|

Hayat gürültüyle başlar

Yılmaz Yılmaz'ın, ikinci kitabı için öykü seçerken bir hayli titiz davrandığını ve bu kitapla öykücülüğünü gerek öykü tekniği, gerek anlatımdaki başarısı bakımından ilk kitabın çok ilerisinde bir yerlerde konumlandırmayı başardığını söyleyebiliriz

Aykut Ertuğrul
00:00 - 11/04/2012 Çarşamba
Güncelleme: 21:32 - 10/04/2012 Salı
Yeni Şafak
Hayat gürültüyle başlar
Hayat gürültüyle başlar

Sabahleyin Bir Tantana, Yılmaz Yılmaz'ın ikinci öykü kitabı. İlki; “Salik Yola Düşünce” yine Okur Kitaplığı yayınları arasından 2010 yılında çıkmış, edebiyat çevrelerinde hatırı sayılır bir ilgiyle karşılanmıştı. Velûd bir kalem olan, edebiyat dergilerinde sıkça boy gösteren Yılmaz'ın ikinci kitabı için öykü seçerken bir hayli titiz davrandığını ve bu kitapla öykücülüğünü gerek öykü tekniği, gerek anlatımdaki başarısı bakımından ilk kitabın çok ilerisinde bir yerlerde konumlandırmayı başardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sabahleyin bir Tantana dokuz öyküden oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü olan “Tükürük meselesi” nde hepsi “muhafazakâr” camiadan sayılabilecek bir iş adamı ve iki yazar ekseninde tipik, “müteahhitleşen mücahitlerin” ve bu çarpık tekâmüle son nefesine kadar direnen Fikri Erdemli'nin hikâyesi anlatılıyor. Yılmaz'ın sonraki öykülerinde de rastlayacağımız biçim denemeleri daha ilk öyküde okura göz kırpıyor. Klasik bir anlatımdan ziyade olayları bir gazete yazısı gibi kurgulamayı seçmiş bu öyküde Yılmaz. Sonda söyleyeceğimi bu öykü vesilesiyle başta söyleyeyim. Sanki “Tükürük Meselesi”nde biçimsel bir karmaşa var. Öykünün merkezi, Fikri Erdemli'nin hatıratı mı, Fikri Erdemli'nin hatıralarını yayımlayan gazete yazısı mı, Fikri Erdemli'nin hatıralarının yayımlandığı bir gazete yazısını okuyan iki adam mı anlayamadım. Öykünün bir yerlerine düşülecek birkaç cümlecik notla çözülebilecek bir sorundu belki de bu ama okurun önüne bu halde çıkınca küçük çaplı bir karmaşaya sebep oluyor.

Hisseli Hikâyeler Kumpanyası

“Gardiyanın Oğlu”, Yılmaz'ın öyküye -gerek hikâyeler anlatmak, gerek kuramsal yazılar yazmak yoluyla- verdiği emeklerin en çok karşılığını bulduğu, kitabın en iyi öykülerinden biri. Kitabın anahtar cümlesi, aslında hissesi şu cümlede gizli: “Hâlbuki ben bugün için, yarın için, haftasonu için, aysonu için ve dahi yıllar sonrası için ne hesaplar yapmıştım, ne hayaller kurmuştum.” “Gardiyan'ın Oğlu” öyküsünün baş karakteri “gardiyanın oğlu” gardiyan Bayram, klişe bir karakter ama Yılmaz'ın yeteneği de burada ortaya çıkıyor. Klişe deyip geçeceğimiz öykü karakterlerini, tekrar edile edile yıpratılmış “hikmet”leri, içtenliği ve çabasıyla dokunulabilir, okunabilir, sevilebilir yeniden anlaşılabilir karakterler, sözler haline getiriyor. Onları yığının arasından çekerek yeniden anlamına kavuşturuyor. Bilinçli yapılıp yapılmadığının cevabı elbette yazarın kendisindedir ama bu nereden bakarsanız bakın cesaret isteyen bir iş. Küçük bir şerh; Yılmaz'ın karakterleri kendi kendine fazla konuştuğu için eleştirilebilir. Yılmaz'ın bu tip öykülerinde hem üslup hem anlatılan şey, hem hissesi açısından gerek söyleşilerinde gerek yazılarında sıkça andığı Mustafa Kutlu etkisinden söz edilebilir. Bu iyi mi? Çok okunan, çok söz edilen, çok saygı duyulan ama iş etkiye gelince bu çokluktan ne yazık ki söz edemeyeceğimiz Kutluvari öyküler, Türk öykücülüğü ve Yılmaz öykücülüğü - basit bir taklit, etkilenmeden çok genç bir öykücünün usta bir öykücünün yolundan kendi yorumuyla ilerlemesinden bahsediyorum- açısından düşününce benim kanaatim iyi olduğu yönünde.

Sahici karakterler

“Evde Yok Çocuklar” da kitabın iyi öykülerinden. Modern zamanların etkisine maruz kalan, değişen, dönüşen küçük insanların halleri, “yaşayan, nefes alan, tanıdığımız insanlar” Yılmaz'ın öykü evreninde hatırı sayılır bir yere sahip. “Evde Yok Çocuklar” öyküsünün “trial sürüm” bir kadınlar gününe gidip çocuklarını başarılı olsunlar diye yarış atı gibi kurstan kursa koşturan ve bununla övünen anneleri görünce afallayan karakterinin sahici tespitleri mesela: “Annesinin küçük bir çocukken, mızmızlanıp da uyumadığında anlattığı umacı kadın tiplemesini hatırladı. Saat sekizi geçtiği ya da dokuzu vurduğu halde hala uyumamış çocuk varsa işte bu umacı kadın evlere sızıp -kapıyı kilitlerim iyice anne, giremez ki, girer o, bacadan girer kara suratıyla ya- sırtında taşıdığı kirli torbaya atarmış çocukları. Bu kadınların evleri umacı kadın tarafından ziyaret edilmiş gibiydi. Bu; bacasız tıknefes evlerde umacının varlığı geziniyordu sanki.”

“Suç ve Kazâ” kitabın son ve en hacimli öykülerinden. Market sahibi İhsan Yenice'nin zatında bir Müslüman esnaf anlatılıyor. Öyküyü adından da anlaşılacağı gibi Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sına Müslüman bir öykücünün verdiği kıvamında bir karşılık olarak kabul edebilir miyiz? Bir Müslümanın hayatında üzerine atılmış suçtan dolayı bile olsa kirliliğe, tereddüde, ihanete, büyük ruhsal sarsıntılara rastlanmamalı diyor Yılmaz öyküsüyle adeta. İhsan Yenice, unuttuğumuz, hatırlamamız gereken bir esnaf, bir insan.

Öykücü yola düşünce

Yılmaz Yılmaz, gerçek hayattan beslenen bir öykücü; inşa ettiği öykü evreninde ithal bunalımlara, sayıklamalara yer yok; bu yüzden karakterleri, öykülerinin atmosferi sahici ve içten. Tam da bu sebepten, iyi becerdiği diyaloglardan kaçınmamalı, yan karakterleri konuşturmaktan korkmamalı bence. Böylece Gardiyanın Oğlu öyküsünden bahsederken altını çizdiğimiz “kendi kendine konuşan” tipler handikapından da kurtulabilir. Bu handikap tam olarak bir kusur da sayılmaz aslında, bir seçim diyebiliriz buna daha çok. Benimkisi sadece okumak istediğim, yakıştırdığım “şey”den bahsetmek… Yoksa Yılmaz Yılmaz daha şimdiden ustalık yolunda ilerleyen, bu işin mutfağında pişen, öykü üzerine düşünen, yazan çalışkan bir öykücü. Sabahleyin Bir Tantana ise bir ikinci kitaptan beklenen en önemli kıstasları rahatlıkla karşılıyor: Öykücülük yolunda ilkinden ileri bir adım atmış olmak, bir yola-meseleye- talip olmak, kendini tekrardan kaçınmak…

12 yıl önce
default-profile-img