|

İnsan olma sanatı

'İnsan'ı yaratılış gerçeğinden yola çıkarak ele alan Mehmet Yaşar Soyalan, İşaret Yayınları'ndan çıkan İnsan (Melekten Yüce Şeytandan Alçak) adlı çalışmasında insanı irdeliyor. İnsanın çelişkisinin yaradılış gerçeğinde saklı olduğunu dile getiren Soyalan, imtihanın da şükür ve nankörlük arasında gidip gelerek verildiğini söylüyor.

Cemal Şakar
00:00 - 25/07/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:07 - 24/07/2012 Salı
Yeni Şafak
İnsan olma sanatı
İnsan olma sanatı

Kendi hakkında düşünen, yargıya varan ve konuşan tek varlık insandır. Allah'ın bahşettiği akıl ve irade nimeti sayesinde durmaksızın seçimler yapan insan, yaptığı bu seçimlerle yolunu belirler. Tuttuğu yol, kendi hakkında kararlar veren insanın istikametidir. Sorun, tam da bu istikametinden belirlenmesinde ortaya çıkar. Akıl ve iradeyle müşerref olmuş insan ya bunun gereği olarak yüklendiği emaneti yerine getirecektir ya da kendisine verilen nimete nankörlük ederek zincirlerinden boşanacaktır.

Kur'an merkezli çalışmalarıyla tanıdığımız Mehmet Yaşar Soyalan, İşaret Yayınlarından çıkan İnsan Meleklerden Yüce Şeytandan Alçak adlı kitabında, "Kur'ân'dan bakıldığında insan nasıl görünüyor" sorusunun peşinden gidiyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. I. bölüm: İnsan ve Kimliği; II. bölüm: İnsan ve Sorumluluğu. I. bölüm, adından da anlaşılacağı üzere daha çok insanın ne'liği, nasıl'lığı üzerine. İnsanın kimliği ve varoluş serüveniyle başlayan bölüm, daha çok 'insan olmanın tezahürleri' üzerinde durmaktadır.

İnsana isimler öğretildi

İnsanın yeryüzündeki yolculuğu kolaylaşsın diye kendisine isimler öğretilmiş ve kelimeler verilmiştir. "Ondan, bir insan olarak tüm zaaflarına rağmen 'isimlere' ve 'kelimelere' sadık kalması ve yeryüzünü ifsat etmemesi beklendi" diyen Soyalan'a göre; o, beklentileri çoğu zaman boşa çıkardı ve şeytanın peşinden koşmaya devam etti: "Oysa kendisine fücûr ve takvâ diye iki yol ilham edilmişti (Şems/8). Bunun sonucunda ya şükredici ya da nankör olacaktı (İnsan/3)."

Zaten kitabın adı da, insanın bu temel çelişkisine gönderme yapmaktadır. İnsanı said ya da şaki kılan değerler belirlenmiştir, bildirilmiştir; bu noktada insan mazeret beyan edemez. Kendi kimliğini inşa etmek için durmaksızın seçimler yapan insanın önünde iki yol vardır, ya kendini yücelten ya da alçaltan değerleri seçecektir. M. Yaşar Soyalan, bu noktada özellikle 70. surenin 19-34 ayetlerini merkezi alır ve insanın tarih boyunca genellikle kendisini alçaltan şeyleri seçtiğini, dahası bu alçak şeyleri ulvi değerlermiş gibi pazarlamaya çalıştığını söyler: "Evet, şeytanın şeytanlığı bu noktalardadır ve tüm marifetini de insanoğlunun beyninde ve yüreğinde gösteriyor. Şeytanın becerilerinin başında, çirkin ve pis olanı, temiz ve güzelmiş gibi göstermek geliyor. Hatta insanlaşmış şeytan daha da ileri giderek, temiz ve güzel olanı, çirkin ve pis olarak gösterebiliyor."

Yeterlilik azgınlaştırır

İnsan, eşref-i mahlukat ile belhum edall arasında kimliğini inşa etmeye çalışır; muhlis, mümin, müslim, muttaki, sadık olabileceği gibi; cahil, zalim, nankör, kan akıtıcı, kibirli, ifsat edici de olabilir. İnsanın kendini yeterli görmeye başladığı andan itibaren mutlaka azgınlaşacağını Kur'an (96/6) beyan etmektedir. Soyalan'a göre; "Onun bu tavrı, her şeyi, var olan tüm doğal ilişki biçimlerini bozar, evrendeki bütün dengeleri alt üst eder. Böylece ekini ve nesli helak ediyor (2/105), İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat meydana geliyor (30/41). Ve insan çirkin yüzünü göstererek dünyanın içinde düştüğü kötü durumdaki en büyük payın kendisine ait olduğunu da ortaya koymuş olur."

Yeryüzünde bulunuşunun nedeni olan nimetlere sırt dönerek nankörlük eden insan, böyle yapmakla azgınlaşır ve yüklenmesi gereken sorumluluklara karşı da lakaytlaşır. Kitabın II. bölümünün meselesi de genellikle sorumluluklar karşısında insanın tavrıdır. Bu bölüm daha çok 'ben ve biz' problemi etrafında ilerler. Eşref-i mahlukat bilinciyle kimliğini inşa eden insan, önce ben'liğinin farkına varır; bu farkında oluş, onu diğerlerine karşı tavrını da belirler. Çünkü insan, tek başına yaşayabilen bir varlık değildir; her halükarda başkalarına muhtaçtır. Muhtaçlığı onu toplumsal bir varlık yapar. Burada önemli olan, tıpkı insanın bireysel tercihlerini belirlerken izlediği yol gibi, toplumsal hayatın da hangi değerler etrafında kurulacağıdır. Soyalan'a göre; "İsim/kimlik önemli değil, iş önemlidir, niyet önemlidir denilebilir; işin ve niyetin önemli olduğu doğrudur, ancak nasıl ki işsiz, daha doğrusu Salih amelsiz ve niyetsiz/amaçsız bir ismin herhangi bir anlamı yoksa o isim öncelikle onu cehennem azabından kurtarmazsa: çünkü Rabbimiz; İman ettik demekle bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? (29/2) demektedir, hedefi belirlenmemiş, niçin ve kim adına yapıldığı belli olmayan bir 'iş'in de fazla bir anlamı olmayacağı; yetlerimizi ve ahrete kavuşmayı yalanlayanların amelleri (işleri) boşa çıkmıştır (7/147) âyetiyle açık bir şekilde ortaya konmuştur."

Yeryüzünün halifesi

Yeryüzüne Allah'ın halifesi olarak atanan insandan, hem bireysel hem de toplumsal sorumluluklarını buna uygun olarak yerine getirmesi istenmiştir. Böylesi bir sorumluluğu yerine getirebilmesi için insana isimler öğretilmiş ve kelimeler verilmiştir. Bu bağlamda M. Yaşar Soyalan Sonsöz'de insanın yeryüzü macerasını şöyle özetler: "İnsanoğlu, çamurdan inşa edilip, 'ruh'un üflenmesi' ile hayat buldu. İsimlerin ve kelimelerin verilmesiyle yeryüzüne bir 'sorumlu' olarak gönderildi. Ona, ruhun üflenmesi, yani, isimlerin ve kelimelerin verilmiş olması, insan kılınması, onun 'çamur'dan inşa edilmiş olması özelliğini ortadan kaldırmadı. Bu özelliklerine rağmen o, daha çok 'kan akıtan', 'fitne çıkaran' bir varlık olarak algılandı. O, kendisini böyle algılayanları da hiçbir zaman haksız çıkarmadı."

Bizde, her şeyin her geçen gün daha kötüye gittiği gibi bir algı var. Oysa durum böyle değil. Tarihin her döneminde insan hep aynı ağırlıkta ve yoğunlukta bir sınava tabi tutuldu. Değişen sadece araçlardır. Ne yazık ki tarih boyunca insan genellikle heva ve heveslerine uyarak şeytanlaştı ve şeyatin ile beraber hareket etti. Özünde 'mülk' mücadelesi şeklinde cereyan eden insanlık tarihi boyunca bütün olumsuzluklara rağmen, Allah'ın hidayeti hep insanlarla birlikteydi ve Allah'ın eli; hidayet üzre biatlaşanların elinin üstündeydi.

İnsan için her zaman yeniden başlama fırsatı vardır ve tövbe yeniden başlamaktır: "İnsanoğlunun 'kim' olduğunu sorgulaması, bu işin başlangıç noktasıdır. Bu noktayı tespit etmiş olan, bundan sonraki aşamaları zaten kendisi bulur veya oluşturur," diyen Soyalan, bu kitapta, başlangıç noktasının tespitine yönelik bir sorgulama yapmaya ve o noktayı göstermeye çalıştığını belirtir.



12 yıl önce