|

Zihinsel trajedi

Popülist bir iklim içerisinde, hepimiz derin düşünme ve yüksek bilinç yetilerimizi yitiriyoruz, kalabalıklara karışarak kayboluyoruz. Zamanın ayartıcılarına karşı bir direniş kültürü oluşturamıyoruz. Maddi ihtirasların büyüsüne kapılan, iktidarların büyüsüne kapılan arkadaşlarımız birer birer dostluk ve sorumluluk alanlarından çekiliyor. İnançlarımızın ve düşüncelerimizin hayatın içerisinde sahici karşılıkları olmadığını görmüyoruz.

Yeni Şafak
04:00 - 22/12/2014 Pazartesi
Güncelleme: 23:48 - 21/12/2014 Pazar
Diğer
ATASOY MÜFTÜOĞLU 

Her tarihsel dönem, bu döneme özgü bir yöntem/tarz/strateji izlenmesini gerekli kılar. Buradan hareketle içerisinde yaşadığımız şimdi için, uygun olan yöntem ve stratejilerle ilgili olarak ortak bir çerçeve üzerinde çalışmak önemlidir. Geçmişe özgü yaklaşımların, yeniden yorumlanmasını istemek bu yaklaşımları yargılamak anlamına gelmez. İlahi vahyin esasları bütün tarihsel durumları aşan, nihai hakikat inancına işaret eder. Nihai hakikatin ruhuna/amacına içeriğine uygunluğu esas alarak, kendi zamanlarımızda geçerli olabilecek yöntemler geliştirebiliriz. Müslümanlar olarak bizlerin bugünkü davranışlarımız nihai hakikate ilişkin değerleri yansıtmayan seküler davranışlardır. Resmi dil, davranışlar, ilişkiler, açıklamalar, uygulamalar, ulus-devletin çıkarları ve beklentileri doğrultusunda şekillenir, İslami idealler doğrultusunda değil. İslami bilinçle, hele de, ümmet bilinciyle, ulus-devlet kutsalları çatışma halindedir.


Çıkarcı düşkünlüklerle malûl olanlar hiçbir ahlaki vicdani davaya sahip olamazlar. Dava adamlarının, parti ya da cemaat liderlerinin ne söylediklerinden çok, ne yaptıklarına bakmak gerekir. Bizler, genellikle söylenilenlere inanırız, yapılanları eleştirel değerlendirmelere tabi tutmayız. İhtiraslara dayalı akıl yürütmeler, genellikle basiretsizlikle sonuçlanır. İhtiraslar, her zaman çıkarlar/bencillikler/önyargılarla birlikte ilerler. 

Medeniyet hareketi

Ulus-devlet çıkarları doğrultusunda yapılan her tercih, popülist, hamasi bir dil yoluyla kitlelerin onayını alabilir. Siyasal bir kişiliğe sahip olmakla, siyasal parti disiplini içerisinde olmak birbirinden çok ayrı şeylerdir. Zihinleri kazanmak, devlet iktidarının kazanmaktan kuşkusuz çok daha hayati önemi olan bir konudur.

Bir anlam dünyasını temsil etmek medeni olmakla ilgili olduğu gibi, bir çıkar dünyasını temsil etmek de daha çok barbarlıkla ilgilidir. Çıkara dayalı bir varoluş anlamsız kişiliksiz, kimliksiz bir varoluştur. Çıkarcı barbarlıklarla mücadele edebilmek için, çok etkili bir düşünce, tefekkür ve ahlaki hayatımız olmalı, derinlikli bir ahlak/bilgelik idraki içerisinde bulunabilmeliyiz. Tevhidi temellere dayalı bir varoluş/dünya/tarih/hayat/bilgi tasavvuru oluşturmaksızın, bu tasavvuru somut bir bilince dönüştürmeksizin, bu tasavvuru ikna edici bir dil/düşünce/ahlak zemininde toplumsallaştırmaya/siyasallaştırmaya çalışmaksızın hiçbir şekilde bir medeniyet hareketinden söz edemeyiz. 

Bugün biz Müslümanlar zihinsel bir trajedi içerisinde yaşıyoruz. Bir yanda referans sistemleri ve paradigmalar ithal ederken bir yanda İslam medeniyeti çalışmalarından söz etmek sadece gülünç olur. Yeni bir medeniyet tasavvurunu oluşturabilecek bağımsız, özgün düşünsel/ahlaki temellerden yoksunuz. Mezhep karşıtlığı temelinde şekillenen, toplumsallaşma eğilimleri gösteren ve kendisini İslam’a nispet eden bir barbarlık biçiminin, Müslümanlar tarafından sahiplenilebileceği bir toplumda yaşıyoruz. 

Bağımsız zihin dünyası

Türkiye, Suriye’de güle/oynaya birlikte hareket ettiği cinayet ve katliam şebekeleriyle bu defa Irak’ta birlikte olmak istemiyor. Anlaşılması asla mümkün olmayan bu çelişkilerin dürüst ve açık bir biçimde bizlere anlatılması gerekir. Her konuda, özellikle de, politik konularda/alanlarda çok abartılı, çok popülist, niceliksel bir dil kullanıyoruz. Henüz, seküler bilgi/kültür/hukuk/ eğitim disiplinleri konusunda bunların dönüştürücü etkileri ve baskıları karşısında, icat edilmiş/yapay ideolojik dünya görüşleri karşısında hiçbir eleştirel hesaplaşma gerçekleştiremeyen İslami toplulukların/cemaatlerin/partilerin, medeniyet gibi çok yüksek, çok kapsamlı, çok kuşatıcı bir inşayı gerçekleştirmeleri düşünülemez. Algı sefaletleri ancak, hayat/dünya/bilgi/tarih düşünce tasavvurunun bütünlüğü sağlanarak aşılabilir. Hangi alana ilişkin olursa olsun, bütün davranışlarımızın kaynağı ahlaktır. Ahlak adamı, dostlarının hatırını değil, hakikatin hatırını gözetir.

İslami düşünce/kültür çevrelerinin, iktidarın, iktidarların yabancılaştırıcı etkileri karşısında, yabancılaştırıcı ilişkiler karşısında sessizliklerini sürdürüyor olmaları umut karıcıdır. Niceliksel coşkular, popülist/hamasi coşkular, politik coşkular, sayıların büyüsü, asli sorunlarımızı, asli kaygılarımızı, temel sorumluluklarımızı maalesef unutturuyor. Maddi/ekonomik/biçimsel/niceliksel özgürlükler sebebiyle, kendimizi İslami anlamda da özgür telakki edebiliyoruz. 

Böyle büyük bir yanılsama/aldanış olamaz. Müslümanlar olarak kendi kendimizi metalaştıran maddi/dünyevi tercihlerimizin tahribatına daha çok seyirci kalamayız. Niteliksel yoğunlaşmalara yabancı olan zihin dünyalarıyla, zihni ve deruni bağımsızlıklar sağlanamaz. Bağımlı kişiliklerin hiçbir inşa eylemine katkıları olamaz. Bir medeniyet mücadelesi, bağımsız zihin dünyalarına sahip insanlarla yürütülür, bağımlı nesneler, şeylerle değil.

Ahlaki tükeniş

Etnik/milliyetçi/mezhepçi sınırları aşamayan, insani bütün dünyalara hitap edemeyen bir dil/söylem ve kültür hiçbir şekilde bir medeniyet ufku/perspektifi oluşturamaz. Zihinsel/ruhsal/ahlaki birikimimizin, ufkumuzun yeterli olup olmadığı konusunu tartışmaya cesaret edebilmeliyiz. Kapitalist kültürle, seküler kültürle, liberal kültürle bütünleşmenin, insanlıktan çıkmakla aynı anlama geldiğini konuşmaya/tartışmaya cesaret edebilmeliyiz. 

Popülist bir iklim içerisinde, hepimiz derin düşünme ve yüksek bilinç yetilerimizi yitiriyoruz, kalabalıklara karışarak kayboluyoruz. Zamanın ayartıcılarına karşı bir direniş kültürü oluşturamıyoruz. Maddi ihtirasların büyüsüne kapılan, iktidarların büyüsüne kapılan arkadaşlarımız birer birer dostluk ve sorumluluk alanlarından çekiliyor. İnançlarımızın ve düşüncelerimizin hayatın içerisinde sahici karşılıkları olmadığını görmüyoruz. Düşüncenin, fikrin, tefekkürün yerini propaganda alıyor. Bütün yabancılaşmaların maruz görülebildiği, kayıtsızlığın, duyarsızlığın, ahlaki tükenişin kimseyi rahatsız etmediği bir ortamda yaşamaya devam edebiliyoruz.
#ulus-devlet
#cemaat
#yöntem/tarz/strateji
9 yıl önce