|

Modern zihniyetin kültürel genetiği

Besim F. Dellaloğlu, romantizmin “modern zihniyetin kültürel genetiğinin araştırılmasında bir turnusol kâğıdı” olduğunu ileri sürüyor

Ali Duman
00:00 - 13/04/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:25 - 12/04/2011 Salı
Yeni Şafak
Modern zihniyetin kültürel genetiği
Modern zihniyetin kültürel genetiği

Modernlik, Batı'ya özgü bir fenomen olarak doğmuştur; romantizm ise modernliğin bağrından modernliğe karşı bir isyan. Elbette bu isyan kendisini sanat –ve bilhassa şiir– aracılığıyla ifade ediyor ancak asıl hüviyetini kaynağını Platon'da bulan mimesis estetiğinden kopmak sureti ile kazanıyordu. Mimesis kavramı, sanatı ilkin Platon felsefesine, giderek akla ve nihayet iktidara tâbi kılan bir anlayışın hülasasıdır ve ağırlığını aşağı yukarı on sekizinci yüzyılın sonlarına kadar hissettirmiştir. Sanatın varlığına ancak ve ancak “hakikatlerin felsefi gözetimi altında” ise katlanabilen söz konusu anlayışa karşılık romantizmin tezi, Alain Badiou'nun işaret ettiği gibi “yalnız sanatın hakikate kâdir olduğu”, “felsefenin işaret etmekten öteye gidemediği şeyi sanatın gerçekleştirdiğidir.” Keza Isaiah Berlin de romantikliğin “Batı'nın tarihinde güzel sanatların yaşamın diğer yanlarına başat duruma geçtiği, sanatın yaşam üstünde bir çeşit tiranlık kurduğu belki ilk dönemi oluşturduğunu, bunun bir bakıma romantik akımın özü olduğunu” söyler.

Ölümünden sonra, “Romantikliğin Kökleri” adıyla kitaplaştırılan konferanslarında Berlin, romantizmin sadece güzel sanatları ilgilendiren bir akım olmadığını vurgulamış ve Romantik Devrim'in “Batı'nın yaşamındaki bütün değişikliklerin en derini ve en kalıcısı olduğunu, etkileri tartışılmayan üç büyük devrimden –İngiltere'deki endüstriyel, Fransa'daki siyasal, Rusya'daki toplumsal ve ekonomik devrimlerden– daha az kapsamlı olmadığını” öne sürmüştür. Berlin'e göre, Batı'nın bilincinde on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda ortaya çıkan değişimler, derinliğine etkilendikleri romantizme kıyasla çok daha az önemlidirler. Nitekim romantizm ile yirminci yüzyıl avangardı arasındaki benzerliklere değinen birçok yazar, avangardın romantizmi reddinin bizatihi romantik bir edim olduğuna, avangardın romantizmin başlattığı “yadsıma yoluyla süreklilik arayan gelenekte” yer aldığına dikkat çeker. Bununla birlikte hiçbir avangard hareket, “reddi bu geleneği başlatmış olan romantizmin aksine, yadsımalarının onları bir çıkmaz yola getirdiğini fark etmemiştir.” Ta ki “isyan bir yönteme, eleştiri retoriğe, ihlal törene” dönüşene dek…

Octavio Paz, “Alman ve İngiliz romantizminin üstünlüğü yalnızca kronolojik öncelikten değil, aynı zamanda eleştirel içgörü ile şiirsel özgünlüğün birleşiminden kaynaklanır. İki dilde de şiirsel yaratı, şiirin doğası üzerine eleştirel düşüncelerle iç içe geçmiş, öteki Avrupa edebiyatlarında benzeri olmayan bir yoğunluk, özgünlük ve nüfuz ile gerçekleştirilmiştir. […] Kuram ile uygulamanın, şiir ile poetikanın birleşmesi, romantiklerin aşırı uçları –yaşam ile sanat, zamandan bağımsız antikçağ ile çağdaş tarih, imgelem ile ironi– birleştirme yönündeki arzularının bir göstergesiydi.” diyor. Gerçekten de romantizm, bir estetikten öte bilhassa bir estetik, bir felsefe, bir dünya görüşü, bir yaşama üslûbu, daha da önemlisi gerçekliği değiştirmeye yönelik bir eylemdir. “İrade ve etkinlik olarak sürekli yaratma halindeki insan” ile “şiiri, dilin, dolayısıyla toplumun temeli kılan eski ilkeyi arayış ve bu ilkenin yaşam ve tarihle birleşmesi.” Bütün bu özellikleri ile, yani bir “Erken Program” olarak romantizm, Batı'nın tarihinde hem modernliğin başlangıcını, hem geçirdiği aşamaları değerlendirirken dikkate alınması gereken bir yere sahiptir.

Nitekim “Romantik Muamma” adlı çalışmasında Besim F. Dellaloğlu, “modern zihniyetin kültürel genetiğinin araştırılmasında bir turnusol kâğıdı” olduğunu ileri sürüyor romantizmin. Belirtmekte fayda var; romantik literatürün bütününü kucaklamaktan ziyade “anısı modern düşünce içinde anonimleşmiş” ve bu anlamda haksızlığa uğramış erken dönem Alman romantiklerine saygı duruşunda bulunan bir çalışma Dellaloğlu'nunki. Denebilir ki Dellaloğlu, erken dönem Alman romantizmine, “bugün hâlâ içinde mi yoksa sonrasında mı yaşadığımız konusunda pek de emin olmadığımız” modernliğin 'karanlıkta kaybolmuş kökleri' olarak bakıyor ve bu nedenle kitaba “”Romantik Muamma” adını vermiş.

Resmi kayıtlara göre deli

Dellaloğlu, çalışmasının “İçerik” adlı bölümünde sırasıyla felsefe, siyaset kuramı ile sosyoloji, teoloji ve yorumbilgisi bağlamlarında inceliyor erken dönem Alman romantizmini. Bir diğer bölüm ise “parçacık”, “oyun”, “ironi” kavramları aracılığıyla “Romantik Sanat”ın çözümlenmesine ayrılmış. Öte yandan kitabın erken dönem Alman romantiklerinin eserlerinden “fragmanlar”, yayın organları olan Athenaeum'un içerik özeti ve “Alman İdealizm Sistemi İçin Erken Program” adlı metin ile bir de Jena Planı barındırdığını belirtelim.

Berlin, yukarda andığım kitabında, “romantiklik mantıksal sonuçlarına kadar götürülürse, sahiden bir çeşit deliliğe varır” diyor. Bilindiği üzere Hölderlin, hayatının son otuz altı yılını resmi kayıtlara göre “deli” olarak yaşamıştır. İşin garip tarafı, Dellaloğlu'nun belirttiğine göre, bu dönemde Hölderlin Sophokles'in tragedyalarını Almanca'ya çevirmiş, “yaklaşık bin üç yüz sayfa şiir” yazmış ve yazdıkları üzerine yapılan araştırmalarda en küçük bir dilbilgisi hatasına rastlanmamış. Bu böyle kalsın…


13 yıl önce