Mustafa Kutlu’nun Türk Sanat müziğinin nadide eserlerinin adeta resmigeçit yaptığı yeni kitabı Trende Bir Keman’ı bitirdiğimde hepimizin kulağına mutlaka o kadife sesi çalınmış büyük sanatçı Müzeyyen Senar’ın vefat haberini aldım. Sanki Kutlu’nun eserindeki Kenan’ın kemanıyla birlikte o da susmuştu. Çünkü hikâyedeki Kenan aynı zamanda Hamiyet’e, Müzeyyen’e de çalmış usta bir kemanîdir.
Kutlu hikâyesinde bir dönem anlatısı sıklıkla yer bulur. Bu anlatı içine mahalle, kasaba, yoksul evler, çocuklar, artistler, bitirimler, ellerinden tespih düşmeyen yaşlı kadınlar, gar şefleri, tombul ve sevecen amcalar, acılar geçer. Keder ve sonunda kadehlerde aranan teselli. Eski bir Türk filmi ama mutlaka mahalle sinemasında izlenmektedir. Teselliyi şarabın kırmızında arayanlara Uzun Hikâye’den beri rastlarız Kutlu hikâyesinde. Kalbi kırılmış olanlar, bir ırmak kenarında taşranın o tekdüze zamanı içinde içkinin acıları bastıran tadıyla eriyip giderler. Diğer eserlerinde fonda arada bir görünüp kaybolan içki masaları bu hikâyenin tam orta yerine kuruluyor. Klasik müzik sanatçısının, bir kemancının hayatının olmazsa olmazı olarak düşünülen bu âlemler anlatılırken sanki o âlemleri yapanları da anlamak, hoş görmek lazım geldiğini işaret eden göndermelerle, cümlelerle karşılıyoruz. Bir yandan acıları dolayısıyla başka çareleri kalmayıp içen insanların aslında bizden, içimizden birileri olduğunu söylüyor yazar. Onun diğer iyi kahramanları gibi bu insanlar da işledikleri günahın farkındadırlar. Ama merttirler, hayırsever ve insan sarrafıdırlar. Tıpkı Kenan’a sahip çıkan Cellat Ali gibi. Gazinoda çalanlar nasıl içki mahkûmu ise Kutlu’ya göre demiryolcular da böyledir. Demiryolcular da içer, çünkü onca yol başka türlü nasıl çekilsin? Hatta Kutlu hikâyesinin sarhoşu Ramazan’da içkiyi bırakır, orucunu tutar, Yasin’i ezbere bilir. Sado ile birlikte tirenden atılarak öldürülen babasına Yasin okuyan Gani Bey gibi. Kutlu, dini duygular, köklerden gelen o sahici kişilik, sarhoş bile olsa Anadolu insanında nasıl tezahür ediyor, bunu derinden anlatıyor bize. Kutlu içki âlemlerini Kenan’ın keman sesiyle kurarken hikâyesi içinde içkiyle ve onun içenle arası bozuk okuruna sanki açıklama yapma gereği duyar gibidir: “Bu memleketin sarhoşu bile Yasin’i ezberden okur. Ne sandınız ya. Adam içiyor ama adamlıktan çıkmadı ya. Allah affetsin. Kötü bir alışkanlık. Haram. Ama tövbe kapısı açık. Cenab-ı Hak Gani Bey’e de tövbeyi nasip eder, böyle merhametli adam.” Bu sözler, içen insanları dışlayıp onları tamamen adamlığın ve dinin dışında gören o katı bakış açısına bir eleştiriyi içerdiği gibi, gelecek tepkileri dindirme eylemi olarak da okunabilir.
Mustafa Kutlu’nun, Ömer Seyfettin’in ve daha başkalarının özellikle kendi asıl anlamından koparıp üçkâğıtçı, dolandırıcı, iğrenç bir karakter olarak ortaya koydukları hacı’yı öz anlamına taşıma gayreti diye okuyabileceğimiz kısa öyküleri var. Mesela Hayat Güzeldir’de birkaç kısa hikâyesinde çocuklarla çocuk olan, şirin, yardımsever, yüce gönüllü, merhametli hacılara yer veriyor. Perili Köşk’teki kadar sarsıcı bir kurguyu öncelemese de bu tavrı kayda ve takdire değer. İşte burada da Kenan ve Sado’ya kol kanat geren Hacı Halim Baba olmuştur.
Tirende Bir Keman, niçin böylesi acılarla bitiyor? Acaba yazar, sanat müziğinde usta olmuş, o ince ve rikkatli şarkıları müthiş icra eden bir sanatkâr olan Kenan’ın ve diğerlerinin başına gelen o belaları sanatkârın hak ettiği saygıyı hiç görmediği aksine küçümsendiği ve kaderlerine terk edildiğini ima etmek ve bunu acımasızla eleştirmek için mi yapmıştır? Birçok şair ve sanat erbabının encamlarını düşündüğümüzde hikâyedeki sonlar o kadar abartılı gelmiyor insana. Ne diyelim El mana fi batnı şairi biz nâsire çevirmekle yetinelim. Tirenden atılan o keman, bugün Müzeyyen Senar’la birlikte sustu. Nur içinde yatsınlar.