|

Mehmet Akif, Mısır’a giderek bizi büyük bir utançtan kurtardı

Gazeteci Muharrem Coşkun’un kaleme aldığı ‘Kod Adı İrtica 906’ adlı kitap ilk kez gün yüzüne çıkarılan belgelerle, İstiklal Şairi’nin istihbarat tarafından nasıl fişlendiğini anlatıyor. Belgelerde Safahat için imha emri verildiği, kanser tedavisi görürken dahi Akif’in görüşmelerinin kaydedildiği görülüyor.

Yeni Şafak ve
20:33 - 16/03/2015 Pazartesi
Güncelleme: 18:35 - 16/03/2015 Pazartesi
Yeni Şafak

1873 yılında Fatih Sarıgüzel’de dünyaya gözlerini açtığında, ‘Cihan İmparatorluğu’nun, tarih sahnesinden çekileceğini, savaşlar, göçler, yoksulluk ve çile dolu bir hayat geçireceğini nereden bilebilirdi ki? En acısı da ömrünü adadığı ülkesinde günün birinde ‘sakıncalı’,  ’mürteci’ ve ‘tehdit’ ithamlarıyla muamele göreceğini nasıl tahmin edebilirdi ki? 


Halbuki, gençliğinde en ağır eleştirileri yaptığı, dahası, ‘devr-i istibdad’ olarak andığı Sultan II. Abdülhamid döneminde dahi ne takibe uğramış, ne de sürgün edilmişti.. Gazetesinde istediği eleştirileri yapabilmiş, şiirlerini konuşturmuş, hatta II. Abdülhamid’i bir darbe ile tahttan indirecek İttihatçılar’a destek bile olmuştu. Ancak büyük ümitlerle destek verdiği, cephe cephe dolaştıktan sonra bedellerle kurulan yeni Cumhuriyet o kadar insaflı ve merhametli davranmamıştı kendi milli şairine. 


Redd-i miras yapan ve geçmişle bağlarını kesen yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mehmed Akif’in hem gazetesini kapatmış, hem kadim dostunu idamla yargılamış, hem de kendi peşine hafiyeler takarak izlemeye almıştı.. 


Akif, çare olarak ülkeyi terk etmiş, ancak Mısır’a hicret ettikten sonra da takibattan kurtulamamıştı. Şeflik Rejimi, O’nun izin sürmüş, O’nunla ilgili istihbarat yazışmalarını, takip raporlarını ‘İrtica 906’ kodlu dosyada biriktirmişti. 1924 sonrası Akif, yeni rejime göre artık bir ‘kahraman’ değil ‘mürteci’ ve sakıncalıydı. Bunların bir söylenti ve dedikodu olmadığını, bizzat Devlet Arşivleri’nde yer alan gizli/resmi belgeler bize göstermiş oldu.


GİTMESEYDİ ASILABİLİRDİ

İlk kez ‘Kod Adı İrtica-906’ adıyla yayınladığımız kitapta yer alan belgeler açıkça ortaya koyuyor ki; İstiklal Şairi eğer 1925’te Mısır’a gitmemiş olsaydı, ülkesinde İstiklal Mahkemeleri’nde pek ala yargılanabilirmiş. Belgeleri görünce, kendinizi; ‘İyi ki o karanlık yıllarda Mısır’a gitmiş ve bizi o utançtan olsun kurtarmış’ diyorsunuz.. 

Mehmed Akif aslında derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Atılan adımlarla birlikte, millete ümit vermiş, halkı cepheye gönderen bir insan olarak, ‘Bu noktaya mı gelecektik, bunlar için mi düşmanla dövüştük?’ sorusunu yöneltiyordu kendi kendine. Aslında bu soru pek çok kimse tarafından da sorulmaya başlanmıştı. Örneğin Türkiye’yi terk etmeyen, Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay dahi hafiyelerle izlemeye alınmış, attıkları adımlar takip ediliyor olmuştu. Hatta Karabekir’in yazdığı bir kitap daha matbaadan çıkmadan el konulup imha ettirilmişti. Mustafa Kemal’in eşi Latife de bilindiği gibi öldüğü güne kadar toplumdan soyutlanacak, hatıraları ise bugüne dek açılamayacaktı. 

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla yapılan tarihi değişikliği, 3 Mart 1924’te de hilafetin ilgası (kaldırılması), medreselere kilit vurulması, Tevhid-i Tedrisat’ın kabulü izleyecekti. 

Zaten saltanat da Kasım 1922’de kaldırılmıştı. 1925 yılından itibaren ise Türkiye’de bambaşka bir rüzgar esmeye başlamıştı. 13 Şubat 1925’te başlayan Şeyh Said ayaklanması gerekçe yapılarak çıkarılan Takrir-i Sükun yasası ise gazeteciler için adeta kabusa dönüşecekti. 

GAZETESİ KAPATILDI İDAMLA YARGILANDI

1925 kışını Mısır’da geçirip baharda İstanbul’a döndüğünde ise şartların daha da kötüleştiğine tanıklık edecekti Milli Şair. Zira başyazarı olduğu gazete Sebilürreşad, Takrir-i Sükun yasası ile kapatılmış, (5 Mart 1925) kadim dostu Eşref Edib ise Şark İstiklal Mahkemesi’nde hem de ‘Vatana İhanet’ suçlamasıyla yargılanmaktadır. Üstelik Eşref Edib Fergan, Mehmed Akif’in de Sebilürreşad’da yazdığı her satırdan hesaba çekiliyordu.


Düşünüyordu; Milli Mücadele yıllarında çektiği sıkıntıları... Şimdi kapatılan gazetesinin o zaman cephelerde nasıl dağıtıldığını, şimdi idamla yargılanan dostu Eşref Edib’in zor günlerde gece gündüz İstiklal için koşturduğunu... O artık işsiz, dahası ‘mürteci’ bir kişidir. İşte bu manzara karşısında kesin kararını verecek ve 1925’te Mısır’a gidecektir. Vefat edeceği yıl olan 1936’nın 16 Haziran’ına kadar da çok sevdiği yurduna dönmeyecektir artık.  


Mehmed Akif’le ilgili takibat 11 yıl hasret kaldığı vatanına döndükten sonra daha da artmış, hasta yatağında bile görüşmeleri izlemeye alınmıştı. Dahası, Mısır’da yazdığı Gölgeler kitabının ülkeye sokulması engellenmiş, Safahat hakkında ise toplatılarak imha etme kararı verilmişti. Safahat’ın son bölümü Gölgeler ise 1933’te Kahire’de basılacak, ancak Arap harfleriyle yazılmış olması ve irticai yayın kapsamında değerlendirilmesi sonucu Türkiye’ye sokulmayacaktı. 

Bu durum öldükten sonra da devam etmiş, O’nu anmak için yapılan küçük katılımlı programlar dahi soruşturma konusu olmuştu. Milli Şair, milletine armağan ettiği İstiklal Marşı’nda, asla kabul edemeyeceğini belirttiği ‘Vatanında Cüda’ durumuna getirilmişti.

Yaklaşık 70 gizli/resmi belgeye ‘Kod Adı İrtica 906’ kitabında yer veren Muharrem Coşkun, “Belgeleri görünce günlerce uyuyamadım..” diyor.

Kitabın künyesi:

Kod Adı İrtica 906

Muharrem Coşkun

Yeditepe Yayınları

Şubat 2014

178 sayfa
#Kod Adı İrtica 906
#Muharrem Coşkun
#mehmet akif ersoy
9 yıl önce