|

Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Sınıra Yakın, geniş yelpazeli, büyük bir roman. Her büyük roman gibi insanın evrensel hallerinden alıyor enerjisini. Bir coğrafyayı toplumsal ve kültürel yönleriyle başarıyla ele alan Sınıra Yakın, aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın/sınırın iki yanında sistem eliyle ezilen insanların görünüşte farklı olsa da mahiyet olarak birbirine çok benzeyen trajedilerini gözler önüne seriyor

İrem Ertuğrul
00:00 - 16/05/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:27 - 16/05/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Yola çıkmaya hazır mısınız? Bir kaç yedek kıyafet, tırnak çakısı, ıslak mendil, diş macunu, fırçası... Tayler Durden olsa tek kullanımlık yol arkadaşları, diye eklerdi. Bu iki günlük bir yolculuk, zaten biz de Amerikalı değiliz; tek kullanımlık olamaz bizde bir insan. İnsan en iyi yolculukta tanınır, diyen bir gelenekten geliyoruz nihayetinde. Bu konuda anlaştıysak yola çıkabiliriz. Cihan Aktaş'ın pasaportsuz davetlisi olarak.

Cihan Aktaş'ın üçüncü romanı Sınıra Yakın, Laleli'den Tahran'a giden bir İran otobüsünde geçiyor. Roman, Azeri asıllı bir Tahranlı olan Efsane'nin gözünden anlatılıyor. Yolculukla eş zamanlı ilerleyen olay örgüsü, Efsane'nin flashbacklerle anlattığı kendi hikâyesinin yanı sıra isimli isimsiz diğer yolcuların, dinlenme tesislerinde karşılaşılan insanların hikâyeleriyle de zenginleşerek büyük bir tabloya dönüşüyor. Neler yok ki bu tabloda! İran'ı devrime götüren sürecin ve devrim sonrasının insan odaklı katmanları, Laleli'den Sivas'a, Doğubayazıt'a birbirinden farklı Türkiye manzaraları, Köln'den Amerika'ya gurbetçiler; mülteciler, dağılan aileler ve aşk.

Öykü ve romanda olduğu kadar inceleme-araştırma türünde de önemli eserler vermiş; kadın sorunlarından sinemaya, İran Devriminden Türkiye'deki başörtüsü sorununa birçok konuda çalışmış, düşünmüş çok yönlü bir yazar Cihan Aktaş. Sınıra Yakın, yazarının tüm bu meziyetlerinden nasibini almış bir roman olarak çıkıyor karşımıza. Hikâyeci bakışı, araştırmacı yorumu, romancı titizliği ve disiplini; hepsiyle beraber Cihan Aktaş'ın neredeyse altıyüz sayfa boyunca pürüzsüz ilerleyen akıcı dili.

Bir devrim gazisi

Romanın baş karakteri Efsane, bir devrim gazisi. Dokuz yaşında katıldığı mitingde kendisine isabet eden kurşunla sol kolu hissizleşmiş. Buradan başlayarak “kayıp” metaforunu romanın odak noktası olarak okumak mümkün. Efsane'nin kayıp kolu, kaybettiği aşkı Selman, kaybettiği annesi Pervin Hanım, devrim zamanında İran'dan kaçıp Köln'e yerleşen komünist ablası Mina, otobüsteki pasaportu kayıp yolcu, Kızını Arayan Adam, kızını geride bırakan Süreyya Hanım...

İki günlük otobüs yolculuğu, boşlukları doldurma misyonu üstlenmiştir bir bakıma: Efsane pasaportsuz yolcu Kuruş'u sebepsizce, aşık olduğu Selman'a benzetir. Müjgan Hanım ikide bir Efsane'yle kızı arasındaki ortak özelliklerden söz eder. Yine Efsane, Mehsa'yı arkadaşı Zehra'yla özdeşleştirir.

Cihannema Tur'un yolcuları, yolculuk boyunca kendi eksiklikleriyle, kayıplarıyla yüzleşirken Aktaş'ın hünerli anlatımı sayesinde İran ve İranlılar ile ilgili bilgisi “Türkiye İran olsun/olmasın” paranoyasından ibaret olan biz Türkiyeli okurlar da kendi kaybımızın izlerine rastlarız.

Ve hesaplaşmalar... Efsane'nin kendi içindeki hesaplaşmaları, İran'ın iç hesaplaşmalarıyla karışır. Ciddi eleştiriler yapar Cihan Aktaş, Efsane'nin gözünden. Koyu bir devrim yanlısı olan Efsane, gümrükten Almanca kitaplarını, Metallica cdlerini geçirmekte zorlanacaktır. Kendisi isteyerek örtündüğü, hatta devrim gazisi olduğu hâlde, pantolon eteğinin üzerine giydiği uzun bol ceketin alttan bir düğmesinin açık olduğunu görüp “Düğmeni ilikle hanım,” diye kendini uyaran görevliye tahammül edemeyecektir.

Son özgürlük saatleri

İran sınırından geçmeden son özgürlük saatlerini doyasıya geçirmek isteyen yolcular, otobüsün dar koridorlarında dans etmeye çalışıyorlardır. Sınırdan önceki son mola yerinde dahi başını örtmeyen, geciktiren kadınlar vardır etrafında.

“Yaldızlı mavi bir far sürmüş Zoya, dudakları da çingene pembesi renginde. İkide birde elini başının üzerine doğru atıyor, geri çekiyor. Başında kaymış bir örtü bulunduğunu sanıyor, başı açıkken bile o örtüyü benliğinde taşıyor, kayıtsızca. Gümrük kapısında çantasındaki buruşuk şalı çıkartıp bir kahırla başının üzerine konduracaktır.”

Efsane'nin henüz lise öğrencisiyken, videonun yasak olduğu dönemde film tutkunu annesine el altından film temin ettiği için polise şikayet ettiği Müjgan Hanım da tesadüfen otobüstedir. Baskından sonra sinir hastası olan, evini barkını terk edip uzaklara taşınan Müjgan Hanım, Efsane'nin geçmişiyle yüzleşmesini gerektiren bir sınavdır artık.

Sınıra Yakın, geniş yelpazeli, büyük bir roman. Her büyük roman gibi insanın evrensel hallerinden alıyor enerjisini. Bir coğrafyayı toplumsal ve kültürel yönleriyle başarıyla ele alan Sınıra Yakın, aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın/sınırın iki yanında sistem eliyle ezilen insanların görünüşte farklı olsa da mahiyet olarak birbirine çok benzeyen trajedilerini gözler önüne seriyor. Romanın finalinde sınırdan içeri girmeyi reddeden çocuk ve onu aramak için Ağrı Dağı eteğindeki ovaya dağılan yolcular başka bir göçmen yazar olan Nabokov'un otobiyografik romanı Konuş Hafıza'nın misafiri oluyorlar adeta: Beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka birşey olmadığını söyler.

12 yıl önce
default-profile-img