|

Felaket bazen geliyorum der

Amerika''da bin 800 kişinin ölümüne sebep olan Katrina Kasırgası sırasında şehirde kalarak insanlara yardım eden Suriyeli Abdurrahman Zeitoun''ın hayat hikayesini gazeteci Dave Eggers kaleme aldı. Kitapta felaket anında hükümet tarafından yaşanan ayrımcılığın altı çiziliyor.

Neslihan Demirci
00:00 - 29/09/2014 Pazartesi
Güncelleme: 17:30 - 29/09/2014 Pazartesi
Yeni Şafak
Felaket bazen geliyorum der
Felaket bazen geliyorum der

2005 yılının Ağustos sonunda Meksika Körfezi''ni ağır biçimde etkileyen Katrina Kasırgası, ardında dev hasarlar bırakmıştı. Amerika''nın tarihindeki en yıkıcı kasırgalardan biri kabul edilen felakette yaklaşık ölü sayısı bin 800, akibeti bilinmeyen kayıp kişi sayısı ise 700 civarında. Tahminen 100 milyar dolarlık maddi hasar kayıtlara geçmiş. Kasırganın en çok vurduğu New Orleans''taki ölü sayısı bin 577 ve şehrin nüfusunun üçte ikisi, siyahi vatandaşlardan oluşuyor.

Türkiye''deki 17 Ağustos depremi gibi Katrina''nın hafızalarda bu kadar acı izler bırakmasının sebebi çok; sadece selin etkisiyle yıkılan yollar ve köprüler değil; fakir halkın tahliye edilememesi, geride kalanlara insani şartlarda sığınak sağlanamaması, zenci nüfusa yönelik ayrımcılık, kaos ortamındaki şiddet ve haksızlıklar… Liste uzayıp gidiyor. Velhasıl Katrina, Amerika''nın en kötü mühendislik felaketi ve hükümetin iflas ettiği en bariz kriz olarak da tarihteki yerini aldı. Amerika''yı bir günde üçüncü dünya ülkeleriyle aynı klasmana düşüren görüntüler yayıldıkça dünyanın en güçlü ülkesinin imajı sarsıldı. I. Wallerstein''in ifadesiyle asıl felaket, Bush hükümetinin beceriksizliği ve kayıtsızlığının sonucuydu.

Tahmin edileceği gibi, Atlantik''teki en ünlü kasırgaya dair görsel ve yazılı, çeşitli türlerde zengin bir literatür mevcut. Bunlardan biri de Dave Eggers''ın ödüllü biyografisi, Zeitoun. Eggers, tanınmış bir gazeteci, çok satan roman ve biyografi yazarı. Yazar, kitapta Katrina Kasırgası sırasında şehirde kalarak zor durumdaki insanlara yardım etmeye çabalayan, aslen Suriyeli Abdurrahman Zeitoun''un gördüğü muameleyi ve karısıyla bir Kafka romanına dönüşen hayatlarını anlatıyor. Kitap, bir yönüyle ülkenin en fakir şehirlerinden birinin afet sırasındaki mağduriyetinin belgesi niteliğinde, öte yandan 11 Eylül sonrası cadı avının kurbanı haline gelen bir ailenin trajedisi olarak okunabilir. Amerikan kamuoyunun Zeitoun sayesinde skandalın boyutlarından haberdar olduğu bir gerçek. Kitap, toplumda hakim olan 11 Eylül paranoyasının aksine, olumlu bir müslüman imajı sunuyor.

Abdurrahman Zeitoun, Suriye''de sıradışı başarılarıyla ünlenmiş bir aileye mensup, denizci bir babanın, denize meftun çocuklarından biri. Abisiyle gemilerde çalışarak dünyanın hatırı sayılır bir kısmını dolaştıktan sonra abisi İspanya''nın bir kıyı şehrine yerleşir; kendisi ise New Orleans''ta karar kılar. Elinden herşey geldiği için tadilat ve boyacılıkta çıraklıkla başlar, çok geçmeden kendi işini kurar. Önceden müslümanlığı seçmiş Amerikalı Kathy''yle evlenir. Zeitoun''lar zamanla şirketi büyütürler, dürüstlükleri ve çalışkanlıklarıyla bütün şehirde tanınırlar.

BAZILARI DAHA EŞİT

Bu çapta bir felaket ısrarla geliyorum diyorken, parası ve arabası olan herkes şehri terkederken adamımızın karısını ve çocuklarını gönderip kendisinin niçin inatla evinden ayrılmadığını anlamak zor. Yine de Zeitoun''un ailesine ve kendi kişiliğine dair ipuçlarını okudukça zihnimizin alışılmadık durumlara da hazırlanmaya başladığı söylenebilir. Karısının onca ısrarına rağmen, evinden ve kendini ait hissettiği şehirden ayrılmak istemez. Tatillerde bile huzursuz bir adamdır o; ''Sen işi yönetmezsin, iş seni yönetir.'' diyecek kadar da işkolik. Evine ve tadilatını üstlendiği evlere göz kulak olmazsa rahat edemez. Başlangıçta yağmur sularıyla sakin bir göle dönüşen şehrin sokaklarında kanosuyla gezerek ihtiyaç sahiplerine elini uzatmaktan, mahallede terk edilmiş evlerde mahsur kalmış köpekleri beslemekten ve evinde yalnızlığın tadını çıkararak hatıralara dalmaktan mistik bir zevk alır.

Baraj seti yıkılıp şehri göl suları kaplayınca felaketin boyutu da değişir. Sular evin üçüncü katına kadar yükselir, caddelerdeki sularda cesetlere, etrafı yağmalayan çetelere ve halka yardım götürmekten çok, savaşa çıkmış görüntüsü veren tepeden tırnağa silahlarla donatılmış üniformalı özel timlere rastlar. Kanunsuzluğun kol gezdiği şehirde kimsesizlere yardım etmek bile tehlikeli hale gelmiştir. Birgün kapısı çalınır ve hiçbir açıklama yapılmaksızın apar topar yanındaki iki arkadaşıyla beraber tutuklanıp hapse atılırlar. İlk günler tutuldukları, otobüs terminalinden bozulmuş hapishanenin, kasırga başlar başlamaz derme çatma yapıldığını farkeder. Bu da şehre yardım ulaştırmak yerine, sözde asayişi bu şekilde sağlamanın öncelendiği anlamına gelir. Ortadoğu kökenli tutukluların, hiçbir delil bulunmadığı halde, gördükleri ağır muameleler, Zeitoun''a Irak''taki Ebu Gureyb sahnelerini hatırlatır. Sırf dini ve etnik kimliği sebebiyle maruz kaldığı çirkinlikler onu çok yaralar.

Zeitoun, bu süreçte yaşadıklarından hem fiziksel hem de duygusal açıdan ciddi zarar görür. Üretken, iyi bir Amerikan vatandaşı olmasının bir değerinin kalmaması, adalet duygusunu yerle bir eder. Eşitlik, demokrasi ve Amerikalılık kavramları bütün anlamını kaybetmiştir. Öte yandan eşinden uzun süre haber alamayan, sonunda hapishanede tutulduğunu öğrendiğinde de kendisine ulaşmasına izin verilmeyen Kathy, geçirdiği ağır travmanın etkilerini hayatı boyunca yaşayacaktır.

Kitapta bir ailenin yaşadığı trajediye odaklanarak bir doğal afetin sonuçlarının hangi raddeye gelebileceği ortaya konuluyor. Şehirde kalmaktan başka şansı bulunmayan insanların açlığa, sefalete ve ölüme terkedilmesi, halkın sığınması için tahsis edilen Superdome adlı spor salonundaki mahşeri ortamda yaşanılan can pazarı ve ihmalin akıl almaz boyutlara ulaşması, G. Orwell''ın alegori klasiği Hayvanlar Çiftliği''ndeki tarihi cümleyi akla getiriyor: ''Bütün hayvanlar eşittir, bazı hayvanlar daha eşittir.''

VE SONRASI

Hikayenin sonunda gökten üç elma düşmüş mü? Ne gezer... Zeitoun eve döndükten sonra dört elle işlerine sarılır, yeniden hayata devam etmeye çabalar ancak sağlık problemleri yakalarını bırakmaz. Evde huzursuzluk artar. Ruh sağlığı gitgide bozulan Zeitoun ailesi dağılır, arkadaşlarının ve kendisinin hapishane sürecindeki maddi zararları tazmin edilmez. Hükümetin, eyalet valisinin ve belediye başkanının kriz yönetimindeki ihmalleri ortadayken Federal Acil Durum İdaresi müdürünün ve birkaç polisin görevden alınması dışında, sorumlulardan kayda değer bir ceza alan yok. Peki insan hakları? Belki bir dahaki sefere...

Kitabın Künyesi:

Zeitoun

Dave Eggers

New York: Vintage Books

2009

10 yıl önce