|

Çıkmaz sokak güvenliği yerine ışıklı cadde tekinsizliği

Fatma Barbarosoğlu son romanı Son On Beş Dakika'da günlük hayatın ritmini tutmaya devam ediyor ve caddeye odaklanıyor. Yan epizotları ve kahramanlarıyla oldukça 'kalabalık' olan bu cadde, pek çok sürprize gebe...

Hale Kaplan Öz
00:00 - 12/01/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:30 - 11/01/2011 Salı
Yeni Şafak
Çıkmaz sokak güvenliği yerine ışıklı cadde tekinsi
Çıkmaz sokak güvenliği yerine ışıklı cadde tekinsi

Son On Beş Dakika, Fatma Barbarosoğlu'nun Profil Yayıncılık'tan çıkan son romanı. Yazar, “mahalle baskısı” kavramının zirvede olduğu günlerde merkezine aldığı caddeden karakterlerle örüyor romanını. Büyük cadde fotoğrafının içindeki iki beyaz gömlekli, romandaki tüm karakterlerin kesiştiği nokta. Tüm yan hikayeler, bu fotoğraftan doğuyor, hikayenin düğüm noktası ise oldukça şaşırtıcı... Hızlı, sıcak, derin ve iyiliği anlatmanın temel dert edinildiği bu romanın kahramanlarıyız her birimiz.

“Hayatın ritmini yakalamaya çalışıyorum. Gündelik hayatın ritmini “buradan” ve geçmişin ve geleceğin elini bırakmayan “şimdi” den topluyorum.” diyen Barbarosoğlu, görmekten vazgeçtiğimiz, görünmek için sahneye indiğimiz yeri seyre çağırıyor okuru.

Son On Beş Dakika'yı yazarken bugünün yaşam alanı olan caddeye nasıl yöneldiniz?

“Cadde benim pişmanlık koridorum.” Sennet'in miydi bu cümle? Hafızam ihanet ediyor hatırlayamıyorum. Lakin bu cümlenin beni etkilediği anı çok net hatırlıyorum. “Mahalle baskısı” kavramının zirvede olduğu bir dönemdi.

Ne vakittir caddeye bakan evlerin pencereleri ve o evlerin perdesizliği ile meşguldüm.

Yeni kent mimarisinde sokak yok biliyorusunuz. Çıkmaz sokak güvenliğinin yerini ışıklı cadde tekinsizliği aldı modern mimari ile beraber.

Görmekten vazgeçtiğimiz görünmek için sahneye indiğimiz yer cadde. Ta Tanzimat modernleşmesinden bu yana “Cadde”deyiz.

Tanzimat modernleşmesinde üst sınıflar “cadde”de idi. Şimdi herkes caddede. Sokakta ya da mahallede değiliz. Hepimiz “cadde”deyiz.

İki beyaz gömlekli, bir fotoğraf olarak, her bir kahraman tarafından görülüp yorumlanıyor. Tüm bu kahramanlardan doğan yan hikâyeler yavaş yavaş örüyor romanı. Ama iki beyaz gömlekli değil romanın baş aktörleri. Büyük fotoğraf içindeki bu tek kareyi niçin bu kadar öne çıkardınız. Bir imajı okumak, kahramanların hamurunun yoğurmada size nasıl bir yol gösterdi?

Bu iki beyaz gömlekliye birkaç yıl önce bir yaz sabahı rastladım. Karşı istikametlerden geliyorduk. Ben onlara baka baka; onları, sabahın tazeliğine yakıştıra yakıştıra yürüyordum.

Yüz ifadelerini bakışlarını merak ediyordum. Sonra çok tuhaf bir şey oldu. Romanın büyüsünün bozulmaması için bu tuhaf şeyi sizinle paylaşmayacağım.

Bu sahneye tanık olmak beni çok etkiledi. Günlerce düşündüm bunu. Bir ibret sahnesi olarak çok izi kaldı bende. Hikayelerin sondan geriye tamamlandığını; zamanın sondan geriye boşluklarını doldurduğunu ilk defa o zaman bu kadar derinden hissettim. O sahneyi görmemiş olsa idim onları başka bir zamana yerleştirecektim. Post modern dünyada sündürülmüş bir şimdiki zaman yaşadığımız için hikayeye sondan geriye ibret alarak dahil olamıyoruz. Haset kültürü en çok sündürülmüş şimdiki zamanda boy veriyor.

Post modern hayat, skeçler olarak yaşanan bir hayat. Onun için o tek kareyi caddede onlara tanıklık eden herkesin gözünden büyütmeye çalıştım.

Köşe yazılarınızı takip edenler bilirler. Fatma Barbarosoğlu, kalemi gerçeklikle iç içe olan bir yazardır. Bu romanı okurken de tüm bu kahramanların aramızda yaşadığını, bu caddenin ve yaşananların gerçek olduğu vehminden kurtaramadım kendimi…

Evet, tam da öyle. Gündelik hayatın ritmini yakalamaya çalışıyorum. Gündelik hayatın ritmini “buradan” ve geçmişin ve geleceğin elini bırakmayan “şimdi” den topluyorum. Kahramanlarımın gerçekliğine gelince… Bir gün bir yerde karşılaştığım/tanıştığım kişileri roman ya da hikâye kahramanın yapmayı düşünmüyorum. Ama farkında olmadan o kişi/kişiler benim hafıza albümüme yerleşmiş oluyor. Bir kahramanın peşi sıra sürüklenirken bu kim olabilir diyorum. Hangi olayın hangi zamanın izini taşıyor diye peşine düşüyorum. Bazen buluyorum. Bazen bulamıyorum.

Son On Beş Dakika'nın en güçlü kahramanı Nermin kim mesela? Bunu ben de çok merak ediyorum. Diğerlerini biraz biliyorum. Ama Nermin romanda doğrudan olmayan ama romanda en çok olan kahraman olarak beni etkiledi. Okuyan herkesi etkiledi.

Çok kahramanlı, çok yönlü, yokuş ve inişleri olan, dili ve hızıyla bugüne ait bir roman Son On Beş Dakika. Bir önceki romanınız Medyasenfoni'de de gizli kahraman zamandı. Zamanın ruhunu yakalamak neden bu kadar önemli?

Yaşadığımız bütün sıkıntıların zamanının ruhunu kavrayamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Zamanın ruhu kavranmadan ortaya atılacak her teori yarım, her nasihat didaktik olur diye düşünüyorum. Zamanın ruhu kavranmadığında gençler boş isyanların, yaşlılar tüketen şikayetlerin içinde kalır. Geçmiş zaman mütefekkirlerini günümüze taşıyan damar onların zamanın ruhunu kavramaktaki başarıları. Hz.Mevlana'nın dilinden söyleyecek olursak “Dün geçti, düne dair söz de geçti, bu gün yeni şeyler söylemek lazım.” Yeni şeyleri ancak zamanın ruhunu kavrayanlar söyleyebilir. Nitekim romanın en önemi kahramanı psikiyatrist Hekim Sami Yavaş, zamanın ruhunu kavramak için çaba sarf eden bir adam.

Kitabı iki ayrı ses olarak okudum ben. İlk bölümde sakin iç sesler vardı. Bu sesler tedrici olarak arttı ve bir kanona dönüştü. Sosyal medya, tesettür sorunu, siyasi gündem, adi suçlar, organize suçlar… “Sesler… Bütün bu seslerin arasında sükûtumuzu muhafaza edebiliyorduk” bu tezatlığın içindeki tutarlılığın kaynağı nedir?

İslam'ın hayata ve eşyaya bakışını merkeze almaya uğraştım bu tutarlılığın dilini yakalamaya çalışırken. Efendimiz “Doğru olan orta” der. Tasavvufta bütün basamaklar zıtların uyumu içinde çıkılır. Hafv ile reca, kabz ile bast, neşe ile hüzün.

Zıtların uyumunu sağlayan şeyin sükut olduğunu düşünüyorum. Sükûtu merkeze almamın sebebi ne? Sükûtta öncelik dinleyende. Oysa modern kültürde öncelik söyleyene veriliyor. Önceliğin söyleyene verildiği ortamda herkesin konuştuğu ama iletişimin gerçekleşmediği bir durum ortaya çıkıyor.

İletişim çağı, gönülden gönüle giden yolun kapandığı, sesin de sözün de kitle iletişim araçlarına hapsedildiği yer.

İyiyi anlatmak için harcanan çaba romanın sonunda açık şekilde görülüyor. Kahraman gibi okur da sui zanna kapılıp sonu merakla beklerken şaşırtıcı, beklenmedik bir iyilik çıkıyor karşımıza. Akılda kitaptan geriye kahraman ya da kahramanlar değil iyilik kalıyor. “Oysa esas mesele sorularda ya da cevaplarda değil. Sui zan ve hüsnü zanda. İşaretleri okurken bize eşlik eden duygu ne? Hüsnü zan mı? Sui zan mı?” diye soruyor Doktor romanda. Ben de aynı soruyu size sormak istiyorum.

Şüpheye eşlik eden duygu sui zan. Hüsnü zan ancak güven ile oluşan, güven ile kol kola giren bir duygu.

İyilik bahsine dikkat çekmeniz benim açımdan önemli. Edebiyat ve kötülüğün ayrılmaz bir ikili haline geldiği, hatta sadece edebiyat değil sanat ve kötülüğün ayrılmaz bir ikili haline geldiği günümüz dünyasında, göze sokulmayan ama kalpte hissedilen bir iyilik damarını yakalamaya çalıştım. Onun için tespitiniz benim açımdan çok önemli.

Son sorum edebiyatın dışına çıkıyor. Bu nedenle cevap verip vermemekte özgürsünüz. Muhafazakâr erkeklerle ilgili önemli tespitler barındırıyor romanınız. “Erkeğin dindarlığındaki sıralamayı önce annesinin daha sonra hayatındaki kadınların belirlediğini fark ettim bir gün.” cümlesinden hareketle bu konuyu biraz açalım mı?

Evet, bu soruyu açalım ve bir daha hiç kapatmayalım. Tanzimat'tan bu yana aile ile kadını eşleştirip kadın ve aile dedik. Erkeği aileden özgür bıraktık. Meşrutiyetten bu yana kadın dindarlığını; kadınların giyim kuşamı ve toplumsal rolleri etrafında konuşa konuşa tüketemedik.

Erkek mesuliyeti, gündelik hayatın dışına çıkarak dar bir uzmanlaşma alanı ile geçiştirilen bir şeye dönüştü.

Ama müsaadenizle romanım bağlamında sorunuzu cevaplamayacağım. Şunun için: Benim yazdığım yer ile okuyucunun okuduğu yer birbirine karışmasın. Sorunuza şimdi cevap verirsem okuyucuya siz de tam buradan bakın demiş olacağım. Oysa her okuyucu için öncelik sırası başka olacak diye düşünüyorum.


Son On Beş Dakika

Fatma Barbarosoğlu

Profil Yayıncılık

229 sayfa



13 yıl önce