|

Aile de devlet gibi resmi tarihe gizleniyor

Hale Kaplan Öz
00:00 - 4/07/2007 Çarşamba
Güncelleme: 14:07 - 15/08/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
Aile de devlet gibi resmi tarihe gizleniyor
Aile de devlet gibi resmi tarihe gizleniyor

İlk kitabı Başka Hayatlar ile 2004 yılında Mehmet Fuat Deneme Ödülü'nü kazanan Nilüfer Kuyaş, son romanı 'Yeni Baştan'da demokrasimizi ilk kez kesintiye uğratan 27 Mayıs darbesini tartışmaya açıyor. Bir vapur yolculuğunu, bu yolculukta yaşanan bir aşk hikayesini ve bu aşkın doğurduğu bir aile dramını merkeze alan kitapta, devletin ve ailenin resmi tarihine reddiye var. Enver ve Fevziye'nin gayr-ı meşru çocuğu olan Aslı'nın ve siyasi tarihimizin gayr-ı meşru ilk çocuğu olan 27 Mayıs darbesinin hikayesi birbirine paralel ilerliyor romanda. Dönemin toplumsal gerçekliğini, mümkün olduğunca çok karakter kullanarak ortaya koymuş Kuyaş. Böyle olunca da çok parçalı, çok konulu ama bir o kadar da sürükleyici bir roman çıkmış ortaya. Nilüfer Kuyaş'ın okuruna tavsiyesi, kitabın kalınlığından korkmamaları. Çünkü kitap 695 sayfa.

Bir deneme roman Yeni Baştan. Anlatım tekniği ve biçimi de alışılagelenden çok farklı. Çok parçalı bir bütün. Sizin zihninizde ilk nasıl oluştu bu hikaye ve yazım süreci nasıl gerçekleşti?

Ben parçalı bir roman yazmak istedim. Uzun ve girift bir kitap olacağını biliyordum çünkü. 1960'lar ve bugün olmak üzere iki katmanlı iki ayrı zaman diliminde geçiyor roman. Dolayısıyla küçük parçalar, sahneler diyaloglar ve öyküleri bir tür kolâj gibi bir araya getirmek gerekti. Aynı zamanda sürükleyici bir öyküsü olsun ve ben o öykünün içine yer yer okur için küçük düşünce alanları açayım istedim. Bugünden yakın tarihe bakıyorsunuz çünkü. Tarih nedir? 27 Mayıs gibi bir darbe niye oldu? Bugün hala bizi nasıl etkiliyor? Kurmaca ile tarih arasında ne fark var? Bu gibi sorular etrafında küçük küçük denemecikler var kitapta. Çünkü ana karakter bu konularda devamlı fikir yürütüyor. Kendisini dehşete düşüren travmatik bir geçmişle ve gerçeklikle yüzleşmeye çalışıyor. Tabii bir de romanın her zaman olduğu gibi ele aldığı varoluşsal sorunlar var. Toplumun daha derin perspektifli bir resmini çizebilmek için tarihsel derinlik vermek istedim romana. Onun için iki zamanlı oldu ve daha zengin bir malzeme çıktı elime.

Okur tarafından nasıl karşılanacaktı bu deneme roman? Bunu düşünüp tedirgin oldunuz mu?

Hayır, beni hiç tedirgin etmedi. Ben o kadar severek yazdım ki. Okur da herhalde keyif alarak okuyacaktır diye düşündüm. Okurlar da lütfen kitabın kalınlığından korkmasınlar. Eğlenceli ve sürükleyici yanları var.

Çok insanlı ve bu nedenle çok sıcak bir roman Yeni Baştan. Kahramanlar başından beri zihninizde var mıydı, yoksa birbirlerini mi doğurdular?

Çoğu ilk anda vardı. 1960'da geçen bir deniz yolcuğunu anlatıyor roman. Vapurda geçen bir hikâye ilginç çünkü küçük bir evren yaratıyorsunuz. Toplumdaki bütün o gerilimler çekememezlikler, kamplaşmalar, dedikodular romanda var. Biraz mizah da olsun istedim. Yan karakterlerin zenginleştirdiği bütün o insanlık komedyası olsun istedim. Hatta bazı okurlardan şikâyet bile aldım bu yüzden. "Kim kimdir anlamak biraz zor oluyor." diye. Küçük bir evren yaratmaktı amacım. O insana çok imkân sağlıyor küçük oyunlar oynamakta. Benim zaten bütün derdim bu romanda hem bireysel hem tarihsel düzeyde insanlık zaaflarımıza birlikte gülebilmekti. Ve bazı acıları da paylaşalım niyetiyle çıktım yola.

Romanın bir ucunda aile bir ucunda devlet var. Ortada ise gayr-ı meşru bir çocuk. Enver ve Fevziye'nin çocuğu. Devletin de gayr-ı meşru çocuğunun darbe olduğu düşünülürse Aslı'yı bir sembol olarak seçtiğinizi söyleyebilir miyiz?

Evet. Bu şekilde kurguladım.

Peki temel izlek neydi?

Temel izleğim aile ve devlet arasındaki koşutluk. Çünkü benim devletle olduğu kadar aileyle de sorunlarım oluyor. Her türlü aidiyeti sorgulamak istedim aslında. Çünkü ailenin besleyici olmasının yanı sıra bazen yaralayıcı bir kurum da olabildiğini düşünüyorum. Ailenin de devlet gibi bazı yasakları, gizleri, kavgaları, baskıları var. Bunlar bazen insanları çok yaralayabiliyor. Özellikle bence bizimki gibi ataerkil gelenekleri çok güçlü olan toplumlarda aile bazen devlet kadar hatta bazen daha bile baskıcı olabiliyor. Dolayısıyla ailesi yalanlarla zehirlenmiş, bir karakter yaratmaya çalıştım. Kendi ailesinin gizli kalmış sırlarını deşmek üzere yola çıkıp birden bire toplumun acılarıyla yüzleşip dehşete düşüyor kahraman.

Tarih elde olanla yetinmeyi gerekli kılıyor. Aslı bununla yetinmek istemiyor. Sonra bir kahraman yaratıyor ve onun romanını yazıyor. Hepimiz resmi tarihimizi yazıyoruz. Kimse gerçek 'ben'i bilmek istemiyor. Bu bizim tarih anlayışımızın bir yansıması mı hep arzulananın tarihini yazmamız bu yüzden mi?

Evet, aile de kendine bir resmi tarih çiziyor. Neden? Çünkü ayıplarını gizliyor. Her kurum üyelerine en iyi yüzüyle görünmek ister. Devlet nasıl "En hakkaniyetli, en yüce devletim." diyor ve kötü yönlerini görüp eleştirelim istemiyor. Ailelerde de böyle bir eğilim var. Skandalımız yoktur, ayıbımız yoktur. Aile içindeki gerçekleri öğrenmeniz için kazmanız gerekir. Devletin de öyle. Onun da bir resmi tarihi var. Onun da arkasındaki gerçekleri bulmamız bazen çok zaman alabiliyor. Dolayısıyla öyle bir koşutluk olsun istedim ve galiba yüzde yüz olmasa bile öyle bir koşutluk var.

Toplumsal gerçekliği ortaya koyarken hangi ilkeleri benimsediniz? Otosansür uyguladınız mı?

Hayır. Tam tersine kendi cesaretimi kamçılayarak olabildiği kadar uçlara gittim. Tabuları yasakları sınırları zorlayayım istedim. Devletle ilgili tarihsel tabular, aile yapısı, toplum yapısı, cinsellik, kadın erkek ilişkileri, devlet birey ilişkisi, siyaset... Her konuda biraz tabu ve sınır zorlamak istedim aslında.

Sonu yazarken okuru gözettiniz mi?

Tabii. Sonunu baştan biliyordum. Ben roman için bambaşka bir konu da seçmiş olabilirdim. Benim için asıl merkezde olan şey bir varoluşsal arayış. Zaten romanlar hep arayış öyküleri değil midir? Ailesinin gizlerini, 27 Mayıs'ta tutuklanıp hapse giren sonra da ortadan kaybolan babasının başına ne geldiğini anlamaya çalışan bir kadın sonunda o siyasi tarihle yüzleşiyor. Babası yalan bir ihbarla hapse girmiş. O dönemde herkes birbirini ihbar etmiş. Bir toplumsal çılgınlık yaşanmış. Babasını ihbar eden kişi hayatta ve onun gerçeği bulmasını engellemeye çalışıyor. Kahramanımız bunlarla yüzleşince bunları nasıl iyileştirebilirim ve hayatıma yeni baştan bir yön verebilirim diye düşünüyor ve bir arayışa giriyor. Romanda büyük tarih yani siyasi tarih ve küçük tarih yani bireysel tarih arasında olan kahramanımız "Ben bunlarla yüzleştim ama bir tarihçi değilim. Ailemden, toplumdan kalan bu acı mirasla tarih yazarak değil, galiba hayal gücüne yaslanarak ve bir roman yazarak yüzleşeceğim" diyerek bir roman kurma oyununa başlıyor. Ve okuru da kitabı birlikte yazmaya davet ediyor. Sonunda büyük tarih geriye çekilmeye başlıyor ve roman kurma oyunu ön plana çıkmaya başlıyor. Bu roman karakterimin iyileşme yolu.

Buradaki gaye gerçeklik duygusuyla oynama mı? Okuru neden kaygan bir zemine çağırıyor?

Kendini gerçek dışı hissetmeye başlıyor roman karakteri. Büyük acılarla karşılaşıyor ve kaçmak için bunu yapıyor. Sorumluluktan ve tarihten kaçıyor. Yaratıcılıkla iyileşrmeye çalışıyor. Okuru gözettim burada çünkü kendimi de gözettim. Kendimi böyle iyileştirebileceğimi anladım. Sonuç olarak hikâye benimle ilgili bir hikâye değil benim başımdan böyle şeyler geçmedi. Ama benim ruhsal acılarım ve zihinsel sorularım epeyce içinde romanın.

Roman,e-muhtıranın yayınlandığı, demokrasimizin yeniden tartışıldığı bir dönemde yayınlandı. Bundan on yıl sonra yayınlansaydı da yine gündeme denk düşerdi der misiniz? İlerisi için öngörünüzü de buradan anlayabiliriz belki..

.

Ben beş yıldır yazıyorum bu romanı. O zamanda yayınlanmasıyla garip bir güncellik yakaladı. Ama başka bir zamanda yayınlansa da yakın tarihi konu aldığından ilgi uyandırırdı. Klasik anlamda bir siyasi ve tarihsel roman yazmak istemedim ben aslında. Ama tarihle ve siyasetle ilgili bol da düşüncesi olan bir roman Yeni Baştan. "Öbür darbeler kötüydü ama 27 Mayıs haklıydı gerekliydi" diye bir kanaat var ülkemizde. İyi darbe diye bir şey olmaz. Darbeler olmamalı, 27 Mayıs da olmamalıydı. Çok kötü bir darbeydi, çünkü ilk adımdı. O gün asker siyasete girdi ve bir daha çıkmadı. Onlar bile isteseler çıkmakta zorlanıyorlar siyasetten. Ben askerin de bu kadar siyasetin içinde olmaktan hoşlandığını düşünmüyorum açıkçası. Kendilerine tarihsel bir rol belirlediler: Biz demokrasinin bekçisiyiz. Ama ordunun hakem olduğu bir demokrasi olmaz. Kamuoyuna sürekli mesaj veriyor ordu. Kamuoyu üzerinden bir siyaset yapar halleri var. Artık bir normalleşsek diyorum. Orduya saygı duymakla onun itibarlı ve önemli bir kurum olduğunu düşünmekle, ordunun siyasete karşı çıkmasına karışmak arasında çok büyük fark var. Ordu siyasete karışmasın denince "Silahlı Kuvvetleri yıpratılıyor." deniyor. Ordu da haklı gerekçelerinin olduğunu düşünüyor. İşte bu kutuplaşma, bu kavga 60'ta başlamış. E-muhtıra olmasaydı da bu kitap güncellik kazanırdı çünkü bu mesele bizim gündemimizden düşmüyor. Şu darbe iyiydi, bu biraz daha kötüydü gibi darbeler arasında mukayese yapmaya devam edersek daha çok 27 Mayıs'lar, 28 Şubatlar yaşayacağız herhalde. Bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

Kitaptaki yan karakterlerden birinin siz olabileceğinizi düşündüm. Televizyon gazetecisi Nilüfer...

Bana benzeyen bir karakter Nilüfer ama ben değilim. Bir zamanlar yaptığım mesleği ve ismimi verdim o karaktere. Fakat kişilik olarak, inançları itibariyle, bambaşka. Ama kitap içinde başka yerlere de gizledim kendimi. Artık onu bulabilenler bulur.

17 yıl önce