|

Coğrafyasından çekilen Türk edebiyatı

Yüz yıl önce var olduğu toprakların büyük kısmında yalnızca barbarlığın kol gezdiği Türkiye, varlığını sürdürdüğü coğrafyaları da edebiyatının içinde yaşatıyordu. Büyük çekilmeden ve maruz kaldığımız ağır Batı modernleşmesinden sonra örülen zihinsel sınırlardan edebiyatımızın tarih ve coğrafya tasavvuru da nasibini aldı. Prof. Dr. Alaattin Karaca, Türk Edebiyatı''nın içinde Filistin ve Gazze''den hareketle çekildiğimiz coğrafyanın izini sürüyor.

Alaattin Karaca
00:00 - 1/09/2014 Pazartesi
Güncelleme: 21:24 - 1/09/2014 Pazartesi
Yeni Şafak
Coğrafyasından çekilen Türk edebiyatı
Coğrafyasından çekilen Türk edebiyatı

Osmanlı Devleti''nin 19. yüzyılda İslâm coğrafyasından siyasal ve askeri alanlarda çekilişine koşut olarak, Türk edebiyatı da kademe kademe bu coğrafyadan çekildi. Kutsal topraklar, özellikle hac farizası nedeniyle, Divan edebiyatında, çeşitli seyahatnamelerde sıkça ele alınırdı. Hoca Gıyasettin Nakkaş''ın Farsça yazdığı Acâibü''l-Letâif''i, Piri Reis''in Kitâb-ı Bahriye''si, Seydi Ali Reis''in Mirâtü''l-Memalik''i, Babür Şah''ın, Babürnâme''si, Evliya Çelebi''nin Seyahatnâmesi, Nabi''nin Tuhfetü''l-Harameyn''i, İbrahim Hanif''in Hâsıl-ı Hacc-ı Şerîf li Menâzili''l-Harameyn''i, Mehmet Edib''in Menasikü''l-Hac, Kâtip Çelebi''nin Cihannuma''sı hem İslâm coğrafyası hem de başka coğrafyalar hakkında bilgiler içeren başlıca eserlere örnek verilebilir. Bunların bir kısmı askeri, bir kısmı ticari, bir kısmı da dinî amaçlı seyahatleri konu edinen eserler. Ama amaçları ne olursa olsun, bu tür edebi eserlerle 19. yüzyıla kadar, İslâm coğrafyası kültürel olarak birbirine bağlanıyor, birbirlerinden haberdar olabiliyordu. Küçük çaplı bir tarama, Osmanlı''da Yemen''den tutun da Hind''e, Çin''e, Japonya''ya, Orta Asya''ya, Balkanlara, Kuzey Afrika''ya, Arabistan yarımadasına kadar uzanan İslâm coğrafyası hakkında bu ülkelerin fetihleri, tarihleri, coğrafî, iktisadî durumları hakkında pek çok eserin bulunduğunu görecektir. Ayrıca, bu coğrafyada yaşayan şair ve yazarların bir kısmının, Arapça, Farsça ve Türkçeyi bildikleri ve hatta üç dilde eser telif ettikleri de dikkati çekmektedir. İşte bu edebi faaliyet, bu coğrafyayı kültürel bakımdan da birbirine bağlıyordu. Ama zamanla, askeri alandaki yenilgilere ve Batılılaşma politikasına koşut biçimde, bu coğrafya ile hem siyasal anlamda, hem de kültürel anlamda bağlarımız koptu. Şark coğrafyasının yerini Avrupa almaya başladı; Sadık Rıfat Paşa, İtalya Seyahatnamesi, Mustafa Sami Efendi, Avrupa Risalesi, Mehmet Rauf, Seyahatname-i Avrupa, Ömer Faiz Efendi, Sultan Abdülaziz''in Avrupa Seyahati, Ahmet Midhat Efendi''nin Avrupa''da Bir Cevelân, Ahmet İhsan Avrupa''da Ne Gördüm ve daha niceleri… Artık Mekke, Medine, Halep, Şam, Musul, Semerkand, Buhara, İsfahan, Tebriz, Şiraz, Kudüs gibi İslâm şehirleri Türk edebiyatı coğrafyasından çekilmiş yerine Paris, Londra gibi Batı kentleri yerleşmiştir.

BÜYÜK UFKUN DARALIŞI

1800''lü yıllardan itibaren, Osmanlı/İslâm coğrafyası, çoğunlukla bu coğrafyadan çekilişi, mağlubiyetleri, toplu katliamları, göçleri anlatan edebi eserlerle doludur. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı, Namık Kemal''in şiirlerine yansır, ''Vâveylâ,ya, Hilâl-ı Osmanî''ye, Murabba''ya'' örneğin… Sonra 1897''deki Osmanlı-Yunan Savaşı için nüsha-i mümtazeler yayımlar Osmanlı edebiyatçıları, Tevfik Fikret, İsmail Safa ve daha nice şairler bu coğrafyadaki savaşı konu edinen şiirler yazarlar. Ama en acısı, 1913 Balkan Savaşı sırasında yaşanan büyük ricat, büyük göç, büyük ıstıraptır… Başta Âkif olmak üzere, Tahirü''l-Mevlevi, Rıza Tevfik, Aka Gündüz, Ömer Seyfettin, Malik Aksel ve daha nice şair, bu savaşın acıları dolayısıyla Balkan coğrafyasını ele alırlar. Firak-ı Irak''ta Süleyman Nazif, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Irak''tan çekilişimizi anlatır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, giderek bir sürgün coğrafyası olur Türk Edebiyatı''nda özellikle Suriye ve Mısır. 150''liklerden Rıza Tevfik''in eserlerine; mektuplarına, şiirlerine, Refik Halid Karay''ın, Gurbet Hikâyeleri''ne, Yezid''in Kızı''na, Sürgün''e, Ali İlmi Fani''nin mektuplarına, Cünye, Beyrut, Suriye, Şam, Irak, Musul, Kerkük, Halep girer. Daha düne, 1920''lere kadar Osmanlının okullar açtığı, öğretmenler, valiler atadığı, çeşitli gazete ve dergiler çıkarılan bu coğrafyadan Türk edebiyatı da yavaş yavaş çekilir… Burhan Cahit Morkaya, Yüzbaşı Celâl adlı romanında, Cumhuriyet''in bu coğrafyaya bakışını da yansıtır aslında… Romana göre, Türkler bu Arap coğrafyası, bu Arap medeniyeti ile yüzyüze gelmemeliydiler, aslında onların hedefi Batı medeniyeti idi, ama kader onları bu geri coğrafya ve medeniyetle temasa getirdi… Evet, bunu ileri sürer Burhan Cahit Morkaya, Yüzbaşı Celâl''de…

XX. YÜZYIL EDEBİYATIMIZ VE İSLÂM COĞRAFYASI

1950''lerden itibaren, modern Türk edebiyatında özellikle İslâmcı yazar ve şairler, Müslüman ülkelere yönelik olarak uygulanan, işgal, sömürü, katliam ve bu coğrafyada sömürgeci/işgalcilere karşı gösterilen direniş ve bağımsızlık hareketlerini, eserlerinde işlemeye başladılar. Cezayir, Tunus, Afganistan, Filistin, Kudüs, Irak coğrafyasındaki direniş hareketleri edebi eserlere yansıdı. Söz konusu coğrafyadaki zulmü ve direniş hareketini şiir ve yazılarında sıkça dile getirenlerden biri Sezai Karakoç''tur. O, örneğin Cezayir Kurtuluş Savaşı ve Tunus''taki direnişi konu edinen şiirler kaleme aldı. Bilindiği üzere, Tunus Fransız sömürgesinden 1956''da kurtuldu, Cezayir''de Fransız sömürü ve işgaline karşı bağımsızlık hareketleri 1950''lerde başladı ve Cezayir 1962''de bağımsızlığına kavuştu. Bu direniş ve bağımsızlık hareketinde 1 milyona yakın Cezayirli Müslüman öldürüldü. Karakoç''un Tunus''taki Fransız sömürgesi ve zulmünü, Tunuslu Müslümanların direnişini konu edinen şiiri ''Ötesini Söylemeyeceğim''dir. Şiir ilk kez, 24 Haziran 1956''da Büyük Doğu''da yayımlanmıştır. Yeni Ay dergisinde aynı bağımsızlık hareketi için şairin bir de ''Bir Milletin Basübadelmevti'' başlıklı yazısı bulunmaktadır. ''Ötesini Söylemeyeceğim'' o yıllarda gündemde bulunan Tunus bağımsızlık hareketi dolayısıyla, okurlarca ilgiyle karşılanmıştır. Şiir, 10 yaşındaki bir Tunuslu kız çocuğunun ağzından söylenmiştir. Şiirde ''Bay Yabancı'' diye nitelenenler, Fransız sömürgeci askerleridir. Kız çocuğu, bu zulme karşı direnişlerini ''Sizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadar/Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor''; ''Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz/Tuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz e mi?'' dizelerinde dile getirir.

Sezai Karakoç, bu şiirden sonra 23 Mart 1958''de Pazar Postası''nda, bu kez Cezayir Kurtuluş Savaşı için ''Kutsal At'' şiirini yayımlar. Şiirde ''at'' imgesi Müslümanların direnişini ve mücadelesini yansıtır. ''Cezayir''in atları/ sever çılgınca Tanrı''yı ve insanı''; ''Siyah atlar ölür/Al atlar ölür/Cezayir''de atlar ölür/Aşkları unutsak yeridir.'' dizelerinde, Cezayirli Müslümanların katledilişi bu imge ile dile getirilir.

DİNMEYEN ACININ ŞEHRİ: GAZZE

Karakoç 1974''te Diriliş''te çıkan ''Sepet'' adlı şiirinde bu kez Filistin''deki zulmü ve direnişi konu edinir. Çünkü Hızırla Kırk Saat''te ''Kan ve savaş öpüştürüyor/Filistin''de İsrail'' dediği gibi, İsrail Filistin''de Müslümanları katletmektedir. Şiirde ekmek sepetleri Cezayirli ve Filistinli Müslüman annelerin çocuklarını düşmandan korumak için kullandıkları bir eşyadır. Karakoç''un bir başka şiiri ''Alınyazısı Saati''nde işgal altındaki Kudüs ve Filistinli Müslümanların yaşadıkları tekrar tekrar dile getirilir:

Sonuç olarak, İslâm coğrafyası hem tarihsel derinliğiyle, erdem şehirleri olmak itibariyle, hem de aktüel olarak yaşadıkları bozgun, yıkım ve işgalle, XX. yüzyıl Türk şiirinde en geniş biçimde Sezai Karakoç''un şiirlerinde yer bulur kendine. Karakoç, Âkif''ten sonra bütün bu coğrafyaya bir medeniyet coğrafyası olarak bakar, bu medeniyetin çöküşünü coğrafya üzerinden verir, bu coğrafyayı tek bir vatan, burada yaşayanları da tek bir millet olarak değerlendirir. Söz konusu coğrafya, bir şiirinde dediği gibi; ''Senin şehrin, benim şehrim ve hepimizin şehri''dir. Bağdat hepimizindir, Şam kalbimizin içinde uyuyan şehirdir. Bu coğrafya, ''Devrilen her taş benim taşım/Yıkılan her ev benim/Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum/Yıkılan benim'' dediği üzere hepimizindir ve yıkılış hepimizin yıkılışıdır. O, bu coğrafyanın/medeniyetin yıkılışına; ''Bırak ben ağlayayım/Esir pazarında satılan Afganistan''a/Açlıktan milyonları kırılan Afrika''ya/Filipinler''e/Habeşistan''a, Eritre''ye Filitin''e/Esaret prangasıyla kıvranan/Kafkaslar Azerbaycan Türkistan''a'' diyerek ağıt yakar. Ama Karakoç, yıkılışın sonunda mutlaka bir dirilişin geleceğine inanır. Örneğin Şam''ın yeniden kurtulacağını; ''Ama, umutsuzluk yok, en yakın ve keskin günde/Sonunda dönecek talih, gelecek Büyük Atlı/Çileye batmış İslâm halkı için kurtarıcı/Görünecek ilkin Şam''da der gelenek saati'' dizeleriyle ifade eder. Ona göre; ''Dokuz şehir kurtulsun/Kurtulacaktır Müslümanlar/İnsanlık kurtulacaktır.''

FİLİSTİN VE KUDÜS

Karakoç dışında Nuri Pakdil de çeşitli yazılarında Cezayir ve Filistin''de yaşanan zulme, Müslümanların direniş hareketlerine geniş yer verir. İslâmcı Türk şairleri, İslâm birliği inancı doğrultusunda bu coğrafyaya, bu coğrafyada yaşanan zulme, bağımsızlık hareketlerine daha fazla yer vermeye başlamışlardır eserlerinde. Öncelikle o, ''Türkiye Batılıdır'' tezine karşı ''Türkiye, Ortadoğuludur, Çünkü Ortadoğu''dadır'' diyerek karşı çıkar. Bu coğrafyada en çok da Ortadoğu ve Afrika''ya önem verir. Odasında, Arif Ay''ın getirdiği bir Orta Doğu haritası vardır ve sürekli bu haritaya bakarak ''coğrafya bilinci''ni uyanık tutar. Ortadoğu''da ise, gözbebeği Filistin ve Kudüs''tür. Bir yazısında; ''Filistin, ben seni unutsam, sen beni unutur musun?'' der. Fransa''ya giderken, uçakta hep Kudüs''ü düşünür; ''Çünkü peygamberin miracı Kudüs''ten başlar.'' Batı Notları''ndaki ''Yüreğimin yarısı Mekke''dir, geri kalanı da Medine''dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.'' cümlesi, onun coğrafyasını belirleyen asıl ölçütün İslâm olduğunu göstermektedir.

Pakdil''in coğrafyasında Ortadoğu''dan sonra en çok yeri Afrika kaplar. O, Afrikalı mazlum ulusların Batıya ve sömürüye karşı direnişine hep ilgi duymuş, denemelerinde onların mücadelesine geniş yer ayırmıştır. Nitekim bir yazısında şunları söyler:

''Afrika''daki bağımsızlık eylemleri, masaldaki devin uyanışını andırıyor. İlgi duymalıyız Afrika''daki bağımsızlık hareketlerine. Kaldı ki, oralar hiç de yabancı değildir bizim için. Tarihsel yönden, Afrika anılar yurdudur.''

Pakdil''in Afrika''ya ilgisi elbette İslâm dolayısıyladır. Çünkü Afrika, İslâm coğrafyasının bir parçasıdır; ayrıca ''kuzey Afrika ülkeleri, bu çağın başlarına değin Büyük Osmanlı Devletinin toprakları içinde[dir].''

Pakdil''e göre, İslâm coğrafyası; Ortadoğu ve Afrika parçalanmış, birbirinden koparılmış, uygarlıklarına yabancılaştırılmış; hatta bağımsızlıkları ellerinden alınmıştır. Nitekim ''Uzun süre koptuk Ortadoğulu ve Afrikalı uluslardan.'' deyişiyle bu parçalanmaya işaret eder ve aynı uygarlıktan beslenen bu coğrafyadaki ulusların birleşmesi gerektiğini savunur:

''Oysa çoğuyla inanç ortaklığı içinde değil miyiz? Daha yakınlaşamaz mıyız Çünkü ulusumuzun çıkarı da bunu gerektiriyor.''

Bu bağlamda, Afrika sorunlarını inceleyecek bir Afrika Enstitüsü kurulmasını önerir. Ortadoğu ve Afrika uluslarının İslâm uygarlığını yeniden canlandırmak için birlik olmasını savunur. Bu düşüncesini şöyle dile getirir:

''Ortadoğu ulusları İslâm uygarlığını yeniden canlandırabilirlerse, o uygarlık doğrultusunda birlik olabilirlerse, çağın dengesizliği düzeltilebilir. Ortadoğu birliği bölünemez sınır taşlarıyla.''

KEDER VE ŞİİRİN EN DERİN ÜLKESİ

Pakdil''in coğrafyasında yer tutan bir başka ülke Filistin''dir. ''İşkence aygıtlarının'' çalıştırıldığı coğrafya olarak gördüğü Filistin, onun denemelerinde, Yahudi zulmünün ve Müslüman Filistinlilerin direnişinin simgesi olarak karşımıza çıkar. Ve Filistin dendiğinde ise, bu toprakları Yahudilere vermeyen ''Başkan Abdülhamit'' (Sultan İkinci Abdülhamit AK) anımsanır.

''İkinci Abdülhamid''den sonra Yahudiler Filistin''e yerleşmeye başlarlar. Oysa o, Filistin''e Yahudilerin yerleşmelerine ilişkin önerileri kesinlikle reddediyordu. Yahudi şimdi, Filistin topraklarını istilâ etmiş, Batı emperyalizminin simgesi olarak orda duruyor. Yahudi, kendi adına doğrudan, Avrupa emperyalizmi adına vekâleten cürüm işliyor.''

Pakdil''e göre Osmanlı Devleti, uzun bir süre bu coğrafyanın sözcüsü olmuş; ancak Osmanlının yıkılmasıyla birlikte, İslâm âlemi sözcüsüz kalmıştır. Şimdi Türkiye, bu coğrafyanın umududur ve ''… Yalnız kendi kendisi için değil Ortadoğu ülkeleri için de var olmak zorundadır.''

Örneklerde görüldüğü üzere, Pakdil''in coğrafyası, tüm İslâm ülkelerini kapsayan ''ideolojik bir coğrafya''dır, bu bakımdan o, ulusçu ideolojinin sınırlı coğrafyasının dışına taşar. Nitekim bu coğrafya bilinci, hem Pakdil''in yazılarında hem de Edebiyat Dergisi''nde, Afrikalı ve Ortadoğulu pek çok yazar ve şairden yapılan çevirilerde kendini göstermiştir.

Nuri Pakdil''den sonra İslâm coğrafyası, Akif İnan''ın şiirlerine de yansır. Onun özellikle ''Mescid-i Aksa'' şiiri, İsrail işgali altındaki Filistin''i ve Mescid-i Aksa''yı anlatır. Şair işgal altındaki Mescid-i Aksa''ya olan özlemini, işgalin verdiği acıyı şöyle dile getirir:

''Mescid-i Aksa''yı gördüm düşümde

Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu

Varıp eşiğine alnımı koydum

Sanki bir yeraltı nehr çağlıyordu''

Ve sonuç. Tüm İslâm coğrafyası, başta Filistin ve Gazze''de yaşananlar olmak üzere, Irak, Suriye, Mısır, Miyanmar, Halep, Şam, Musul, Kerkük, Doğu Türkistan, Afganistan kan içinde. Gazze, yoğun ateş altında. Kuşkusuz Gazze''de yaşananlarla ilgili yazılan şiirlerin en güzellerinden biri de Cahit Koytak''a ait olan ''Gazze Risalesi''dir. Bu eserde, Gazzeli bir çocuk olan Yusuf''a hitaben yazılmış bölüm oldukça dokunaklı. Bu şiirden bir parça ile Gazze''de acı çeken tüm Müslümanların acılarını paylaşarak, yazıyı noktalayalım:

''Çok acı çektin, Gazzeli Yusuf, oğlum

Çok acı çektin,

Ve bu kadar acı için çok küçük bu Filistin.''

Kitabın künyesi:

Hızırla Kırk Saat

Sezai Karakoç

Diriliş Yayınları

2012

128 Sayfa

10 yıl önce