|

Bavulumu toplamış gidecektim

Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, tam her şeye küsüp İstanbul''dan ayrılmayı düşünürken bu yıl 33.Uluslararası Kitap Fuarı''nın onur yazarı olduğunu öğrendiğini söylüyor. Dorsay, ''Vallahi isimlerini söyleyemem'' dediği çok yakın dostlarınının ise onur yazarı seçilmesini kıskandığını dile getiriyor.

Suat Köçer
00:00 - 9/11/2014 Pazar
Güncelleme: 20:18 - 9/11/2014 Pazar
Yeni Şafak
Bavulumu toplamış gidecektim
Bavulumu toplamış gidecektim

Atilla Dorsay, 1966 yılından bu yana aralıksız sürdürdüğü yazılarıyla geniş kitleleri etkileyen önemli bir kalem. Sinema yazarlığının duayenlerinden olan Dorsay, hiç eksilmeyen enerjisiyle bir yandan yazılarıyla sinema sektörüne yön verirken öte yandan yazdığı ve hazırladığı kitaplarla sinema kitaplığına önemli katkılarda bulunuyor. Bu yıl 33.''sü gerçekleştirilecek Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, Türk Sinemasının yüzüncü yılı nedeniyle Dorsay''ı onur yazarı olarak ağırlayacak. Fuar süresince oyuncu, yönetmen ve yazarların katılımıyla Atilla Dorsay''ın sinema eleştirmenliği, yazarlığı ve yaşamı üzerine söyleşiler gerçekleştirilecek. TÜYAP tarafından Onur Yazarı Atilla Dorsay''ın yaşamı, çalışmaları ve eserlerinden seçmelerin olduğu bir de sergi hazırlanacak. Biz de bu vesileyle ustaya duygularını sorduk.

Bu yıl sinemanın 100. yılı kutlanıyor ve siz de TÜYAP''ta onur konuğusunuz. Neler hissediyorsunuz?

Büyük bir tatmin duygusu, büyük bir sevinç, büyük bir gurur çünkü TÜYAP ödülleri gerçekten değerli ödüller. Yani arzu edilen, istenilen, üzerinde spekülasyonlar yapılan ve yazarların birbirini kıskandığı bir ödül. Tabi yani almayanlar alanları kıskanır anlamında söylüyorum. Ben bile naçizane bu ödülü aldıktan sonra kimi insanlarda kıskançlık pırıltısı gördüm. Vallahi sezdim. Burada açıklayamam kim olduklarını tabi ama tuhafıma gitti. Çünkü çok yakın dostlarımdı. Ödül hayatımın zor bir döneminde geldi. Uzunca bir süredir gündelik basından uzağım ki, bu 48 yıldır ilk defa vuku buluyor. Çünkü hep bir gazetede yazdım. Onun dışında çok yorgun bir dönemimdi üst üste, fiilen üst üste 9 ayda 3 kitap hazırladım. Bütün buna karşılık bu kitaplar benim beklediğim ölçüde ilgi görmedi. İkinci baskıya giden olmadı. Hatta Mart ayında çıkan ''100 Yılın 100 Türk Filmi'' bile benim ve yayınevinin beklediği gibi ikinci baskı yapmadı. Bunlar insanı üzüyor yani oradan gelecek üç kuruş için değil. Yaptığın işin takdir görmesi.. Marifet iltifata tabiidir. Takdir görmeyi her yazar da bekler. Böyle bir kırgınlık içerisindeydim hatta neredeyse yazı yazmamayı, bu işten kopup her Türk aydını gibi ne yapıp edip Bodrum''da bir yere yerleşip İstanbul''dan uzaklaşmayı istediğim bir dönem de oldu. Vallahi samimi söylüyorum hiç aklıma gelmemişti. Hala çalışmayı ve üretmeyi seviyorum ama bütün bu işlere bir son versem mi dedim. O sırada da Doğan Hızlan''dan telefon geldi. Ben de dedim ki 1 Nisan değil ki, şaka mı yapıyorsun? İnanamadım. Çok mutluyum. 50 kitap oldu. Çok iyi denk düştü. Bu vesile ile sahip olduğum kitaplardan bir bibliyografya çıkardım. Tam 50 kitap. Ayrıca işte Türk Sinemasının 100. yılı. Denk düştü, bir takım şeyler ve de benim için mutluluk kaynağı oldu. Düşünenlere, uygulayanlara, bana bunu layık görenlere çok teşekkür ediyorum.

BAZEN YAZILANLARA KIZIYORUM
Hala sinemasal etkinliklerde elinizde fotoğraf makinası ve not defterinizle harıl harıl çalıştığınıza şahit oluyoruz. Genç meslektaşlarımızın sizi kıskandıklarını biliyorum. Onlara taş çıkaran müthiş bir enerjiniz var.

Tabi yaşıma göre biraz fazla. Yaşım şaka maka 75, yani yolun yarısı falan değil artık. Ama dediğim gibi enerjim gayet iyi ve bu enerji bende oldukça üretmeyi sürdüreceğim. Daha şimdiden bir sürü proje var, yeni tasarılar var. İnşallah böyle gidecek. Allah bana güç enerji verdiyse ben de bunu sonuna kadar kullanmak zorundayım.

Farklı alanlarda kalem oynatan birçok kişinin sinema üzerine yazıp çizdiğini görüyoruz. Sayıları gittikçe artıyor. Kalemi olan herkesin sinema yazmasına nasıl bakıyorsunuz? Rahatsız ediyor mu bu durum sizi?

Bir kere engelleyemezsin. Ayrıca engellemeyi istemek de doğru değil tümüyle antidemokratik bir davranış. Çünkü sanat bir kitle sanatı, yedi sanatın içinde en çok kitlesi olan sanat. Herkes sinemaya gidiyor aşağı yukarı ve gidebilir. İmkânı olanlar, köşesi olanlar da yazabilir. O yazılar bazen çocuksu da olabilir ilkel de olabilir ama her şeye rağmen o yazarın da bir faydası var. Seyirci filmden haberdar oluyor ve sonuçta o filmin tanıtımını yapıyorlar. Çok okunan bir köşe yazarının yazması başka, okunmayan bir eleştirmenin yazması başkadır. Buna asla karşı olmadım. Çok kızdığım yazılar oldu bazen köşe yazarlarının içinde. Bunların içinde Hıncal Uluç''tan Ahmet Hakan''a kadar çok yeni adlar da olabilir. Alaycı bir kelime arıyorum bulamadım.

YÜZEYSEL YAZIYORLAR AMA OLSUN
Yüzeysel mi kalıyor örneğin?

Kesinlikle yüzeysel kalıyor. Bir kere ham hum şaralop mu diyeyim ne bileyim bulamadım o deyimi. Öyle şeyler oluyor, filmin değeri harcanıyor ama yine de önemli. Her şeye rağmen Ahmet Hakan''ın, Hıncal Uluç''un veyahut da Ertuğrul Özkök''ün bir filmi yazması anlam taşıyor.

Derin eleştiriler yazdığınız da bu kez ya yönetmenler kızar veya seyircinin rağbet etmediği filmler oluyor.

Doğru. Eleştirmenlerin beğendiği şeyler genelde kitle tarafından beğenilmez. En azından ben kendim için bunu söyleyemem. Çünkü popüler sinemayı hep sevdim. Birçok kişisel tercihimde kitle ile buluştum. Hiç buluşmadığım filmler de oldu. SİYAD olarak da öyleyiz. Bizim her yıl ödül verdiğimiz filmler kitlenin sevdiği filmler değildir ama yani biz de her yıl Recep İvedik filmine ödül vermek zorunda değiliz. Mesela bundan yıllar önce, Babam ve Oğlum filminin hemen hemen bütün ödülleri aldığı bir yıldı bizim tarafımızdan ve yılın da en çok sevilen filmi oldu. Belki en çok hasılatı yapmış değildir ama önemli bir hasılat yaptı. Yani kaliteli bir filmin yaptığı en büyük hasılata erişti. O yıl bayağı seyirciyle aynı paralelde olmuştuk ama işte her yıl da aynı olmayabilir.

9 yıl önce