Son On Beş Dakika, Fatma Barbarosoğlu'nun Profil Yayıncılık'tan çıkan son romanı. Yazar, “mahalle baskısı” kavramının zirvede olduğu günlerde merkezine aldığı caddeden karakterlerle örüyor romanını. Büyük cadde fotoğrafının içindeki iki beyaz gömlekli, romandaki tüm karakterlerin kesiştiği nokta. Tüm yan hikayeler, bu fotoğraftan doğuyor, hikayenin düğüm noktası ise oldukça şaşırtıcı... Hızlı, sıcak, derin ve iyiliği anlatmanın temel dert edinildiği bu romanın kahramanlarıyız her birimiz.
“Hayatın ritmini yakalamaya çalışıyorum. Gündelik hayatın ritmini “buradan” ve geçmişin ve geleceğin elini bırakmayan “şimdi” den topluyorum.” diyen Barbarosoğlu, görmekten vazgeçtiğimiz, görünmek için sahneye indiğimiz yeri seyre çağırıyor okuru.
“Cadde benim pişmanlık koridorum.” Sennet'in miydi bu cümle? Hafızam ihanet ediyor hatırlayamıyorum. Lakin bu cümlenin beni etkilediği anı çok net hatırlıyorum. “Mahalle baskısı” kavramının zirvede olduğu bir dönemdi.
Ne vakittir caddeye bakan evlerin pencereleri ve o evlerin perdesizliği ile meşguldüm.
Yeni kent mimarisinde sokak yok biliyorusunuz. Çıkmaz sokak güvenliğinin yerini ışıklı cadde tekinsizliği aldı modern mimari ile beraber.
Görmekten vazgeçtiğimiz görünmek için sahneye indiğimiz yer cadde. Ta Tanzimat modernleşmesinden bu yana “Cadde”deyiz.
Tanzimat modernleşmesinde üst sınıflar “cadde”de idi. Şimdi herkes caddede. Sokakta ya da mahallede değiliz. Hepimiz “cadde”deyiz.
Bu iki beyaz gömlekliye birkaç yıl önce bir yaz sabahı rastladım. Karşı istikametlerden geliyorduk. Ben onlara baka baka; onları, sabahın tazeliğine yakıştıra yakıştıra yürüyordum.
Yüz ifadelerini bakışlarını merak ediyordum. Sonra çok tuhaf bir şey oldu. Romanın büyüsünün bozulmaması için bu tuhaf şeyi sizinle paylaşmayacağım.
Bu sahneye tanık olmak beni çok etkiledi. Günlerce düşündüm bunu. Bir ibret sahnesi olarak çok izi kaldı bende. Hikayelerin sondan geriye tamamlandığını; zamanın sondan geriye boşluklarını doldurduğunu ilk defa o zaman bu kadar derinden hissettim. O sahneyi görmemiş olsa idim onları başka bir zamana yerleştirecektim. Post modern dünyada sündürülmüş bir şimdiki zaman yaşadığımız için hikayeye sondan geriye ibret alarak dahil olamıyoruz. Haset kültürü en çok sündürülmüş şimdiki zamanda boy veriyor.
Post modern hayat, skeçler olarak yaşanan bir hayat. Onun için o tek kareyi caddede onlara tanıklık eden herkesin gözünden büyütmeye çalıştım.
Evet, tam da öyle. Gündelik hayatın ritmini yakalamaya çalışıyorum. Gündelik hayatın ritmini “buradan” ve geçmişin ve geleceğin elini bırakmayan “şimdi” den topluyorum. Kahramanlarımın gerçekliğine gelince… Bir gün bir yerde karşılaştığım/tanıştığım kişileri roman ya da hikâye kahramanın yapmayı düşünmüyorum. Ama farkında olmadan o kişi/kişiler benim hafıza albümüme yerleşmiş oluyor. Bir kahramanın peşi sıra sürüklenirken bu kim olabilir diyorum. Hangi olayın hangi zamanın izini taşıyor diye peşine düşüyorum. Bazen buluyorum. Bazen bulamıyorum.
Son On Beş Dakika'nın en güçlü kahramanı Nermin kim mesela? Bunu ben de çok merak ediyorum. Diğerlerini biraz biliyorum. Ama Nermin romanda doğrudan olmayan ama romanda en çok olan kahraman olarak beni etkiledi. Okuyan herkesi etkiledi.
Yaşadığımız bütün sıkıntıların zamanının ruhunu kavrayamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Zamanın ruhu kavranmadan ortaya atılacak her teori yarım, her nasihat didaktik olur diye düşünüyorum. Zamanın ruhu kavranmadığında gençler boş isyanların, yaşlılar tüketen şikayetlerin içinde kalır. Geçmiş zaman mütefekkirlerini günümüze taşıyan damar onların zamanın ruhunu kavramaktaki başarıları. Hz.Mevlana'nın dilinden söyleyecek olursak “Dün geçti, düne dair söz de geçti, bu gün yeni şeyler söylemek lazım.” Yeni şeyleri ancak zamanın ruhunu kavrayanlar söyleyebilir. Nitekim romanın en önemi kahramanı psikiyatrist Hekim Sami Yavaş, zamanın ruhunu kavramak için çaba sarf eden bir adam.
İslam'ın hayata ve eşyaya bakışını merkeze almaya uğraştım bu tutarlılığın dilini yakalamaya çalışırken. Efendimiz “Doğru olan orta” der. Tasavvufta bütün basamaklar zıtların uyumu içinde çıkılır. Hafv ile reca, kabz ile bast, neşe ile hüzün.
Zıtların uyumunu sağlayan şeyin sükut olduğunu düşünüyorum. Sükûtu merkeze almamın sebebi ne? Sükûtta öncelik dinleyende. Oysa modern kültürde öncelik söyleyene veriliyor. Önceliğin söyleyene verildiği ortamda herkesin konuştuğu ama iletişimin gerçekleşmediği bir durum ortaya çıkıyor.
İletişim çağı, gönülden gönüle giden yolun kapandığı, sesin de sözün de kitle iletişim araçlarına hapsedildiği yer.
Şüpheye eşlik eden duygu sui zan. Hüsnü zan ancak güven ile oluşan, güven ile kol kola giren bir duygu.
İyilik bahsine dikkat çekmeniz benim açımdan önemli. Edebiyat ve kötülüğün ayrılmaz bir ikili haline geldiği, hatta sadece edebiyat değil sanat ve kötülüğün ayrılmaz bir ikili haline geldiği günümüz dünyasında, göze sokulmayan ama kalpte hissedilen bir iyilik damarını yakalamaya çalıştım. Onun için tespitiniz benim açımdan çok önemli.
Evet, bu soruyu açalım ve bir daha hiç kapatmayalım. Tanzimat'tan bu yana aile ile kadını eşleştirip kadın ve aile dedik. Erkeği aileden özgür bıraktık. Meşrutiyetten bu yana kadın dindarlığını; kadınların giyim kuşamı ve toplumsal rolleri etrafında konuşa konuşa tüketemedik.
Erkek mesuliyeti, gündelik hayatın dışına çıkarak dar bir uzmanlaşma alanı ile geçiştirilen bir şeye dönüştü.
Ama müsaadenizle romanım bağlamında sorunuzu cevaplamayacağım. Şunun için: Benim yazdığım yer ile okuyucunun okuduğu yer birbirine karışmasın. Sorunuza şimdi cevap verirsem okuyucuya siz de tam buradan bakın demiş olacağım. Oysa her okuyucu için öncelik sırası başka olacak diye düşünüyorum.
Son On Beş Dakika
Fatma Barbarosoğlu
Profil Yayıncılık
229 sayfa