|

Hilekâr hayat Neden ben

Eliot, sanatta yaşarlığını sürdüren duyguların şahsi değil objektif olduğunu söyler. Bir şairi ilgiye değer kılan şahsi duygu, heyecan ve deneyimleri değildir. Duygunun objektif veya evrensel olabilmesi için şairin şahsiyetinden kaçabilmesi gerekir. İhsan Deniz'in Baht-ı Siyah'ı bu doğrultuda değerlendirilmelidir.

Ali Duman
00:00 - 12/03/2009 Perşembe
Güncelleme: 09:06 - 12/03/2009 Perşembe
Yeni Şafak
Hilekâr  hayat Neden ben
Hilekâr hayat Neden ben
"Tecrübelerimden öğrendiğime göre, orta yaşa yaklaşan bir yazarın üç tercihi vardır: Yazma işine son vermek, "daha büyük bir ustalıkla" kendisini tekrar etmek veya "kendisini orta yaşa adapte ederek" farklı bir yazma şekli geliştirmek." T.S. Eliot

'80 kuşağının önemli isimlerinden İhsan Deniz, çeyrek asra yayılan bir şiir verimini "Buz ve Fire" adı altında toplayarak okurla buluşturmuş, 2007 yılında yayınladığı "Daima Unutma" ile de şiirinin halkasını genişletmişti. Deniz'den bu kez bir "uzun" şiir, "Baht-ı Siyâh" çıkageldi geçtiğimiz günlerde. "Baht-ı Siyâh", Asa Kitabevi bünyesinde kurulan "İpek Dili" tarafından yayımlanmış. 22 bölümden oluşan "Baht-ı Siyâh", ilk bakışta Deniz'in bugüne dek yazdığı şiirin farklı bir terkibini, daha doğrusu panoramik bir manzarasını sunuyor okura. Bu noktada Deniz'i yer yer ilk şiirlerinin atmosferine taşımış olması bakımından bir sürpriz tadı barındırsa da herhangi bir hamleyi/atılımı ima etmediği söylenebilir. Ancak "çeşitli formların/tarzların denendiği" bu şiire ilişkin hüküm vermekte acele etmezsek, karşı karşıya kalacağımız manzara öncekinden bir hayli farklı olacaktır.

İhsan Deniz'in İkinci Yeni ekseninde bir çıkış arayan ilk şiirleri kimileyin bir yeknesaklık izlenimi bıraksa da konuşma dilinin rahatlığı içinde yol alır. Bir söz ırmağına dönüşen bu şiirlerde ilhamın bereketine "kelimelerin hummalı karmaşası"nın eşlik ettiği dikkatli gözlerden kaçmaz. Deniz şiirini rafine ettikçe ve "metafizik olan"a kapı araladıkça dip akıntılar da su yüzüne çıkmaya ve köpüklenmeye başlar:

zehir saçan ağaçları yokladım

tapınan canlı kalmadı gözlerime

Şairin Cansever, Karakoç, Zarifoğlu etkileriyle yoğrulan ilk döneminin en yetkin ürünleri "Adımlarımın Gizli Sokağı"nda bir araya gelir. Adımlarımın Gizli Sokağı, Deniz'in kat ettiği, aynı şiirin içinde kalındığı takdirde aşılması son derece güç bir mesafeye işaret eder.

Deniz şiirindeki "kırılma noktası", daima vurgulandığı gibi "Perdeler"dir. Metafizik ürperti, Necip Fazıl' hatırlatan yabanıl söyleyişleri, bir "ego-patetizm"i çağırmakta; şair "hafakan" kelimesinin açılımlarını mülk edinmektedir. Azap içindeki 'kaotik ben' bir "entelektüel buhran"ı yansıtarak cisimleşir.

Hilekâr hayat! Neden ben?

Zaman, artık hasta!..

Bir ara kitap, geçiş kitabı gibi görünse de kanımca "Perdeler" Deniz şiirinin önemli hesaplaşmalarından birinin, bir samimiyet ânının tanığıdır. İkinci dönem İhsan Deniz şiirinin en karakteristik ve en dikkate değer verimi ise "Gecediloldu"dur. Bu dönemde şiiri aklın süzgecinden geçiren dil işçiliği kadar avangard arayışları da berraklaşır Deniz'in. Şiirin hammaddesinin bir plastite sürecine tabi tutulduğu 'usta işi' şiir, ancak iyi eğitilmiş bir duyarlılığa hitap eder.

Hurûfî Melâl'in yayımlanmasını takiben gerçekleştirilen bir söyleşide vurgulamak gereği duyar İhsan Deniz: "Şiir çizgimin iki ana eksende yol aldığı söylenebilir/söyleniyor. Perdeler'e kadar gelen çizgi ve sonrası… İlk çizgide, örneğin Adımlarımın Gizli Sokağı'nda "şiddet" öğesi baskındır. İkinci çizgide, örneğin Gecediloldu'da "ben" hissi/söylemi hiç ortaya çıkmaz, gizlidir. Bunu fark eden olmadı bugüne kadar, onun için söylüyorum."

Deniz'in bu tesbitine katılmamak mümkün değil elbette. Ancak tamamlamakta fayda var: 'Ben' hissinin/söyleminin ortaya çıkmaması, Eliot'un "şahsiyetten kaçma" biçiminde ifade ettiği olgudur ki Deniz şiirinin yalnız ikinci dönemini değil ilk dönemini de yakından ilgilendirir. Nitekim Adımlarımın Gizli Sokağı'ndaki "Hat" şiirinde yer alan "iki tarihim oldu/biri benden içeri,biri benimle sivrilen" mısraları kanımca Deniz şiirindeki "kırılma noktası"nın yalnız Perdeler'e denk düşen bir anlamı olmadığını, Deniz'in bu kırılmayı bir gerilim olarak şiirinin başlangıcından beri taşıdığını göstermektedir. Aynı şiirde şöyle der İhsan Deniz: "oysa gördüğüm bütün şeyler benim gözüm/benim sözüm duyduğum bütün sesler, ifadeler:/şaşırıyorum" Bu noktada İhsan Deniz'in ilk kitabının epigrafı olan "herkes için şiirler" ibaresi ile ikinci kitabına seçtiği "Yalnız Sana Söylenen" ismi oldukça manidardır.

Eliot erken tarihli denemelerinden "Gelenek ve Şair"de, sanatta yaşarlığını sürdüren duyguların şahsi değil objektif olduğunu belirtir. Bir şairi ilgiye değer kılan şahsi duygu, heyecan ve deneyimleri değildir. Duygunun objektif veya evrensel olabilmesi için şairin şahsiyetinden kaçabilmesi gerekir. Şahsi tecrübeden evrensel tecrübeye yükselen bir şair artık bütün insanlar için/adına konuşmaya başlamış demektir. Duygu ve düşüncenin karşılıklı işleyişi şairin şahsi duygularını "kolektif" hale getirmesini sağlamakta, bir "kolektif ben durumu" yaratmaktadır bir bakıma. Bu noktadan hareketle denebilir ki İhsan Deniz şiirinde "pesimizmle beslenen 'ben' algısının ve yörüngesinin giderek 'kaotik' bir 'ben' eksenine kayması"na karşılık gelen bir "denge" unsurudur "kolektif sübjektivite". Nitekim Deniz'e göre şiir bir "varoluş dengesi"dir. Kaotik ben algısı ise "his örtüsü"nü yırtarak yüzeye çıktığı, şairin kendisini geminin direğine bağlamış bir Odysseus gibi belirdiği "Perdeler" hariç her iki dönem şiirinde de kaçırıldığı iç bölgelerde 'gizlice' ışık saçmayı sürdürür. Eliot'un ifade ettiği gibi şiir "şahsiyetin ifade bulacağı bir sanat ortamı değildir. Şiir duyguların başıboş kalması değil, fakat şahsiyetten kaçıştır. Bunun ne kadar zor olduğunu ancak kaçacak bir şahsiyete ve duygulara sahip olanlar bilirler."

Eliot'a göre "şahsiyetten kaçma" bir 'ustalık' göstergesidir. Ne var ki Yeats'in şiiriyle ilgili 1940 tarihli denemesinde "şahsiyetten kaçma" konusundaki görüşlerini gözden geçirme gereği duyar Eliot. Sanatta nesnelliği yakalamanın şahsiyetten kaçan 'ustalık'a göre daha "kolay" bir yolu vardır: Sanatçının şahsiyetinde erişeceği olgunluk. "Şiirde şahsiyetten kaçışın ikinci şekli ise , şairin çok yoğun bir şahsi tecrübeyi, tecrübenin özelliğini muhafaza ederek evrensel bir gerçeğe, bir sembole dönüştürebilmesiyle mümkündür. İlk şiirlerinde büyük bir ustalıkla şahsi tecrübesini nesnel bir şekilde ifade edebilen Yeats, ikinci şekilde de büyük bir şair olduğunu ispat etmiştir."

"Baht-ı Siyâh", Eliot'un bu satırlarda sözünü ettiği doğrultuda değerlendirilmesi gereken bir kitap kanımca. Şiirinde zonklayan varoluş hafakanını geniş bir perspektife, "hiperbolik şiir"in odağına yerleştiren Deniz, uzaya "kendi biçimini çiziyor" deyim yerindeyse. "Baht-ı Siyâh" bu bakımdan Deniz şiirindeki yeni bir yol ayrımının, bir aşamanın ilk derli toplu ifadesidir. Şiiriyle ulaştığı menzil, şüphesiz "usta" bir şair olarak karşımıza çıkarıyor İhsan Deniz'i. Bununla birlikte görebildiğim kadarıyla Deniz'in ustalığı, en önemli özelliği sayılmak gereken şiirinin araştırıcılığı ve sürekli gelişmesine engel teşkil etmez. Deniz, şiire adanmışlığı bakımından handiyse kuşağının bütün şairlerinden ayrılır. "Orta yaşa yaklaşan" bir şairin "hala genç ve diri" kalmasını açıklayacak başka bir formül bilmiyorum ben. Okuyan gözlerin "Baht-ı Siyâh"ı bulmasını diliyor, İhsan Deniz şiirinin geleceğine inancımı belirtmeyi gerekli görüyorum. Biliyorum ki "Sanatçı sadece büyük kudret sahibi olduğu için -kendisine Sar Peladan'ın verdiği adla- "kral" olmakla kalmaz, görevinin büyük olması anlamında da kraldır."


Baht-ı Siyah

İhsan Denz

İpekdili Yayınları

22 bölüm

15 yıl önce