Edebiyatımızın çalışkan kalemlerinden Enis Batur son kitabı 60 mm Dizüstü Meşkler ve İçcep Meşkleri adlı kitabıyla bir kez daha okurla buluştu. Lirik ile dramatiğin komik ile trajiğin arasında dolaşan denemelerden oluşan kitap, kısanın aslında upuzun, minyatürün pekala üçboyutlu, romanın istenirse birkaç satır olabildiğine kanıt olma iddiasında.
Enis Batur kimi zaman bir 'küçük e'nin nasıl elde edileceğine kafa yormuş kimi zaman dilde tekrarlayıp durduğumuz tik'lere… Arada çıkıp Sami Hazinses'le röportaj yapmış. Truman Capote'un kendi kendine yaptığı röportajları andırıyor. Kitapta ayrıca dünya hikayelerine göndermeler de var.
Dilin tiklerine dair kitapta ilk karşımıza çıkan kavram Canikom. Yazar söze şekerim ve tatlım deyişleriyle başlıyor. Acaba onlar ne zaman pelesenk oldu dilimize? Sahi ne zaman? Sweet ya da honey'nin bu kullanımları tetiklediğini düşünüyor Batur. Ama ne zamandan beri? Yeterince köken araştırılması yapılmadığından yakınarak sözü Canikom'a getiriyor. Can'dan yola çıkıldığı konusunda bir fikri var. Ama kim nasıl türetti de geldi dilimize Canikom orası meçhul işte.
Bir başka denemenin konusu ise Ayol. Sözlüğe giren, tanımlamaya geldi mi dil bilgininin işini zora sokan bu dil tiklerinden Ayol'un dişi kimliğine vurgu yapıyor sonra. Bizde kelimeler dişil ya da eril değil malum. Ama iş tiklere gelince değişiyor. Ayol'u kullanan bir erkek bulmanın ne denli güç olabileceğinden bahsediyor. İşin bir de yazma tikleri var. Batur, Adeta'sız atılamayan başlıklardan, belki de bir tik sözlüğüne ihtiyaç olduğundan bahsediyor.
Kitaptaki kimi başlıklarda ise nesneler mevcut. Hangi nesne yazara ne hissettiriyorsa, ne hatırlatıyorsa yazının konusu o. Tabi hatırlattığı her şey değil. Bunlar Batur'un şimdi yazmak istedikleri. Aynı nesneler hakkında yazılacak daha çok öyküsü vardır elbette. Su Şişesi'ne bakıp plastik şişelere duyduğu nefreti paylaşıyor okuruyla. Çocukluğuna dönüyor. Cam şişeleri hani şu hasır kafesli olanları yadediyor. Aslında dert sadece su şişesinde değil. Dert plastikle. Modern dünyanın uygarlık kavramını örseleyen simgelerin başına koyuyor plastiği.
Mandalda öne çıkansa kadın vücuduna benzerliği. Mandal adlı deneme de kadın gövdesine benzettiği bir mandalı örnek göstererek marangoza kendi boyutlarına yakın bir mandal yaptıran ve o mandala aşık olan bir adamın hikayesi.
60 mm Dizüstü Meşkler ve İçcep Meşkleri'nde bir de fotoroman var. Fotoğrafsız. 6 dikdörtgenden oluşuyor. Bir sahaf dükkanında aynı kitaba uzanan Tarık İle Çiğdem'in öyküsü bu. İkinci dikdörtgende karakterleri daha yakından tanıyoruz. Üçüncüsünde evlenmiş tatile çıkmışlar. Beşinci dikdörtgende ise bu hoş gidiş ayrılık hüznüyle kesintiye uğruyor. Batur'un kaleminden o dikdörtgen:
Evdeler. Pazar geceleri çalışmıyor Tarık. Televizyonun karşısındalar, TRT II'den, Rosselini'nin güzelim Paisa'sını izliyorlar, çıt çıkmıyor salonda. Uzanıp kumandayı alıyor Çiğdem eline, ekran görüntüyü yutup kararıyor. “Ben, ayrılmak istiyorum”. Bu cümlenin anlamıyla filmde son duyduğu konuşmalar arasında bağlantı kurmaya çalıştığını algılıyor Tarık. “Başkası mı var?” Kelimeler ağzından çıkmadan, bu basmakalıp soruyu sorduğu için utanmaya başlıyor aslında. Bir süre yanıt vermiyor Çiğdem, neredeyse haklı kılmak istiyor o soruyu. Sonra konuşuyor: “Başkası var ama işin kötüsü, o başkası benim”