|

Gri Eylül'de düşbozumları

Selvigül K. Şahin'in öykülerinde, yazılış dönemleri geniş bir yelpazeyi kapsasa bile, metne sindirilmiş bir şiiriyet var. Şahin, öykü evrenini kurarken şiirin olanaklarından, şiirsel diye ifade edebileceğimiz kelimelerden, kelimelerin ahenginden ciddi olarak istifade etmiş

OSMAN ALAGÖZ
00:00 - 11/04/2012 Çarşamba
Güncelleme: 21:20 - 10/04/2012 Salı
Yeni Şafak
Gri Eylül'de düşbozumları
Gri Eylül'de düşbozumları

Eylül, kendi şiiriyetini taşıyan ve taşıdığı şiiriyetle de edebiyata tat veren bir aydır. Mehmet Rauf'un Eylül romanıyla biraz daha gelenekselleşmiş büyülü bir havaya bürünmüştür. Hüznün ikiz kardeşi gibi. Baharlar nasıl ki hep bir diriliş beklentisiyle çalıverirse günlerin kapılarını, eylüller de titrek hüzünler taşır zamanın atlas iklimine.

Selvigül Kandoğmuş Şahin de farklı zaman dilimlerinde yayımlanan Hayırlı Haber ve Gülendamın Renkleri adlı iki öykü kitabını gözden geçirerek Eylül Sancısı adıyla tek kitap haline getirdi. İlk bölüm Hayırlı Haber başlığıyla sekiz öyküden oluşuyor. İkinci bölüm ise on bir öyküden oluşan Gülendamın Renkleri.

KELİME İŞÇİLİĞİ

Orhan Okay, bir konuşmasında öyküyü tanımlarken biraz mektup, biraz şiir, biraz denemedir diyordu. Öykü edebiyatın bütün türlerinden beslenen bir damar taşıyor. Anılar, mektuplar, günlükler, denemeler, şiirler… Selvigül K. Şahin'in öykülerinde, yazılış dönemleri geniş bir yelpazeyi kapsasa bile, metne sindirilmiş bir şiiriyet var. Şahin, öykü evrenini kurarken şiirin olanaklarından, şiirsel diye ifade edebileceğimiz kelimelerden, kelimelerin ahenginden ciddi olarak istifade etmiş. İyi bir kelime işçiliği yapmış. Hal böyle olunca, yazılan öyküler de okurun bamteline dokunan öyküler oluvermiş.

Kitabın ilk öyküsü, Eylül Sancısı. İhtilallerle, 11 Eylül'lerle anılan, azığı acılar olan bir öykü. Bir beklenti var. Susuz, çöl gibi yanan, kavrulan bir yazın arkasından eylül yağmurlarıyla yağması beklenen birileri var. Ama bu beklentilerin sahibi, dengelerin alt üst olduğu bir eylül sabahı, gözlerini dünyaya açan yavrusunu kollarına aldığında yorgundur. Dünyanın her neresine düşerse düşsün, o ateşle yanan bir anne var. Bu anne, eylüller bahane edilip de bombalanan yerlerin acısını yüreğinde hissetmektedir dünyanın dengesizliğine inat. Bir yerde köpek mamasına yılda on sekiz milyon dolar harcanırken bir yerde de kıvırcık saçlı, iskelet haline dönmüş insanların aynı televizyon ekranlarında gösterilmesi, eylülün sancısını katmerlendiriyor.

Yaşamın ve aşkın acısı aynı eylül karesinde kendine yer buluyor Şahin'in öykülerinde. Aşka en çok yakışan, edeptir anlayışı içerisinde masum, utangaç, hassas bir dengenin gözetildiği aşklar yer alıyor Eylül Sancısı'nda.


BEN TÜRKÜLERİ

Haz çağına dönüşen bir çağda, edeple taçlandırılmış sevdalar, aşklar şiiriyet yüklü kelimelerle ifade edilmiş. “Gözlerinin utanan ıslaklığında”, “Hala başını kaldırıp gözlerine bakamıyor.”, “Gözlerinin derinine bakamadım.”, “Ürkekliğinde yavru ceylanların utancını buldum.” gibi cümleler Hicret öyküsünde mahcup bir aşkı anlatan ifadelerdir.

Sarı Çiçek öyküsü, bir çocuğun gözünden tabiatı, efsaneyi ve bir sır gibi ölüme yürüyen annenin acısını anlatır. Şahin'in Sarı Çiçek öyküsüne serpiştirdiği yayla havası taşıyan kelimeler, (sarı yayla çiçekleri, gelincikler, çakırdikenleri) kendi çocukluğundan süzülüp gelmiş izlenimi uyandırıyor. Hayalleri koyun sürülerini otlattığı dağların ötesine ait olan bir yayla kızının tabiata olan sevgisi, başka dünyalara olan merakı verilmekte. Bu tabiat havası, dokusuyla, kokusuyla, edasıyla şehrin karmaşasında bunalan insanlara belki bir taze kaçış kapısı aralar.

“Sen bir devsin, içindeki devi uyandır, sen sen sen…” hitabına muhatap olan çağın insanı bencillik anaforuna tutulup “ben ben ben…” türküleri söylemektedir. Kendini önceleyen insanlar çağında bazı değerler unutulmaya yüz tutmuştur. Hayırlı Haber'de ise kendini ailesine, kardeşine adayan bir ablanın hayatın en masum isteklerinden bile vazgeçebilmesi ele alınır. Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez misali, evlilik koridoruna girmeye niyet ettiği bir dönemde kardeşinin o yarı kıskançlık yarı insafsızlıkla -belki küstahlık da denebilir- kendinden önce o koridora girmesine ses çıkar(a)mayan bir ablanın dramı anlatılmaktadır. Görücüler kendini istemeye gelir fakat gelişen hadiselerden sonra kardeşine talip olur. Hayırlı Haber'le Üstü Açık Köy öyküleri nehir öykü olarak karşımıza çıkar. İkinci öyküde kız kardeşin kıskançlık sonrası pişmanlıkları anlatılır.


İMRENECEK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLİM

“Ona imrensem hiçbir şey böyle olmayacaktı belki de. Ama imrenemezdim. O kadar güçlü değildim. Ben ancak kıskanabilir, tembellik yapar, süslenir ve çalım atardım. Böylesi kolayıma geliyordu.”

Kitabın ikinci bölümü Gülendamın Renkleri. Gülendam, gözleri madde âlemine kapanmasına karşın manaya açık biri. İsyansız, tevekkül dolu, elinde olan ve olmayanlarla beraber sınırlandırılmış kısacık yaşamı anlamlandırmaya çalışıyor.

Düşlerinden Yıldız Toplayan Kız, “aşk” ve “eylül” olarak karşımıza çıkıyor. Öyküden daha çok, bir mensur şiir gibi duruyor bu öykü. Utangaç bir aşk. Modern zamanların tükettiği, tüketirken azalttığı aş/k, bu öyküde bir utancı, bir sınırı taşıyor. Mevsimsiz geçilmeyen bir sınır. Sınırlara rağmen dualar ve düşlerle örülmeye çalışılan bir aşk yaşanıyor. Öykü en son modern bir Leyla Mecnun anlatısı olarak bitiyor. Bitiş, yani bir diğerine geçiş. “Anlıyor, hayat onun damarlarında kiremit kuşları gibi yuvasız kalmak. Ve hep sevmek doludizgin. Göklere uzanan sürgünlere sevdalanmak.”

Eylül Sancısı genel hatlarıyla her ne kadar hüznü barındırsa da bu hüzün, inanç ikliminde sabırla taçlandırılarak daha katlanılır bir hal alıyor. Öykülerde hayatın renkleri “gri”, yaprakları “sararmış”, nice “düşbozumları” yaşanmış. “Eller avuçlarda”, “mavi gözlerle” her şeye rağmen yarınlara “ümitle” bakabilenler, “yüreğini ayet ayet büyütenler”, “hasret ve sabırla” “martı çığlıkları” arasında beklemeyi bilenler anlatılmakta.

Selvigül Kandoğmuş Şahin, zapt edebilmekte zorlandığı şiiriyetiyle, gönle dokunur öyküler yazmış Eylül Sancısı'nda. Okurun kendinden bir şeyler bulabildiği, adeta kahramanlarından biri olduğu öyküler, okunduktan sonra bir hüzün bestesinin ilk notaları olarak gönle dokunmuş oluyor.

12 yıl önce