrev, Saf 1’e İlim Öğrenmek başlığını koymuş. Dostlar sofrasında hikmete ve hakikate dair ilk dersin ilim öğrenmek olması bu açıdan çok önemli. İlimsiz din olmaz. Nâsır-ı Hüsrev, yazıyı bilenlerin işitenlerden daha yüce olduğunu söyleyerek ilmin niçin önemli ve gerekli olduğunu açıklıyor. Yazmak insanın sanatıdır, diyen Nâsır-ı Hüsrev yazma eylemindeki sanatçı ruhu özellikle belirtmeyi de ihmal etmemiş.