|

Bütün isimler aşkı taklit eder

Muhammed İkbal'in şiirinin ve düşüncesinin Türkiye'de yeterince tanındığını söylemek güç. Batı'ya dönük yüzümüz, Doğu'ya pek tenezzül etmiyor nedense. Tekrar yayınlanan “İslamî Benliğin İç Yüzü” vesilesiyle kitaplığımda yer alan İkbal çevirilerine yeniden baktım. İyi niyetle Türkçe'ye kazandırılan bu çevirilerde tuhaf bir tatsızlık buldum.

Mustafa Aydoğan
00:00 - 6/02/2008 Çarşamba
Güncelleme: 13:21 - 13/02/2008 Çarşamba
Yeni Şafak
Bütün isimler aşkı taklit eder
Bütün isimler aşkı taklit eder

Muhammed İkbal'in en önemli eserlerinden biri olan Esrâr-ı Hodî, İslamî Benliğin İç Yüzü adıyla Türkçeye yeniden çevrildi. İlk defa Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tarafından 1964 yılında dilimize kazandırılan bu eseri bu defa Ali Yüksel çevirmiş. İkbal, 1915 yılında Lahor'da yayınlanmış olan bu mesnevisinde, Mevlânâ Celâleddinî Rûmî'nin mesnevisindeki veznin aynısını kullanmış. Bir Mevlânâ hayranı olan İkbal, diğer bir önemli eseri olan Cavidnâme'de de Mevlânâ'nın rehberliğinde yapılan bir yolculuğu anlatır.

İkbal'in hem öğretmeni hem de Esrâr-ı Hodî'yi İngilizce'ye çeviren ilk kişi olan Prof. Reynold A. Nicholson, İkbal'i şöyle tanımlar:" O, çağının bir adamıdır ama çağının ilerisinde bir adamdır; aynı zamanda, çağıyla kavgalı bir adamdır." İkbal'i özetleyen bir tanımlama.

İkbal de şöyle der: "Ben, yarının şairinin sesiyim."

Pakistan'ın kuruluşuna hem düşüncesi hem de eylemleriyle önderlik eden bu bilge şair, batı karşısında tutunmaya, modern dünyayı şaşkın bakışlarla anlamaya çalışan Müslüman zihinlere bir ufuk, bir açılım getirmeye çalışmıştır. Bu yönüyle, Türkiye'de, genellikle, Mehmet Akif Ersoy'a benzetilir. Bana kalırsa, İkbal'in, Akif'i aşan bir çok yanı vardır. Bir kere, şair olarak Akif'ten daha ilerdedir. Ayrıca, dünya kamuoyunun yakından tanıdığı bir isimdir. Hem verdiği konferanslar hem de eserleriyle sadece ülkesinin insanlarına değil, dünyaya seslenmiştir. Eserleri, İngilizce başta olmak üzere bir çok dile çevrilmiştir. Akif, ona göre daha 'yerel' kalır.

İkbal hakkında yapılan tanımlamalarda genellikle iki sıfat öne çıkar: Allâme ve Şair-Filozof . Ben onu, Cavidname'de geçen şu iki mısraın şairi olarak anmak istiyorum;

"Su içinden ney gibi sesi gelir kemiğimin!"

"Devemizi vecde geçirecek kamçı nerede?"

Bu mısraların özünü oluşturan arayış ve ürperiş, haykırış ve şahlanış onun hayatının özetidir. Bu mısralar, bütün geleceğin üstüne gerilmiş mü'min bir sesin yansımasıdır.

İkbal, 1908 yılında, 35 yaşında, yurt dışındaki öğrenimi tamamlayıp yurduna döndüğünde, halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. Genç yaşında yazıları ve şiirleriyle halkının büyük takdirini kazanmış bir şair, bir düşünür, bir filozoftur o. Dahası, bir toplumun kendi kişiliğine ulaşmak için verdiği savaşın 'başkomutanı'dır.

İlk hocası Mevlana Mir Hasan'ın, İkbal'in hayatının şekillenmesinde önemli bir etkisi olduğu söylenir. Yıllar sonra kendisine 'Sir' unvanı verilmek istendiğinde bu unvanı, hocası Mevlana Mir Hasan'a 'Şems -ül Ulema' (Alimlerin Güneşi) unvanı verilmesi şartıyla kabul edebileceğini belirtir. Kendisine, Mir Hasan'ın hangi kitabı yazdığı sorulduğunda ise 'O canlı bir kitap yazmıştır, o da benim.' cevabını verir. Mir Hasan, bir anlamda İkbal'i İkbal yapan kişidir. Onun şahsındaki büyük kişiliği fark eden ve hayatının başlangıcında onu bilginin erdemiyle yoğuran adamdır.

İkbal'in Farsça kaleme aldığı İslamî Benliğin İç Yüzü'nde, insanın iç evreninin sırları ve insanla ilahi olan arasındaki ilişki dile getirilir. İkbal'in 'Benlik Felsefesi'nin manzum bir ifadesidir.

"Varlıkların ve yoklukların gözü daha bana alışmadı. Bütün vücudum görünmek korkusuyla titriyor." (sh.22)

"Aşk, kılıçtan ve oktan korkmaz. Aşkın kökeninde ne su var, ne toprak var, ne de rüzgar..." (sh.33)

"Bütün isimler aşkı taklit eder." (sh. 36)

İkbal'in şiirinin ve düşüncesinin Türkiye'de yeterince tanındığını söylemek güç. Batı'ya dönük yüzümüz, Doğu'ya pek tenezzül etmiyor nedense. İslamî Benliğin İç Yüzü vesilesiyle kitaplığımda yer alan İkbal çevirilerine yeniden baktım. İyi niyetli uğraşlarla Türkçe'ye kazandırılan bu çevirilerde tuhaf bir tatsızlık buldum. Bu tatsızlıkta benim damağımın da katkısı vardır belki, bir şey diyemeyeceğim. Ama söz konusu çevirilerdeki şairanelik eksikliğinin aramıza düşüveren soğuklukta önemli bir payı olduğu kanaatindeyim. Bence şiir kitapları şairler tarafından çevrilmelidir. Çünkü çevrilen her şiir, biraz da, çevrildiği dilde yeniden yazılan bir şiirdir.

İslamî Benliğin İç Yüzü'nün bu eksikliklerden arınmış olduğunu söylemek zor. Ama bu eserin Türkçe'ye yeniden kazandırılmış olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Son olarak, kitapta yer alan bazı hatalara kısaca değinmek istiyorum.

Birincisi, bu eser manzum bir eser, yani mesnevi olmasına rağmen yayınevi tarafından neden bir 'düşünce' eseri olarak tanımlandığı sorusu cevap bekliyor.

İkincisi, kitabın ilk sayfasında yer alan ve yayınevine ait olduğunu sandığım yazar biyografisinde yazarın doğum tarihi 1873 olarak yer alırken, çevirene ait giriş yazısındaki biyografik notlarda aynı tarih 1877 olarak belirtilmiş. Gerçi, İkbal'in doğum tarihi hususunda bir karışıklık var. Kimi kaynaklarda 1873, kimilerinde de 1877 olarak geçiyor. Kanaatimce bu tarihlerden birinin tercih edilmesi gerekirdi.


İslâmî Benliğin İç Yüzü
Muhammed İkbal
Hece Yayınları
96 Sayfa

16 yıl önce