|

Post-edebiyat hamuru çok su götürür

Medya, iletişim ve enformasyon çağında karmaşık olan insan ilişkilerini anlatmanın bir yolu olarak sunulan postmodernizmin edebiyata yansıması da farklı şekillerde yorumlanıyor. Postmodern edebiyatın yeni bir çığır açtığını öne sürenler ve onun edebi yetersizliklerin bir maskesi olarak görenler ortak bir payda da buluşamıyor.

Hatice Saka
00:00 - 11/03/2008 Salı
Güncelleme: 19:23 - 11/03/2008 Salı
Yeni Şafak
Post-edebiyat hamuru çok su götürür
Post-edebiyat hamuru çok su götürür

Postmodernizm, tanımı tam olarak yapılamayan, sınırlı belli olmayan bir kavram olarak yirminci yüzyılın son çeyreğine damgasını vurdu. Felsefi bir hareket olarak ortaya çıkan postmodern düşünce, bir anda edebiyatın, mimarinin, resimin, sinemanın hatta bilimin ilgi alanına girdi. Bazı yorumcular, postmodernizmi modernizmden kopuş, bazıları ise modernizmin bir uzantısı olarak değerlendiriyor. Modernizmin rasyonel, simetrik, anlaşılabilirlik yönünün bilinçaltını unutturduğunu öne süren yorumcular, postmodernizm rüyaların, seslerin, tutkuların, korkuların iç içe geçtiği sanatsal bir alana dönüş formu olarak niteliyor. Dolayısıyla postmodern sanata 'bu neden böyle' sorusu yöneltilemiyor. Postmodernite'nin kendi doğasından kaynaklanan, nereye gideceği belli olmayan sürecin ürünü olan ucu açık metinler, yazarlara sağladığı güvence de tartışmaları beraberinde getiriyor. Bazı yorumcumlar postmodernizmi yeteneksizliği örtmeye yarayan bir araç olarak değerlendirirken, ortaya çıkan ürünleri de derinlikten yoksun ve yüzeysel buluyor. Herkesin herşeyi yapabileceği bir alanda nitelikli üründen söz edilemeyeceğini söyleyenler, postmodern edebiyatın kimliksiz olduğunu öne sürüyor. Diğer taraf ise enformasyon çağında karmakarışık olan insan yaşamını modernizmin rasyonel, simetrik, açıklık, anlaşılabilirlik yanı ile izah etmenin mümkün olmadığını söylüyor. Okuyucuya anlam üretmede sınırsız özgürlük sağlayan bir alanın gerekliliğine işaret edenler, postmodern ürünlerin zaman geçtikçe daha iyi anlaşılabileceğini iddia ediyor. Tüm bu tartışmalar ışığında postmodernizmin Türk edebiyatına yansımasını ve postmodern yapıtların edebi yetersiliği örtmeye çalıştığı yönündeki eleştirleri masaya yatırdık.


BAŞARILI YAZAR HER TÜRDE KENDİNİ OKUTUR

İskender Pala: Her gelişmenin bir nihai sınırı, her ilerlemenin bir zirve noktası olduğunu düşünürsek modernizmin kendine özgü değerlerini çok erken tükettiği, dolayısıyla estetik değerlerde muhkem bir kalıcılık elde etmeden hırpalandığını söyleyebiliriz. Ama ben postmodernizmin edebiyat estetiğinden ziyade edebiyatın konusunda değişikliğe kapı araladığını düşünüyor ve bunu da olumlu buluyorum. Böylece sosyolojik süreçte modern hayatın ve hızlı değişimlerin etkisiyle özümsenmeden terk edilen, toplumun değer yargılarında sindirilmeden bir kenara bırakılan bazı asil duruşların, düşüncelerin ve tavırların edebiyat eserleri vasıtasıyla yeniden toplumun karşısına çıkmasına zemin hazırlamasını önemli görüyorum. Bu bir açıdan zenginlik, diğer yönden gelişimin sığlığı olarak da görülebilir. Divan şiiriyle ilgilenmek dolayısıyla, en yeni sözleri en eski adamların söylediğinin daima farkında olan biri olarak eğer postmodern akım sözünü ettiğim asil ve kadim yenilikleri yeniden gündemimize alacak, üstelik de bunları günün formlarına dönüştürerek kültürel birikim yaratacaksa bundan şikayet edilebilir mi?!..Günümüz dünyasında edebi yetersizliklerin her çağdakinden daha çok olduğu bir gerçek. Modernite hayatın pek çok duygusal alanı gibi edebiyatı da sahnenin dışına sürdü. Böyle bir zeminde eski bakış açılarına zarar vermediği sürece yazarın kendini özgür hissetmesi, en azından kalemin serbestçe yazabilmesi, gelenekten keyfine göre yararlanmak gibi farklı çıkış yolları araması bir yetersizliğin kapatılmasından ziyade yazım sürecini ilgilendiren bir zorunluluk, belki edebiyatın yolunu açacak bir mecra gibi geliyor bana. Maamafih günümüzde postmoderni deneyen yazar ile modernist yazar arasındaki sınırlar da o kadar belirgin değil zaten. Bence başarılı bir yazar, herhangi türde yazarsa yazsın, kendini okutturur.

TÜRKİYE'DE POSTMODERN EĞİLİMLER SORUNLU

Sadık Yalsızuçanlar: Bizim modernleşme süreçlerimiz sorunludur. Doğası gereği böyledir. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet modernleşmesi, kendi geleneğimizden neşet etmediği için beraberinde bir dizi sancılar getirmiştir. Esasen Osmanlı modernleşmesi, Cumhuriyet modernleşmesine nazaran biraz daha rasyonel ve tutarlı yönlere sahiptir.Modernleşme, küresel ve kitlesel olduğundan, herkes az çok bu beladan nasiplenmiştir.Üstelik bu, tersine döndürülemez bir süreçtir. Nasr'ın dediği gibi, belki çekim kutbu tersine çevrilebilir. Postmodernizm, modernitenin çıkmazlarını aşma projesidir. Bir bakıma aynı gelenek içinde beliren bir eleştirel çözüm önerisidir. Bunun, çeşitli ekonomik, siyasal ve estetik alanlarda belirtilerinden söz edilmelidir. Edebiyat alanında postmodernizm, aklı kutsayan bir tutuma yönelik bir eleştiri olarak düşünülmelidir. Aklı öteleyen veya aklı parçalayan, merkezsiz, odaksız ve anarşizan bir şey. Kuralsızlığın kural haline geldiği bir tutum. Bizde modernleşme süreçlerinde olduğu gibi postmodern süreçlerde de benzer bir eğretilik daima kendini göstermiştir. Biz, kendi geleneğimizle aramızdaki köprüleri atarak, hayatın ürettiği yeni sorulara cevap aramaya çalıştık. Edebiyatımızdaki postmodern yönelişlerde de bu tutum kendisini devam ettirdi. Oysa, kendi geleneğimizden beslenerek yaşamın sorularına ve önümüze çıkardığı yeni sorulara cevap arayabilseydik daha tutarlı, daha gürbüz bir birikimin uç vermesini sağlayabilirdik. Bizde edebiyatta postmodernist eğilimler, Batı'daki tema ve dil arayışlarına kısmen yakın bir biçimde gelişti. Oğuz Atay, Sevim Burak, Bilge Karasu, Orhan Pamuk gibi yazarların yazılarında beliren bu yeni dil'in iki boyutu vardı. Birincisi, daha samimi idi. Modernleşme süreçleri içinde kendi kişisel ve toplumsal hikayesini anlatıyordu bazı yazarlar. Ama bir de sadece dil ve retorik düzeyinde beliren postmodern eğilimler, kurgu ve dil oyunları vardı. Bunları ayırmak gerekiyor. Oğuz Atay bunların en ilginç örneğini oluşturur. Cumhuriyet modernleşmesinin kalbindeki krizi anlatırken farklı bir dile, bir kurguya ihtiyaç duymuştu. Ama, örneğin Pamuk, daha çok Rüşdi, Eco gibi yazarlardan esinlenerek, retorik yönü ağır basan, biçemçi bir postmodern(ist) edebiyatın peşinde yürüdü. Bu anlamda sürecin karmaşıklaştığı söylenebilir. Bendeniz Eşrefoğlu Rumi'nin dediği gibi, 'kendi derdin söyleyen/gayrı hikayet etmeyen' bir dilden yanayım. Edebiyatın lüks bir kategori değil, asli, varoluşsal bir form olduğunu düşünürüm. Bu anlamda postmodern eğilimlerin de özellikle bizde sorunlu bir tarafı olduğuna kaniyim.


POSTMODERNİZM BİR SİRKTİR!

Bâki Ayhan T.: "Kimlik" ve "isim" birbirini tamamlayan ve araları kişilikle doldurulan iki uçtur. Böyle bakıldığında postmodernizmin ciddi bir kimliğe sahip olduğu söylenemez; çünkü kimlik oluşturacak bir isimden mahrumdur. İsmini bile "modernizm"e yamanan bir ön-ekten almıştır: "post-modernizm". Bir çeşit reklam ve ürün bombardımanı sonucunda ortaya çıkmış olan postmodernizmin temelinde estetik, derinlik, insanilik değil tam tersine tüketim kültürü yatmaktadır. "Logos"un çözündürüldüğü, "ethos"un hiçe sayıldığı, "pathos"un sulandırıldığı yılların adıdır postmodernizm. Belki de "kapital" dediğimiz ve insanı sadece gücüyle, elde ettikleriyle, tahakküm yeteneğiyle tanımlayan şeyin geldiği son noktadan söz ediyoruz postmodernizm derken. İnsanın bilgilenmesinin, düşünmesinin, öğrendiklerini yorumlamasının ve bu süreç sonunda da kendini geliştirmesinin değil, tam tersine bilgi bombardımanı kanalıyla "bilgilendiğini sanmasının", ürün bombardımanı yoluyla madden veya manen "gıdalandığını sanmasının" ve/fakat esasında düşünememesinin, kendini geliştirememesinin, değerlendirme ve yorum gücünü yitirmesinin öncelendiği bir dönemdir son yıllar. Postmodern insan "kuşkulanan" değil, "kuşkulandığını sanan" insandır; halinden memnundur aslında. Uzaktan kumanda aleti veya klavye onun istediği her şeyi (hatta yiyecek içeceğini bile) ayağına getirmektedir. Bundan ötesinin de bir anlamı ve önemi yoktur! Sonuçta bu insanın kendisi "uzaktan kumanda" edilmektedir; ama bunun farkında değildir. Farkındalık, düşünmeyi ve kuşkulanmayı gerektirir. Bunlar ise postmodern insanın yapacağı en son şeydir. Postmodernizm edebiyat estetiğinde bazı şeyleri değiştirmiştir. Son yıllarda internette ve dergilerin bir kısmında görülen şiir kirliliğinde, yüzeysel şiir incelemeleri kirliliğinde postmodernist yaklaşımların önemli payı vardır. Bu tip şiirlerle inceleme veya eleştirilerin ortak paydası postmodernist düşünürlerin çözünürlük katsayısı yüksek kuramlarıdır. Peki bu sanatsal etkinliklerin veya kuramların özünde ne vardır? İşte, herkesin bildiği "metinlerarasılık, yeni bir şey ortaya koyamadan varolanın kutsanması, yeniliğe bakan değil de tam tersine eskiye yamanan bir estetik, derinliği önemsemeyip yüzeydekine, yalnızca görünene odaklanma, çağrışım veya duyguyu/duyuşu değil de sadece somut/görsel olanı yüceltme, lise öğrencilerinin ödev hazırlaması gibi internetten ilginç şekilleri kes-yapıştırla sayfaya indirme vs. vs. Bir çeşit "performans" sergileme. Ne ilginçtir değil mi, yeni ilköğretim ve ortaöğretim kitaplarında ödevlerin adı "performans" ödevidir. Postmodernist sanatçının yaptığı da yeni bir şey yaratmak değil, uzay aracına benzeyen salonlarda performans sergilemektir. Soğuktur alabildiğine bu hava.

Bu yaklaşımların Türk yazınına yansımasına olumsuz bakıyorum; çünkü gerçekten de postmodernist eğilimler yeteneksizliği, çapsızlığı örtmenin araçları olarak kullanılıyor. Baksanıza arabeskçisinden köşe yazarına, mankeninden belediye çalışanına, televizyon sunucusundan bilgisayar tamircisine ve dizi oyuncusuna herkes "romancı", herkes "şair" oldu! Bizim insanımızın genelde zaten zordan kolaya kaçan bir yapısı var. Bunun yansımaları sanatta/edebiyatta da görülüyor ister istemez. "Bunda ne var, bunu ben de yaparım/yazarım!" sözünü onlarca kez duymuşuzdur. Şimdilerde postmodernizmin alkışladığı bir tutum olarak bu söz, pratiğe dökülüyor. Herkesin her şeyi yapabilme yeteneğine sahip olduğunu zannettiği bir dönemde ve böyle bir ülkede yaşıyoruz. Edebiyatta da, zaten bir tembellik, umursamazlık alanı olan eleştiri, inceleme çalışmaları postmodernist anlayışların yamalı bohça görünümü veren tutumlarıyla iyice yüzeyselleşti. Ciddi ve tutarlı kuramlardan, algılama eğilimlerinden, anlama çabalarından, edebiyatın ruhundan uzaklaşıldı. Bu sadece bizde değil Avrupa'da da olan bir şey (sanat, kültür ve düşüncede yüzeyselliğin, çapsızlığın öncüsü Amerika'da olanları ise hiç saymıyorum). Sartre'ın Baudelaire adlı kitabı gibi inceleme/araştırmaların ya da Benjamin'in, Russel'ın, Jaspers'ın yazılarına denk (hiç olmazsa paralel) yazıların şimdilerde yazılamaması bunun göstergesidir. Bir tükenmişlik havası var. Haydi onları bir nebze de olsa anlayabiliriz diyelim; çünkü Avrupa gerçekten müzikte, edebiyatta, plastik sanatlarda XIX. ve XX. yüzyıllarda zirve yapmıştır. Bunun ardından bir duraklama, çürüme olması normaldir. Benim anlayamadığım, postmodernizmin köksüzlüğüne, yapıyı çözüp dağıtmasına bizimkilerin bu kadar teşne olmaları. Modernizmin hangi katmanında zirve yaptınız da şimdi güya çok sesli, somut gövdeli, dil bilincinden uzak "iş"lerle modernizmin son aşamasından sonraki çürümeyi yansıtan postmodernizme yamanmaya çalışıyorsunuz? Bunların, içinde tuvalet kültürüne ilişkin sözcüklerin sık sık geçtiği şiirlerine bakılırsa; postmodernizm Marcel Duchamp'ın "Pisuvar"ında başlamıştı, geçen yıl Hece dergisinde "çok sesli" (yoksa genç bir eleştirmenin ifadesiyle ".ok sesli" mi demeliyim?) şairlerin "tuvalet"inde bitti! Postmodernizm; özgürlük, düşünce, bilinç, bilinçaltı, şiir, roman, ahlak, özgünlük, eleştiri, tarih, uygarlık, sanat vs. kavramlarının içinin boşaltıldığı, hatta bu kavramların tam tersi yönden tanımlanıp yutturulmaya çalışıldığı, çapsızlığın ve yeteneksizliğin prim yaptığı, herkesin her türlü maskeyi takıp her türlü kılığa girerek her şeyi yapabildiği bir sirkten başka bir şey değildir. Fırtına yakın! Sirkin dağılması da!


EDEBİYAT YETERSİZLİĞİ BİR TEKNİKLE ÖRTÜLEMEZ

Murat Gülsoy: Postmodernizm, dünyanın geçmiş dönemlerde olduğundan biraz daha farklı algılanmasının ifadesi olarak tartışma yaratmış bir kavramdır. Bu kavramla bakıldığında, dünya artık kimi hiyerarşik yapılarla açıklanabilen ya da anlaşılabilen bir yer değildir. Tam tersine muazzam bir karmaşıklığın hüküm sürdüğü, her şeyin bir çok başka şeyle bağlantılı olarak algılandığı, zıtlıkların, dağınıklığın, referans karmaşasının olduğu yeni bir dönem yaşanmaktadır. Gerçekliğin sosyal dinamiklerle şekillendiği, kurulduğu, kurgulandığı postmodernist düşünürlerce vurgulanan bir husustur. Postmodern kavramın kendinde karmaşıklığı nedeniyle postmodern edebiyatı tanımlamak oldukça güçtür. Hele yapıtlara belirli ölçütler açısından yaklaşarak postmodern olup olmadıklarını söylemek başlı başına bir tartışma konusudur. Edebiyat kuramcıları bu konuda net bir görüş birliğine varamasa da postmodern edebiyat bağlamında sık sık sözü edilen kavramlar şöyle sıralanabilir: İroni, oyun, kara mizah, meta-kurmaca (metnin yazılış sürecine referans vermesi ve çerçeve hikâyeler), pastiş (başka metinleri taklit), retro (geçmişteki türlere geri dönüş)... Zorluk da bu noktada başlamaktadır. Örneğin bu özelliklerin hemen hepsi tarihte ilk roman olarak bilinen Don Quijote'da da vardır ya da modern edebiyat içinde değerlendirilen Oğuz Atay'ın yapıtlarında da mevcuttur. Postmodern denilsin ya da denilmesin, bu özelliklere sahip yapıtların dünyaya bakışımızda yanılsamaları ve ideolojik yargıları yıkmak gibi bir işlev kazandıklarını ve bu yüzden de önemli bir açılım sağladıklarını düşünüyorum. Günümüz Türk Edebiyatı elbette dünyada yaşanan bu gelişmelerden etkilenmekte, tıpkı geçmişte olduğu gibi yazarlarımız Batı edebiyatını yaratıcı bir gözle okumayı sürdürmektedirler. Zamanında Realistleri, Romantikleri ve hatta Modernistleri okuyup etkilenen ve kendi edebiyat sentezini yapan edebiyatçılarımız günümüzde çıtayı daha da yükselterek dünya edebiyatına doğrudan katkıda bulunmaktadırlar. Nobel Edebiyat ödülü, bunun en önemli göstergelerinden biridir. Artık Türk edebiyatı sadece etki altındaki bir edebiyat değil, etkileyen bir edebiyattır. Edebiyat yetersizliği herhangi bir teknikle ya da dünya görüşünün sağladığı etiketle örtülemez. Her dönemde, her kültürde yetersizlik olur ve onlar tarihin süzgecinden geçemezler, yarınlara kalamazlar. Tam tersine, zamanında anlaşılamamış, doğru okunamamış yazarlar günü gelir yerlerini bulurlar. Bugün Tanpınar'ı, Oğuz Atay'ı çok daha iyi anlıyor ve okuyor olmamız en güzel örnektir.


BİR ŞEY OLDU!

Abullah Harmancı: Postmodern edebiyat metinleri üretenlerin, postmodern edebiyatı "üstkurmaca", "kolaj", "metinlerarasılık" gibi tekniklerin metinlerde dışlaştırılması olarak düşünüp de, bu sonuçları var kılan sebepleri/özü önemsemeyişlerinden veya bilmeyişlerinden mi kaynaklanmaktadır, yoksa postmodern edebiyatın, (modern edebiyatın hakikati bilmişlik ve bulmuşluk bilgiçliğini sorgulamaya kalktığında), hakikati parçalayan ve dolayısıyla yok eden, metni putlaştıran, metni amaçlaştıran, manayı kurguda boğan, dolayısıyla insani özü ıskalayan, dolayısıyla hayatı ıskalayan, insanı ıskalayan, edebiyatı ıskalayan tavrından mı kaynaklanmaktadır, bilemiyorum; okuduğum postmodern edebiyat metinleri bana hep soğuk, yapay, cansız, ortalama gelmiştir. Ancak şu var: Hayat, insan, dünya, ülke, şehir, toplum, akıl almaz bir hızla değişmektedir, karmaşıklaşmaktadır, gerçeklik hızla bozulmakta, değişmekte, çirkinleşmektedir ve biz oturup da, örnek olsun diye söylüyorum, Kemal Tahir-vari metinler yazarak kendimizi mutlu hissedemeyiz. Bir şey oldu! Her ne olsuysa oldu ve bir tel koptu ve biz bu kopuş'un (da) edebiyatını yapmak zorundayız. Bir şey olmamış gibi evlerimizde oturamayız. Aslolan, dünyaya, hayata, insana ne olduğunu anlamaya çalışmaktır; postmodern edebiyatın enstrümanlarını eğer iyi bir atölye çalışması yaparsanız, kabiliyetli lise talebeleri bile belli bir süre sonra uygulamaya başlarlar! Bunda bir numara yok!




16 yıl önce