|

Acı kahve tebessüm

Yıldız Ramazanoğlu, "Kuşlar Da Düşer" isimli öyküsünde, "Demode giyinmek herkesin harcı değil. Yürek ister.” diyor Evet yürek ister ama bu yüreklilik, aynı zamanda hikaye avcısının suç aleti...

Fatma K. Barbarosoğlu
00:00 - 7/02/2007 Çarşamba
Güncelleme: 13:23 - 23/02/2007 Cuma
Yeni Şafak
Acı kahve tebessüm
Acı kahve tebessüm

İndirimli satışları sever misiniz? Ben severim. Ama üst baş almak için değil. İndirimli satışlar başlayınca, özellikle de son indirimlerde, insan yüzleri ifşa edilmemiş suç gibi dolaşır.

En paspal kıyafet seçilir. En modası geçmiş başörtüsü örtülür. Yıldız Ramazanoğlu, son öykü kitabı "Kırmızı"da "Kuşlar da düşer" isimli o güzeller güzeli öyküsünde, "Demode giyinmek herkesin harcı değil. Yürek ister. Bu kuşun başında dikilip zaman harcamak da" diyor. Evet modası geçmiş kıyafetlerı giymek yürek ister ama bu yüreklilik, aynı zamanda hikaye avcısının suç aleti.

Hikaye avlayacaksanız şık olmamanız gerekiyor. Biraz paspal. Rengi uçmuş üst baş filan. Şıklık çok korunaklı bir şey çünkü. Hikaye avlayacaksanız korunaksız olmanız lazım. Şehir sizin üstünüze üstünüze gelmeli. Aşağılamanın dilini görecekseniz demode olmanız şart. Ama öyle mütevazı yerlerde değil. Şık iddiali yerlerde.

Bağdat caddesinde dolaşacaksınız mesela. İlk tepkiyi şık tesettürlülerden alırsınız. Eskiden tezgahtarlar tepki gösterirdi. Şimdi bizzat öteki tesettürlüler gösteriyor. Taraflar bir kovboy filminin düello sahnesinde rol alıyor her karşılaşmada. Tepeden tırnağa süzülüyor. Süzülüp kısım kısım imha ediliyor.

Böyle durumlarda nasıl oyunbazlığım tutar.

Geçenlerde yakalandım. Fena yakalandım. Eski bir öğrencim "A hocam siz değil misiniz?" dedi. Göz kırpıp "Benzettiniz herhalde dedim. Hep benzetiyorlar çünkü."

Ama muhatabım anlamamakta ısrarlı "Çok şakacınız hocam!"

Be çocuk sen de şakacı olsan biraz.

Bir çuval inciri berbat etti. Oradaki PEKPEKPEK modern tesettürlü kadınların bir iki jest ve mimiğini kaydedecektim. Kendi üzerimdeki kayıt daha sahih oluyor. Ah nasıl tiksinerek bakıyorlar. Zavallı buraya da gelmiş işte havalarında. Bu bakışı görmeden sınıf farkı üzerinde derinleşmenin mümkün olmadığına inananlardanım. Sosyoloji ve edebiyat önce sokakta başlar.

Bu defa Maltepe'deyiz. Öylesine bakıyoruz kızımla. Aslında onun arkadaşlarıyla buluşacağız. Ama yağmur birden bastırınca en yakın dükkana attık kendimizi. (Hiç butik mutik demeye uğraşamam. İnadına dükkan diyorum.)

İki hanım dolaşıyor. Herkesin onlara temenna etmesini bekleyen edalarda. Mümkünse dükkanı kapatıp öyle bakmak isterler. Kimseye karışmadan. Bulaşmadan. Iyyykkkk

Kızıl saçlarına mor ışıklar katmış olan, nihayet mağaza görevlisine kendisini göstermeyi başarıyor. Çünkü başından beri görevli, o kadın ile karşılaşmak istemeyen bir halde idi. Ben bile anladım.

Görevli yanlarından geçerken "ah tanımadı" diye esef etti birkaç defa.

Olur mu? O unutulacak kadın mıdır? Yani. Bir punduna getirip kızın koluna yapışıveriyor.

"Tanımadın mı evladım. Ben Aysen'in annesi. Erenköy Kız Lisesinden hani."

Hatırlayacak. Çaresiz hatırlayacak.

"Ah merhaba efendim. Kusura bakmayın."

"Çok mu değişmişim!!!"

Değişmediğinden o kadar emin ki.Esasında söylemeye çalıştığı şey sen de bitmiş tükenmişsin be yavrum. Burnunun ucunu bile görmüyorsun.

"Ayşen nasıl?"

Tamam. Beklediği oldu nihayet. Bütün mesele Ayşen'in nasıl olduğu üzerinden bu kara gözlü kızı ezmektir zaten.

Makineli tüfek gibi anlatıyor. Bir mağazada olduğunu çoktan unuttu.

"Ayşen evlendi biliyorsun. (sen hala buralarda sürün.) Bir oğlumuz var aynı Ayşen. Mavi gözlü. (Senin gibi kara kızlar işte böyle tezgahtar tezgahtar dolaşır) İki gün önce gitti İzmir'e. İzmir'de oturuyorlar, kocası doktor. Ayşen yine öyle. Hiç doğum kilosu kalmadı. Dal gibi. (Ay anacığım sen ne kadar da kilo almışsın böyle). Kendisi de, şairin dediği gibi tam da "her gramı çok değerli elli iki kilo anne". Birazdan sen Ayşen'in düğününe gelmiş miydin diye başlar. Ezilecek birini buldu ya. Ezmeden, ezip suyunu içmeden terk etmez bu dükkanı.

Ama ben dayanamıyorum. Sanki o kara gözlü kız benim kızım. Sanki dünyanın bütün kara gözlü kızları bu "elli iki kilo annenin" tahakkümü altına girmek üzere. Kurtarmalıyım onu. Bu güzellik faşisti anneden kurtarmalıyım.

"Afedersiniz bakar mısınız?"

Bakıyor.

Hiç duymadığı cümleyi duymak için.

"Sizi kurtarmak istedim. Hiçbir şey almayacağım esasında. Ama o kadın gidene kadar bütün mağazayı almaya, görmeye imha etmeye talibim."

Kara gözlü saçlarını yavaşça arkaya atıp gülümsüyor. Ama ne gülümseme! Tonu acı acı kahve.

Mısra Osman Konuk'un "kır düğünü" adlı şiirinden. "Gelin Bilkent'te iç mimar,baba Koç'ta genel köle/ her gramı çok değerli 52 kilo anne."


17 yıl önce