|

Yağmur yazıyor

Yağmuru sadece kuraklığı giderdiği için değil ruhumuzu yıkayıp, sağalttığı için de özlüyoruz. Yağmayınca duaya çıkıyoruz. Bu Anadolu'nun hiçbir yerinde değişmiyor. Yağmurun Anadolu kültürüne olduğu kadar edebiyatımıza da etkisi büyük. Özellikle şiirimizi en çok etkileyen metafor

Emeti Saruhan
00:00 - 5/12/2007 Çarşamba
Güncelleme: 11:13 - 7/01/2008 Pazartesi
Yeni Şafak
Yağmur yazıyor
Yağmur yazıyor

Her bir damlasını, bir meleğin itinayla yeryüzüne indirdiği bir hediye yağmur; duru, naif, hüzünlü... Biz "rahmet" deriz yağmura. Dilimize, kalbimize öyle yerleşmiştir. Ondandır, yağmur yağmayınca Rabbimizin yüz çevirdiğini düşünürüz bizden. Dualara çıkar, yağmuru ama aslında Rabbimizin rahmetini ararız. Yağmurla dertleşir, yağmurla söyleşiriz.


İÇİMDE NE ÇOK YAĞMUR VAR

Böylesine bizden, böylesine tanıdık olan yağmur, hayatımıza, dilimize girdiği gibi, edebiyatımıza da girmiştir. Yağmur bazen şiire yağar, bazen romana. Sami Paşazade Sezai'nin Sergüzeşt'inde Celâl, sonsuza dek kaybettiği Dilber'i belki bulurum umuduyla İstanbul sokaklarına savrulur. "Yağıyor! Yağıyor! Durmadan yağmur yağıyordu!" diye tasvir edilir bu yağmurlu gün. Halit Ziya Uşaklıgil'in Mai ve Siyah'ında Ahmed Cemil, zifirî karanlık gecede, yağmurdan üşüyerek, çamurlara bata çıka, geçip gider. İbrahim Yıldırım'ın Vatan Dersleri'nde 1920'lerde de 1960'larda da hava hep pusludur, yağmurludur. Tağrık Buğra çok partili hayata geçişin etkisini anlatır "Yağmur Beklerken"de. Müştehir Karakaya, 'Üç Yağmur Masalı'nda, yağmurun bir yazarın hayatına nasıl dokunduğunu anlatır: 'İlk şiirimi yağmurlu bir günde yazdım... İlk aşkımı ilan ettiğim zaman yağmur yağıyordu.. Ölümü ve intiharı düşündüğüm her anım yağmura rast geldi.. Yazılarımı bir editöre gösterdiğim ve kapıdan kovulduğum zaman sicim gibi yağmur vardı ve ben ıpıslaktım... İlham perilerim yağmurla birlikte indiler hep... Yağmur oldu delirdim önce, sonra yağmur ayılttı beni...Yağmurlu üç gün rızkım kesildi. Yağmurdu; kardelen çiçeklerini tanıdım... Ve bir yağmur daha vardı ki, onu ne ben söyliyeyim, ne siz benden işitin... Ben yağmuru severim, ve dahi yağmur sever beni... Yağmur yüzünden yazar oldum... En çok da yağmuru yazdım kitaplarıma... İçimde nedense çok yağmur var!' Önder Otçu ise 'Yağmur' romanında "Yağmur içime yağıyor. gövdemin ortasına gri bir boşluğa yağıyor. yaşlı adamlar, yaşlı kadınlar arasında oturmuş yeşil tişörtlü emin orada gözlerimin önünde duruyor. onu sevmemin bir açıklaması olur mu olmaz mı bilmiyorum ama orada o orada önümde duruyor. sevgimde dürüst müyüm, değilmi yim bilmiyorum ama o orada önümde duruyor. o orada gri bir sıcaklık içinde, içimde, içime yağan yağmurda duruyor. benim kendisini gördüğümü biliyor. yağmur olup yağıyor. yağmur gözlerine gözlerine yağıyor. yağmur gözlerine yağıyor. orada öylece yağıyor." der.

Şiirler eskiden beri ıslanmıştır yağmurla. Hangi şairin dizeleri yağmurla bir kez olsun tanışmamıştır? Necati, 'Gamzeler kim can iline tır-i müjgan yağdırır, Benzer ol Tatar'a sihr ile baran yağdırır' beytinde sevgilisinin yan bakışıyla can ülkesine ok yağdırmasını, büyü yaparak yağmur yağdırmaya benzetir. Tevfik Fikret'in Yağmur şiirinde 'Küçük, muttarid, muhteriz darbeler / Kafeslerde, camlarda pür ihtizâz' dizeleri yağmurun damlardaki tıkırtıları, saçaklardaki titreşimleri; "Sokaklarda seyl-âbeler ağlaşır, Ufuk yaklaşır.. yaklaşır.. yaklaşır" dizelerinde yağmurun sesi işitilir. Attila İlhan ise şiirinde "elimden tut yoksa yağmur götürecek beni" der. Necip Fazıl, "Bu yağmur delilik vehminden üstün/Karanlık, kovulmaz düşüncelerden./Cinlerin beynimde yaptığı düğün/Sulardan, seslerden ve geceden." derken yağmurun bazen bizi alıp götürdüğü kara düşüncelere işaret eder. Ahmet Muhip Dranas "Yağmur, Gül ve Eller" şiirinde "Yel yapraklarımı savurur/ Dört yanım yağmurla örtülü;/ Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!" dizeleriyle yağmur ve gecenin içinde uyandırdığı duyguları anlatır. Melih Cevdet Anday ise "birden serçelerle indi yağmur/ ama hangisi serçe/ hangisi yağmur" der. Sezai Karakoç ise meleklerden bilir yağmuru. "Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor" diye başlayan Ötesini Söylemeyeceğim isimli şiirinde şöyle der: “Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar/ Her biri bir damla atıyor aşağıya/ İşte yağmur bunun için yağıyor”


EN GÜZEL YAĞMUR METNİ

Yağmurun düşünce ve kültürümüze etkisi nedir? Yağmur olgusu sanatçı bakış açısından nasıl görünür? Bunu sorduk Adnan Özer, Ali Ayçil, M. Fatih Andı, Rasim Özdenören, Zeki Coşkun ve Hüseyin Atlansoy'a. Yağmur'un en eski medeniyetlerden bu yana dilin ve hayatın merkezinde olduğunu ifade etti Ali Ayçil. Adnan Özer, yağmurun duygusal ve mistik yönüne vurgu yaptı. Hüseyin Atlansoy yağmurun 'kara'ya bakan yüzünü, Rasim Özdenören ise yağmurun insaneli değmiş yerlerde yağmur olduğunu anlattı. Ve en sevdikleri yağmur metinlerini söylediler bizlere.


ARINMA, BEREKET ÖZGÜRLÜK

Prof. M. Fatih Andı: Türk şairi yağmur temasını sever. Modern dönem şiirimizde yağmur, neredeyse her şairin hatırladığı bir temadır. Klasik şiirimizde öne çıkmayan bu öge, halk şiirimizde belki bereket çağrışımlarıyla kısmen yer alırken, modern şiirimizin birbirinden farklı niyet, amaç ve yaklaşımlarla altında ıslandığı bir tematik açılım olarak bize seslenir.

Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba... Yağmur teması çoğu sanatkârda romantik çağrışımlarla beraber hatırlanır. O zaman da eserin bir ucunda çoğu zaman bir kadın silueti durur. Yağmur ve hüzün, yağmur ve gözyaşı, kesif melankoli, sevgiliyle el ele dolaşılan kent sokakları, yağmurda yalnız ve bedbaht adımlanan kaldırımlar... Hele ki hevesli genç şairlerde yahut popüler aşk şairlerinin metinlerinde... Kimi şairlerde yağmur, su ögesinin metaforik açılımları etrafında arınma, bereket, temizlik, özgürlük vurguları ile şiire taşınır. Ama kimi şairlerimiz de vardır ki bu öbeklenmenin dışında kendi dünyalarının özgün yağmurlarında ıslanırlar. Necip Fazıl sözgelimi... "Bu Yağmur" şiiri, insanın ontolojik duruşunun, metafizik ürperişlerinin, iç derinleşmesinin dışa vurumu oluverir onda birden bire. Yahut Sezai Karakoç meselâ... "Yağmur Duası" şiiri veyahut "Ötesini Söylemeyeceğim" şiiri... İkincisinde yağmur ilâhî rahmet, sekînet, şairin vokabüleri ile "diriliş muştusu"dur, ikincisinde ise "kalabalıklar"ın durup da bakmasını bilemedikleri göklerden gelen haber... Ve bir de Nurullah Genç'in Hz. Peygamber'e naati olan "Yağmur" şiirini hatırlamadan edemiyorum.


YAĞMUR KENTTE YAŞANIR

Rasim Özdenören: Yağmurun benim için her zaman heyecan, dahası esin verici bir olgu olduğunu söylemeliyim. Ancak gene söylemeliyim ki, yağmur, benim için kentte yaşanan bir olgudur. Ben, kır yağmurunu yağmurdan saymam, kır yağmuru sıradan bir doğa olayıdır. Yağmur kentte yaşanır. Mümkünse şemsiyeni açmadan yağmur altında dolaşıp onun tadını çıkartmak gerekir: ıslanarak, trençkotunun yakasını kaldırıp damlaların boynumuzdan aşağıya, sırtımıza akmasından sakınmaya çalışarak...

Şu satırlar daha bu yakınların ürünü: kırın cansıkıcı boşluğunda yağmurun olağanüstülüğünün tadına varılmaz. Yağmur, ancak insan eli değmiş yerlerde yağmur olarak varbulunur. Kente özgü yağmur hüznü birden çökelir insanın yüreğine. Yağmur beklentisi o hüznün çökeltisiyle birlikte doğar. Beklemeye başlarsınız. Ne zaman başladığını fark etmezsiniz bile. Birden başlamış olur. Yıllar önce seyrettiğiniz, tadı damağınızda kalmış filmler, sinemadan bir esriklik haliyle dışarıya süzülmeniz, dışarıda her nasılsa çiselemekte olan yağmura yakalanmanız, ve yağmura yakalanmayı delicesine özlemeniz, hep kente özgü, size çocukluğunuzdan, çocukluğunuza da babanızın çocukluğundan kalma manzaralardandır.. Yağmurun esin verici olmasının anlamı var elbette: sanat, bir örtbas etme işidir; sanat, bilim gibi ifşa etmez; bilakis gizler, örter, saklar. Yağmur öncesinin puslu havası, sanatın kâğıt ya da tuval üstünde yaptığının doğadaki öykünmesidir nerdeyse. Benim öykülerimin belki en dokunaklı pasajları yağmurlu sahnelerde geçer. En azından ben öyle duyumsuyorum. Yağmurun dolu dizgin geçtiği bir öyküm: "Çok Sesli Bir Ölüm" öyküsünün son parçası.. oradaki yağmur sahnesi bir kırsal alanda geçer. Ama öyle sanıyorum ki, yağmurun tadı orada gene de kentsel bir vurgu taşır. Attila İlhan'ın "Yağmur Kaçağı" ve Sezai Karakoç'un "Gök Gürültüsü Anıtı" en sevdiğim yağmur şiirlerinden.


ŞAİRİ HAREKETE GEÇİRİR

Adnan Özer: Yağmurun edebiyatımızda çok büyük bir yeri var. Şiirde tabiatın büyüsü diye bir kavram vardır. Psikolojik derinlikler, metafizik kaygıların dışında şairi harekete geçiren unsurlardan biri de yağmurdur. Araplar şiirlerine hep gece ile başlarlar. Gece karanlıktı gibi, bazı temel açılımlar vardır. Bizde de yağmur ve rüzgar aynı şekilde kullanılır. Bazı şeyler sadece doğa olayı değildir. Mesela deniz de nihayetinde bir sudur. Ama güzeldir, biz ona güzellik atfederiz. Yağmura da bir doğa olayı gibi değil, çok daha derinlikli bakarız. Yağmur ayrılık demek, kavuşmak demektir. Yağmur duygusallaştırır. Sadece sanatçıları değil, herkesi etkiler. Benim şahsen en çok sevdiğim sözcüklerden biridir yağmur. Son birkaç yıldır benim gündeme geldiğim şey de yağmurdu. Garip olacak ama, yeni kitabımdaki "Yağmurlar" diye bir bölümü yeni bitirdim. Geçtiğimiz aylarda "Eğri Yağmurlar" isimli bir şiirim Özgür Edebiyat dergisinde yayınlandı. Ben Garcia Marquez'in Yüz Yıllık Yalnızlık'ındaki yağmur tasvirlerini beğeniyorum, Orhan Gencebay'ın "Yağmurun sesine bak" diye başlayan şarkısını, o şarkıyı Mine Koşan'ın söylemesini beğeniyorum. Sırası gelmişken, yağmurla ilgili babaannemin anlattığı bir anekdotu burada aktarayım. Ailem Bulgaristan'dan göçtükten sonra, kendilerine ev yapmışlar ve sonra ilk yağmuru beklemişler. İlk yağmur niçin beklenir? Dam akacak mı, akmayacak mı diye. Babaannem diyor ki Hayır. Belki erkekler onun için beklemiştir ama biz memleketteki havayı bulabilecek miyiz? Yağmur tıpırtılarını dinleyebilecek miyiz diye bekledik.


GÖĞÜN ZULMÜ GİBİ

Ali Ayçil: Modern edebiyatta yağmur, rahmetin, devrimin ve aşkın güçlü metaforlarından biri olarak kullanıldı. Ama o daha ilk insandan başlayarak dilin ve hayatın merkezinde bir yere oturmuştu zaten: Tufanı anlatan destanlarda, göğün bir zulmü gibi üstümüze iner yağmur, mitolojilerde de özel bir yer bulmuştu kendine. Mayalar birkaç tanrı tahsis etmişlerdi yağmur için mesela. Şaman Türkler, "yada taşı"nın yağmur yağdırdığına inanılırdı. Kadim kültürlerde güneş için değil ama yağmur için dua etti insanlar. "Günlerce yağmur yağdı," cümlesi bizi hemen kavrıyorsa, bunun bir sebebi, ona ruhumuzun bütün cepheleriyle bizzat tanık olmamız, diğer sebebi de kültürün sıkça yağmur metaforuna baş vurmasıdır. Yağmur, biri gökten, diğeri metafor olarak kültürün dilinden dökülür üstümüze. Türk Şiirinde, yağmur metaforu değişik biçimlerde kullanıldı ve çok sağlam şiirler yazıldı. Oktay Rıfat'ın "Yağmur Başlangıcı", Gülten Akın'ın "Uzun Yağmurlardan Sonra'sı", Necip Fazılın o harika "Bu Yağmur"u gibi... Ben, gök her çözüldüğünde şu dizeyi geçiriyorum aklımdan: "Yağmur yağınca ben/ içimde atlar koşuyor zannederim." Bu dize bir tek şiirine rastladığım ama sonradan kendisini dergilerde göremediğim bir şaire ait. İsmini bile hatırlamıyorum artık dizenin sahibinin. Ama işte o genç adam, bütün yağmurlarımı kendi coşkusuna mahkum eden bir pencereyle çerçeveledi bakışımı. "Yağmurda koşan bir at" imgesi, delişmen bir gençliğin, mekansızlık duygusunun, bir aşk kalbinin iki yakasının ve şu koca dünya yetimliğinin hepsini birden taze bir tomurcuk gibi ortaya döküyor sanırım. Hem de bir yağmurun altında.


DIŞTAN İÇE BAKMANIN SEMBOLÜ

Zeki Coşkun: Yağmur, bir sembol. Dışarıdan içeriye bakmanın sembolü, belki de. Yağmur Duası'ndan (Refik Erduran), Serbest Fırka girişiminin konu edildiği Yağmur Beklerken'e (Tarık Buğra), işçi hareketinin anlatıldığı Yağmur Sıcağı'na (Demirtaş Ceyhun) onlarca roman; Özdemir Asaf'ın ölümünden sonra yayımlanan Dün Yağmur Yağacak, Haldun Taner'in Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu başta olmak üzere bir o kadar öykü; ve elbette yüzlerce şiir sayılabilir, Attila İlhan'ın Yağmur Kaçağı başta olmak üzere...

1990'ların sonlarında şöyle yazmışım:

"Telefonların, cep telefonlarının, internetlerin, kanal kanal televizyonların, zapların, mecburi randevuların, yemeklerin, ödenecek ya da tahsil edilecek ya da kırdırılacak çeklerin, döviz kurlarının, borsa endeklerinin işgal ettiği dünyaya, örttüğü hayatlara yağmur yağmaz. Yağmur dışarıdadır. İçeriye işlemez, teni ürpertmez. Şemsiyelerden akar gider. Yağmursuz dünyanın, hayatın çoraklığını yumuşatma vaadindeki binbir çeşit vitamin el eder, göz kırpar, cilve yapar her yandan. 'Benden iyisi yok! Buradayım... Beni al, al beni.' Bakar, seçersin birini, birşeyleri. Bütçene, zamanına, ruh haline, gereksinimine,; işgalden, şemsiyelerden, örtülerden arta kalan, açıkta kalan yanına uygun bir şeyler seçersin. Belki bir şarkı, yiyecek içecek bir şeyler, belki bir giysi, bir eşya. Ya da içeriden dışarıya küçük yolculuklar belki de. Apansız bir dostu özlemek gibi. Tek bir söz sarfetmeden, sessizce konuşmak, kendinle randevulaşmak gibi...Sesi, ritmi kokusuyla yağmur en çok bunu söyler, arar, çağırır. İçindeki seni." (Ay Olsun Aynam, 2004)


KARA YAĞMUR DA VARDIR

Hüseyin Atlansoy: Türkçe'de yağmur diğer dillerden daha farklı bir özellik gösteriyor. Diğer dünya dillerinde yağmur, bildiğimiz yağmur anlamında kullanılırken bizde köy ortamında karşılığı bereket, kent ortamında karşılığı bir anlamda rahmet, bir anlamda hüzün. Bir de yağmurun şu yönü var. Bütün yağmurlar maalesef temiz yağmıyor. Dolayısıyla yağmurun bir de 'kara'ya bakan yanı var. Yani temiz insanların hayatını etkileyecek kara bir yağmurdan da söz etmek mümkün. Dolayısıyla edebiyattaki yağmur bir anlamda iyiliğe karşılık gelen, bir de iyiliğin bozulmasından ortaya çıkan kötülüğe karşılık gelen bir özellik de gösterebiliyor. Şiirlerimde yağmur'u bütün anlamlarıyla kullanıyorum. Ancak bir şiire yağmur kendiliğinden yağacaksa yağıyor, yağmayacaksa da yağmıyor. Benim en çok sevdiğim yağmur metinleri Sezai Karakoç'un "Ötesini Söylemeyeceğim", Cahit Zarifoğlu'nun "M.Ö1975" ve Cahit Koytak'ın "Futbol Oynayan Çocuklar" şiirleri.


Yağmur duasında eşeğe gelinlik giydiriyorlar

Yağmurlara uzun zamandır hasrettik. Barajlarımızdaki su seviyesinin normalin altına düşmesiyle birlikte gündemimize girdi yağmur duası. Bazı iller ve köylerde çıkıldı yağmur duasına, eller rahmet için açıldı. Yağmur duasına çıkmanın hemen hemen her kültürde mevcut olduğunu Sabri Koz'un, Kitabevi için hazırladığı "Yağmur Duası Kitabı"ndan öğreniyoruz. Yağmur duası aynı zamanda Peygamber Efendimizin bir sünneti. Öncesinde sadaka dağıtılır, yağmur duası için özel bir alanda toplanılır, Peygamber Efendimiz elbiselerini ters giyer, insanlar zengin fakir, büyük küçük, genç yaşlı demeden eski elbise giymeye ve yalın ayak olmaya dikkat ederler, duayla birlikte pişmanlık ve nedamet duyguları da gözyaşları ile gösterilmeye çalışılırdı. Yağmur Duası, Anadolu'da benzer temel motifler taşımasına rağmen, illere, hatta köylere göre bile değişiklik gösterebiliyor. Ancak taş yalama, bezden bebek yapma, asma dalı çubuğu düğümlenerek suya koyma, at kafasına ayet yazarak suya atma gibi adetlerin İslamiyet öncesi geleneklerden bize miras kaldığı düşünülüyor. Yağmur duası gelenekleri halkın yaptığı dualar ve çocukların yaptığı dualar olarak ikiye ayrılıyor.


YAĞMUR DUASI NEREDE, NASIL YAPILIYOR?

Anadolu'da yapılan ilginç yağmur dualarından bazıları şöyle: n Erzurum'da kel olan ancak isimleri birbirine benzemeyen kırk kişinin ismi tespit edilir. Ekşi hamur yapılarak ufak parçalara ayrılır. Kıbleye bakan bir duvara tespit edilen kırk kelin her birinin ismi söylenirken bu parçalardan biri yapıştırılır. Böylece kırk hamur parçasından bir tümsek meydana gelir.

n Çorum'da ihtiyar bir eşek mahallenin en yaşlı kadınının gelinliği ile süslenir. Allah'ın kullarının kendinden cömert olduğunu düşünüp, gazaba gelerek yeri göğü suya gark etmesi için yedi yolun tam ortasında kadınlar tarafından yufka yapılarak gelene gidene dağıtılır.


  • Adana'da Karalar Aşireti'nde çıplak bir çocuğun üzerine yapraklı ağaç dalları örtülerek, sokak sokak dolaştırılır. Bu esnada evlerden üzerine su dökülür. Bodi bodi/ Neden bodi/ Bir avuçcuk/ Sudan bodi tekerlemesi söylenir. Yumurtalık ilçesinde ise bir kadın kaplumbağayı ayağından ağaca asar. Kaplumbağa çırpındıkça yağmurun yağacağına inanılır.

  • Soma'da erkek üyesi bulunmayan bir evden çalınan oklava yetim bir çocuk tarafından kuyuya atılır.

  • Ankara Horan'da at kafasına dualar yazılır.

  • Uluborlu'da 41 boğumlu yaş bir asma çubuğunun her boğumuna Yasin-i Şerif okunur ve safiyeti ile bilinen bir kişi bunu suya atar.

  • Balıkesir'de bir annenin ilk oğlu, eski bir hasıra sarılır, başına tencere geçirilir. Çocuğun adı 'kepçecik'tir. Kepçebaşı adı verilen çocuk 'kepçecik'i yanına alıp mahalle çocukları arasında ev ev dolaştırır. Her evde kepçecik'in başına su dökülür.

  • Eski Türk topluluklarında Yada taşının suya konulduğunda yağmur yağdırdığına inanılır. Bu taşa Kazaklarda cay taş, zbeklerde yada taş, Altaylılarda cada, Yakutlarda sata denir. Bu inancın ilk olarak Oğuzlarda görüldüğü düşünülmektedir.

  • Dağıstan ve İran'da Türkiye ile benzer şekillerde yağmur duası yapılmaktadır.

  • Hristiyan olan Çuvaşlar her evden yumurta, tereyağı, darı, ekmek ve tuz toplanır. Bunlarla bir yemek yapılır, dua edilir. Daha sonra bu yemek yenilerek elbiselerle suya atlanır.

  • 16 yıl önce