Mekanikleşen yalnızca devreler değil, insan da bunlarla birlikte doğallığından uzaklaşıyor. “Uygarlık” kelimesi arkasına sığınan günümüz dünyası ise kendi eliyle hazırladığı ekolojik felaketlerden kurtulmak için çırpınıyor; diğer yandan da aynı hızda yıkmaya, çevreyi tahrip etmeye tam gaz devam ediyor. XX. yüzyılın kültüre hastalıklı bakış açısı sebebiyle büyük gösterişçiliğe yönelinmiş, teknolojik başarı mimariyi yapan esas faktör addedilmiş; dolayısıyla mimarının ilgi alanı, çabası, bu gösterişli, şaşırtıcı teknolojik aşamaları gündeme getirmeye yönelmiştir…
Aşkın Ekolojisi’nde Öke, çok temel bir soru ortaya atarak takip edeceği yöntemi de ortaya koyuyor: “Tarihin akışı içinde tekâmülümüzü sınayacak ölçütler var mıdır?” Sorduğu soruya ikiletmeden kendi duruşu çizgisinde “Evet,” diyerek cevap verdikten sonra devam ediyor, “[Bu analiz için] [a]nahtar kelime de uygarlık sözünde gizlidir. O nedenle ben uluslararası ilişkiler tarihine ‘uygarlıklar çalışmaları’ (civilizational studies) merceğinden bakmayı öneriyorum. O zaman yukarıdaki sorumun bu kez ‘Uygarlaşmanın neresindeyiz?’ şeklinde yeniden kurgulanması yerinde olacaktır. Peki, uygarlığı nasıl tanımlayacağız?”
Sorduğu ikinci soru bize kitabın bütününü getirecektir elbette. Ancak uygarlığın en temel şartını, yaşadığı doğaya saygı göstermesini bilen insan olarak tanımladığını söyleyebiliriz. Bu anlamda, çevre bilinci edinmenin, şehirle başlayan sürdürülebilir bir yaşam modeli olmadığını, insan olmakla başladığını medeniyet tarihinin kilit noktalarından örneklerle görmek mümkün. Bugün çevre-mimari-teknoloji döngüsüne sıkıştırdığımız âlem algısını yeniden gözden geçirme vaktimiz geldi.
Öke, “3A Birliği” adını verdiği Allah-Âlem-Âdem birlikteliğini, yürünecek doğru yolun bir haritası olarak sunuyor. Nedir 3A? İnsanın yaşadığı, irtibatlı olduğu çevreyi âleme çeviren; en küçük canlıdan cansız taşlara kadar her şeyin insana, bütünüyle göbek bağıyla bağlı olduğunu gösteren sistemdir. Aynı zamanda yeryüzünü de bir ayna kabul ederken ışığın kaynağına işaret eder.
Mimarlığı teknolojik ilerlemenin bir göstergesi değil uygarlığın gözler önüne serildiği en somut kurum olarak yeniden tanımlayan Öke, “Her ne kadar karşıt görüşler olsa da, mimari sadece zanaat değildir. Sanattır. Çevresini yaşadığı hayat tarzı ve dünya görüşüyle etik uyum içinde olacak şekilde düzenler ya da biçimlendirir. […] Metafiziksel düzlemde ifade edecek olursa mimarlık, doğada/çevrede gördüğü sembolleri, ait olduğu uygarlık havzasının değerler prizmasından süzerek mekânı, o kutsalların izdüşümünde yaşanır realiteye dönüştürme sanatıdır,” diyerek bir anlamda ekolojik bir mimarlığın düşüncesinin iskeletini de kurmaya çalışıyor.
Aksi tarafta duran ve onun kitap boyunca eleştirel bir gözle okumaya çalıştığı mimarlık biçimini, “mimar katıksız bir profesyonellikle müşterisi olan insanları sadece hacim olarak görüp, mesleğini onları fiziksel-matematiksel bir alan diye nitelendirdiği belli bir mekâna bir takım hücreler içine dağıtmak şeklinde telakki ediyorsa; o kişi bence mimar değil, olsa olsa bir mekân teknisyenidir!” olarak tanımlayan Öke, medeniyetin insana ve doğaya değer vermekle elle tutulur kanıtlar elde ettiğine dikkat çekerken, gözlerimizi ısrarla başka bir kaynağa da yönlendirmeye çalışıyor.
Mim Kemal Öke, Aşkın Ekolojisi’nde uygarlığı yumuşak karnından dönüştürmeye çağırıyor!