|

Hayat bahçesinde açan rengârenk bir çiçek: Lobelya

Modern dünyanın insana sunduğu sefil hayat konu oluyor Osman Koca öykülerine. Sırtını ne dağa ne de ağaya dayıyor yazar. İroni zırhını kuşanan yazar Koca, modern dünyanın dayattığı tüm sistemlerle yazdıklarıyla dalga geçiyor.

Eyyüp Akyüz
00:00 - 14/03/2013 الخميس
Güncelleme: 11:55 - 13/03/2013 الأربعاء
Yeni Şafak
Hayat bahçesinde açan rengârenk bir çiçek: Lobelya
Hayat bahçesinde açan rengârenk bir çiçek: Lobelya

Edebi türler içerisinde en çok değer verdiğim türlerin başında hikâye gelir. Herkesin hayatı şiir değildir, olamaz. 'Hayatı roman' olacak kadar yaşama fırsatı da bulamaz herkes. Ama herkesin bir hikâyesi var muhakkak. Kiminin doksan saniyelik, kiminin doksan dakikalık, kimininse doksan yıllık… Uzun ya da kısa, sonuçta herkesin bir hikâyesi vardır. Lakin bir şeyin var olması, bilinmesi anlamına gelmez. Rabbimizin bir kudsi hadiste: 'Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve kâinatı yarattım.' demesi boşuna değildir. Var olmak yetmiyor, 'bilinmek' gerekiyor demek ki. Hikâyeler de sabırsızlıkla gün yüzüne çıkmayı bekler. Her hikâye adayı, 'birisi gelsin ve izbe köşelerden çekip çıkarsın' ister kendisini. Ve doğan her hikâye, hiçbir zaman yaşama imkânı bulamayacağımız hayatlar yaşatır bize.

Ne yalan söyleyeyim, çok sevmeme rağmen okumakta en çok zorlandığım tür de hikâye. Bir çelişki mi var burada? Hiç sanmıyorum. Uzun betimlemeler, klişe benzetmeler daha da kötüsü çalıntı kurgu ile örülmüştür pek çok hikâye. Okurun hikâyeye mesafeli duruşunun en büyük nedenleri de bunlardır.

Osman Koca, dergi okurlarının yakından tanıdığı bir isim. Hece, Yediiklim ve Dergâh başta olmak üzere pek çok dergide hikâyeleri yayınlanan yazarın son kitabı Lobelya, Ayışığı Kitapları tarafından basılmış. Kitaptaki öyküler de dergilerde yayınlanmış vakti zamanında. Kitabın adı olan Lobelya, kapak resminden de anlaşılacağı üzere bir tür çiçek.

Kaliteli bir yazarda en çok aranan vasıf, bir üsluba sahip olmasıdır. Yazarın imzası olmasa da tanınmasını sağlar üslubu. Bangır bangır bağırır ve 'ben falanca yazarın kaleminin eseriyim' der. Osman Koca işte sözünü ettiğim türden bir yazar. Kendine has üslubu olan özgün bir sestir o.

OKURU ŞAŞIRTAN BİR YAZAR

Osman Koca öykülerinin en göze çarpan özelliklerinden biri, yazarın dili kullanmadaki başarısıdır. Dilde bir misyoner tavrı takınır yazar ve dili ön planda tutar her zaman. Dilin olanaklarını zorlar. Kelimelerle oynamaktan çekinmez ve onlara yepyeni anlamlar yükler. 'Köftehor' kelimesinin bir anda 'hamsihor'a dönüşüverdiğine şahit olabilirsiniz örneğin. 'Dede'ceyi bırakıp torun'caya başlasa, anlaşılacak aslında...' gibi özgün ifadelere de rastlayabilirsiniz onda. Abartıya kaçmadan imgesel anlatının nimetlerinden faydalanır Koca. Üstelik orijinaldir bu imgeler. Bu sayede şiirsel bir üslupla çıkar okurunun karşısına. Dolayısıyla bir çırpıda okuyuverirsiniz yazdıklarını. Dogmaları boşa alır mesela, rüyaları yakamoz bağlar; martılar, küresel balıksızlık temalı bir konferans düzenler.

Yazar ve çevirmen Ahmet Cemal'in bir söyleşide dile getirdiği 'Dil yaşayan bir şeydir ve eğer sözcükler hala kullanımdaysa eski-yeni ayrımı yapmak hata olur.' cümlesini anımsatıyor bana Osman Koca. Eski-yeni demeden derdini anlatabileceği sözcüklerle oluşturuyor eserini. Hatta 'abus, kakavan, müfteri, zadegan, tavsamak, abramak' gibi günlük hayatta pek sık rastlamadığımız kelimelere rastlıyoruz öykülerde. Bu tür kelimelerin, okunurluğu zorlaştıracağı yargısına varılmasın; bilakis cazibesini artırıyor kitabın. Duvarları farklı bir desenle, rengârenk süsleyen bir fayans ustasını andırıyor Osman Koca. Üslubuyla okurunu şaşırtmayı ve eğlendirmeyi amaçlıyor adeta.

DUYGULARA KRAMP GİRMİŞ

Modern dünyanın insana sunduğu sefil hayat konu oluyor Osman Koca öykülerine. Sırtını ne dağa ne de ağaya dayar yazar. İronidir onun dayanağı. İroni zırhını kuşanır ve modern dünyanın dayattığı tüm sistemlerle dalga geçer.

'Bir çocuk ağlıyor. Neden ağlıyor olabilir? A, çocuk olduğundan; BE, yaramazlık yaptığı için; CE, tuvaleti gelmiş… En önce elif-ba'mızı çaldılar. Daha önce alfa-beta'mızı. Önce abece'mizi. Ve silindir gibi geçti üstümüzden şubatın son günü. Zemheriden beter, besbeterdi. ALES'in LES olduğu, KPSS'nin henüz doğmadığı, KPDS'nin racon kestiği yıllardı o zamanlar.'

Öykü kahramanlarının içbenleri yansıyor aynadaki siluete. İçten dışa yönelme halini gözlemliyoruz. Kendi ruh dünyalarından çıkıp dış dünyaya savrulmuş insanların şaşkınlığı beliriyor deklanşöre basılınca. Âdem'in cennetten kovuluşunun, cinnet yolculuğuna sebep olması gibi bir gurbet havası seziliyor Osman Koca'nın Lobelyası'nda. Beklenenin aksine keder vadisine çıkmıyor yollar. Muzip bir çocuk rolünü üstleniyor yazar. Dünyanın altını üstüne getirmeye karar vermiş belli ki. Orhan Veli'nin Dalgacı Mahmut şiirindeki dalgacıdır o. 'Dalga geçerim kimi zaman da / O da benim vazifem.' Dalga geçerek örter sürgünlüklerinin üstünü. Haksız mıdır hani? Taş çatlasın üç günlük değil midir konakladığımız bu han? Kimin kedere yetecek zamanı vardır ki?

Zaman zaman bazı eserlere de gönderme yapılıyor kitapta. Orhan Veli'nin 'Kitabe-i Seng-i Mezar' adını verdiği şiir, Osman Koca'da 'Hitâbe-i Rengi Uzar' adı ile öyküye dönüşür. Ve sonunda beklenen olur. Gene yazık olur Süleyman Efendi'ye. Oğuz Atay'ın meşhur kitabı Tutunamayanlar'ın kahramanlarından Olric ve Turgut da anılır hikâyelerin birinde. 'Olrik çatlasın, Turgut patlasın. Hadi içben çevir şunu artık. Ben ben bakıyor yüzüme.'

Duygularına kramp girmiş insanlar, aykırı tipler, uzun soluklu vedalar, mazinin masum günlerine duyulan özlem, hastane dostlukları, çoğaldıkça yalnızlaşan dünya, bağlaçlarla geçen ömürler, 'ben'ler, benlikler, Makyavelciler, sevdiğine açılamayacak kadar çekingen adamlar… Kısacası insana dair her şey mevcut Lobelya'da.

Kitabın Künyesi:

Osman Koca

Lobelya

Ayışığı Kitapları

2012

138 sayfa

٪d سنوات قبل