|

‘Kafamın içinde yarattım seni galiba’

İngiliz şair Sylvia Plath yazdığı şiirler kadar fırtınalı hayatından dolayı da adından fazlasıyla söz ettirdi. Geçtiğimiz ay Everest Yayınları arasında çıkan Deli Kızın Aşk Şarkısı kitabı Plath’ın yaşam öyküsünün bilinmeyen yüzüne belgelerle ışık tutuyor.

Yeni Şafak
23:47 - 17/12/2014 Çarşamba
Güncelleme: 21:52 - 17/12/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
ZEYNEP ARKAN

Everest Yayınları’nın Unutulmayan Kadınlar serisinin 15. Kitabı olan Sylvia Plath, Deli Kızın Aşk Şarkısı alt başlığıyla yayınlandı. Deli Kızın Aşk Şarkısı (Mad Girl’s Love Song), aynı zamanda Plath’in bir şiirinin adı. Kitaba bu şiirin adının verilmesi, kitabın içeriğindeki çılgın bir psikolojiyle dolu aşk maceralarını yansıtması açısından oldukça yerinde. Özellikle şiirin nakaratında geçen “I think I made you up inside my head”, (Kafamın içinde yarattım seni galiba) bölümü Sylvia Plath’in içine doğduğu dünyaya ait hissetmek yerine, kafasında yarattığı dünyayı bulma arzusunun bir ömür boyu süren çabasını özetler gibi. 


Sylvia Plath’in (1932-1963) biyografisi, hayatının çocukluktan evliliğe kadar olan bölümüne ışık tutan geniş bir hacme sahip. Bu geniş arşiv, şairi ve trajedisini daha yakından tanımaya imkân sağlıyor. Manik-depresif teşhisi konan Plath’in hayatı boyunca Borderline kişilik bozukluğu ile de mücadele ettiğini görüyoruz. Henüz 8 yaşındayken babasını kaybeden ve kendi tabiriyle “mükemmelliği sona eren” hayatının babasız günlerinde karşılaştığı her şeyde ve her insanda önce şiir, ardından mükemmellik arayan Plath, oldukça genç yaşta şiir yazmaya başlar. Sınıf arkadaşlarının ifadesiyle; okul yarışmalarında birinci olmak için şiir yazıyor gibidir. Eğer ikinci olur veya derece söz konusu olmazsa yeni bir depresyon açığa çıkar. Şairin bu kadar yoğun hırs ve kıskançlıkla dolu ilk gençliği belgelerle anlatıldığı için okurda ilkin şaşkınlık yaratsa da Plath’in yeteneğinin inkar edilemezliği ortadadır. Taşkın enerjisiyle şarkılar da yazmıştır; sevdiği kitaplardan bölümleri, şiirleri, tiratları ezberler. Bu eserleri yazarının yüzüne okumak, ona büyük bir haz verir. 


MÜKEMMELLİĞİN PEŞİNDE

Kitap boyunca Sylvia Plath, sanki aradığı mükemmelliğe ulaşmak için karşısına çıkan herkese ve her şeye dokunmak isteyen bir mani halindedir.  Karara varamadığı her durumdan sonra, depresif bir hale girer ve katlanılması zor bir kişiliğe dönüşür. Edebiyatı, dünyayı kendince yaşanabilir kılmak için seviyor gibidir. Kolej yıllarını yaşadığı 1950’lerde hala tabu kabul edilen cinsellik, kadının sosyal konumu gibi konulara bütünüyle asi bir şekilde yaklaşarak Amerikan toplumu içinde feminist görüşleriyle sivrilen, İngiltere’de yaşadığı dönemde “bütünüyle Amerikalı” olmasıyla dikkatleri üzerine çeken histerik bir kadın olarak tanımlanmıştır. 

Manik halleri hayatının çoğunu kapsamış olsa da şiirlerinde daima depresiftir Sylvia Plath. Hayatını da bütünüyle ayrılık anksiyetesinin fiziksel dışavurumları şeklinde yaşamıştır. Tecrübe ettiği tüm acılar, şeffaf bir biçimde şiirini şekillendirmiştir. Eserlerini eylemler ve olaylar kadar, insanlar belirginleştirir. Asli bir figür olarak “Baba” figürü Plath’in ayrılık travmasının temelini oluşturur. O “kitapları değil, insanları” sevmekte ve daha çok tercih etmektedir. 

TRAVMA ŞİİRİNİN TEMEL YAPISIDIR

İtirafçı-gizdökümcü şiir şeklinde ifade edilen, Robert Lowell öncülüğünde Anne Sexton, Maxine Kumin ile Confessional Poetry akımına dahil olan Plath; sayıp döken, depresif, sorgulayan, uyumsuz şiirleriyle başka bir dünyanın peşindedir. Travma, şiirinin temel yapısıdır. Her türden otoriteryan yaklaşımı reddeder, kendi varlığını yok etme güdüsünü inatla taşımış gibidir. İlk intihar denemesinin 9 yaşında gerçekleştiğini göz önüne alırsak hayatını hınçla yok etmekten kaçınmaz. Babasını ondan alan ölüme karşı müthiş bir kafa tutma hıncı vardır. İtiraf düşkünlüğü ilk gençliğinde tuttuğu günlüklerde kendisini gösterir. Tanıştığı insanlarda da böylesi eğilimler gördüğünde çok mutlu olur ve o insanları alter-egosu ilan eder. Kendine karşı duyduğu memnuniyetsizlik, annesinin ifadesiyle taşkınlığında gizlidir. Sylvia Plath, yerinde duramayan, taşkın haliyle somut güvensizliklerini ve endişelerini bastırır. Daha zengin, daha güzel, daha akıllı olmak ister. Fakat o orta halli bir Amerikan gencidir. Hiç de vasat kabul edilemez zekası onun ölüm karşısına koyduğu idealleri gerçekleştirmesi için yeterlidir. 


 Sylvia’nın annesi Aurelia Plath’in kızına olan düşkünlüğü ve sevgisi yaşamöyküsü boyunca oldukça belirgindir.  Fakat Sylvia, annesini hırpalamaktan vazgeçmez. Tıbben teşhis edilmiş manik-depresifliği için alması gereken ilaçları almaz ve annesini ilaçları aldığına ikna edip artık iyileştiğini de iddia eder. Tanıştığı her insandan kısa veya uzun bir şekilde annesine bahseder. Annesine hayatı içinde mutlaka bir yer açan Plath, babasının yokluğunu, atlatılmış bir Elektra Kompleksi şeklinde yaşar gibidir. Hayatı sürekli bir gerilim ve gevşeme olgusu şeklinde tanımlayan Plath, yazdığı her metinde veya yaşadığı her ilişkide o gerilimi korumuştur. 


SANSÜRSÜZ BİR DÜNYA

Andrew Wilson, Plath’in ailesi ve arkadaşlarının beyanlarına ve belgelere dayandırdığı çalışmasında biyografik eserlerde asla sansür olmaması gerektiği esasını vurgulamış, bu düşünceyle Sylvia Plath’in yaşamına titizlikle yaklaşmış. Sylvia Plath kendisi de dahil, hiç kimseye yalan söyleyemiyor gibidir. Aşkları, merakları, kıskançlığı, isyanı ve itirazları ile tamamen ortadadır. Yaşamöyküsü,  Sylvia Plath o dönem ilişki yaşadığı diğer iki erkekten vazgeçip Ted Hughes üzerinde karar kılınca sona eriyor ve evlilik yaşamı kısa bir özetle aktarılıyor. Kitabın finalinde Ted Hughes’ün “evlenilecek adam” oluşuna karar verme sürecinin hem bir seçeneksizlik hem de mükemmele yaklaşma duygusu içinde anlatılıyor olması ilginçtir. Öncesinde tanıştığı her karakter üzerinde şaşırtıcı bir etki bırakan veya bu etkiyi yaratmayı seven Plath, Ted Hughes karşısında şaşkınlığa düşen kişi olur. Şiirlerinden bile şüphe edecek kadar kafası karışır, artık şiir yazamayacağını düşünür. Ölüme dair düşünceleri ve ölüme bağlılığı ile eşini zaman zaman endişe ve korkuyla karşı karşıya bırakır.  Sonrası Sylvia Plath şiirini hiç okumayan okurların bile malumudur. Şairin en çarpıcı magazin unsuru olarak aşk, aldatılma, intihar üçgeninde yer bulması Plath’in ayrı bir trajedisidir. Şu an hayatta olan kızı Frieda Hughes’ün bu yaklaşımı bir tür ölüsevicilik şeklinde eleştirdiği gibi; Sylvia Plath intiharından ibaret bir kadın değildir. Mükemmelliği ölümün kollarında arıyor görünmesindeki etkenleri anlamak için çok daha yakından tanınmayı hak eden bir şairdir. 


Kitabın künyesi:

Deli Kızın Aşk Şarkısı

Andrew Wilson

Çev.: Yeşim Seber

Everest Yayınları
2014

580 sayfa
#everest
#aşk
#şarkı
#anrew wilson
9 yıl önce