|

Mutluluk yanlış hedef

“Benim için sanat insanı anlamak demek” diyen yazar Sema Karabıyık “Her karakterde insanın başka bir yönünü, başka bir insanlık halini anlamaya, görmeye çalışıyorum” diyor

Emine Elif Kotan
00:00 - 11/04/2012 Çarşamba
Güncelleme: 21:34 - 10/04/2012 Salı
Yeni Şafak
Mutluluk yanlış hedef
Mutluluk yanlış hedef

Üretken yazar Sema Karabıyık, yeni romanı Kayıp Umutlar Merkezi'nde umut hırs ve vazgeçmenin yollarından yürüyen karakterler üzerinden modern insanın ikilemlerini anlatıyor. Yazar, mutluluğun yanlış bir hedef olduğunu, iyi bir insan olmanın, iyi bir evlat olmanın, iyi bir kul olmanın peşinde koşulması gereken çok değerli hedefler olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Bu uğurda geçen bir ömür çok kıymetli.”

Yeni romanınız Kayıp Umutlar Merkezi'nde iki kadını, Hüma ve Ela'nın kariyer ve aile çıkmazlarını anlatıyorsunuz. Bize Hüma ve Ela'dan bahseder misiniz?

Her ne kadar arka kapak yazısında 'başarıya hüküm giymiş, kariyer hırsıyla dolu modern kadının yol hali' ifadesini kullansak da; aslında modern insanın yol halini anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Romanın kadın karakterleri Ela ve Hüma'nın ortak özelliği, kendilerini ailelerinin geçmişine adamaları. Ela hiç yaşanmamış kabul edilen, yokmuş varsayılan bir olayın tüm ağırlığını omuzlarında taşıyor ve ağırlık baskısını arttırdıkça hayatı çıkmaza doğru sürükleniyor. 'Bir karar anında şekillenecekti kim olduğum' cümlesi ile birlikte yol alıyor hayatın içinde. Hüma ise abla ve abisinin yaptığı hataları yapmamak, hatta telafi etmek üzere mücadele ederken ailesine en büyük zararı veriyor. Her iki karakterde de baskın olan suçluluk duygusu. Baş edemedikleri bir duygu suçluluk. İkisini birbirine yaklaştıran, iyi dost olmalarını sağlayan da bu duygu yine.

Modern kadının kaderi kariyer ve aile, hatta maneviyat arasında sıkışıp kalmak mı size göre ya da bütün bunları bir şekilde harmanlamak mümkün mü?

Modern kadının değil sadece modern insanın kaderi, kariyer aile maneviyat arasında sıkışmış durumda. Kadının daha ön planda olmasının sebebi kadının çalışma hayatında ağırlığını hissettirmesiyle paralel serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ve hizmet sektörünün ağırlıklı hale gelmesi. Bu sebeptendir ki ben romanda sadece kadınlar değil erkek karakterler üzerinden de aileye ve çalışma hayatının yaptığı tahribata odaklanıyorum. Mesela Göktan kopya bir hayat kurguluyor kendine. Okuduğunu gördüğünü uygulamaya talip. Dar gelirli bir ailenin çocuğu olarak CEO olmayı kafaya taktığından ailesinin tüm malvarlığını o uğurda harcamayı göze alıyor. Bireysel hedefi CEO'ya ulaşabilmek için annesini babasını da harcıyor. Hedefe giden yolda fazlalıklardan kurtulmak peşinden gittiği cümlesi.

Kerem'inki ise dayatma bir hayat. Proje çocukların prototipi. Kendisi olmasına müsaade edilmeyen, planlanan bir hayatı başarıyla harmanlaması beklenen bir karakter. Göktan'ın ailesi oğullarının her isteğini yerine getirirken yapıyor hatayı; Kerem'in ailesi ise kendi isteklerini dayatarak.

Romanın akışında çağdaş Batı edebiyatı adı altında okuyucuya sunulan hiçbir şeye benzemeyen metinlere edilen bir sitem gözümüze çarpıyor. Sizce romanın derinliği ve çapı okuyucuya neler sunmalıdır?

Edebiyatın ürün anlayışı ve magazin tarafından işgal edilmesine karşı olarak dile getirilmiş bir ironi aslında o satırlar. Henüz roman yazmaya karar vermiş, ne yazacağını bilmeyen, tercüme ettiği kitaplar üzerinden fikir yürüten genç bir yazar adayının düşünceleri. Son yıllarda - ki ben de o son yılların içinde üçüncü romanımı yayınladım- en popüler edebiyat ürünü roman olduğundan; herkes yazabilir, yazamayanlar da vakitsizlikten yazamıyor, ah bir vakitleri olsa ne romanlar yazacaklar anlayışı hakim.

Bu düşünceyi kavileştiren de romanın o bölümünde vurgulamaya çalıştığım marka diye tabir edilen ünlü isimlerin yazdıkları. Kişinin magazinel bir değeri olduğunda, medyada yer bulması çok kolay oluyor ve kısa sürede iyi bir satış rakamı yakalanabiliyor. Edebiyat eserlerinin ürün kategorisinde değerlendirilip tek değer yargısı olarak ne kadar satılacağı üzerinde yoğunlaşılmasına bir karşı çıkış aslında. Genç, yetenekli, gelecek vaat eden gerçekten yazmaya gönül verenler muhatap bulamazken bu durum çok can yakıcı. Ben de aslında benzer bir süreçten geliyorum. Eğer benim arkamda ablam (Fatma Barbarosoğlu) olmasaydı, yayıneviyle benim adıma o görüşmeseydi, aynı durum benim için de geçerli olacaktı. İlk romanı bastırmakta başarılı olamayınca devamı gelmeyecekti haliyle. Edebiyatın magazine, görselliğe teslim olmasına, yeni jenerasyonun önünü tıkadığı için karşı çıkıyorum.

Romanın derinliği ve çapı dediğimizde beni de bu röportajın sınırlarını da aşan bir şey çıkar ortaya. Roman neden yazılır ve neden okunur derseniz; kendi adıma insanı anlamak için yazılır; insanı ve insanlık hallerini anlamak için okunur diye cevap veririm. Ben yazarken hayata 'dokunuyorum'. Okurken de okuduğum romanın 'dokunmasını' isterim. Bildiğim bir hayata dokunsun evet aynen öyle dedirtsin; bilmediğim bir hayata dokunsun beni şaşırtsın isterim. Önümde ufuklar açsın; yeni bir pencereden bakışıma katkı sağlasın; beni düşünmeye sevk etsin isterim.

Kayıp Umutlar Merkezi'nde hedefi olan ama yönü olmayan, hedefe ulaşmakta her türlü yolu deneyecek kapasitede, ama hedefe ulaştığında ne yapacağının şaşkınlığını yaşayacağı kesin olan yeni jenerasyon bir gençlik prototipinden bahsediyorsunuz. Eski jenerasyonda hedefler ve amaçlar neye göre şekilleniyordu? Siz bu geçiş döneminin şahidi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüzde hedef; meslek ayırt etmeksizin çok kazanmak ve ünlü olmak. Serbest piyasa ekonomisi hayatımıza bu kadar egemen olmadan önce, Sennet'in tabiriyle karakter aşınmasına uğramadan önce; işini iyi yapmak, merhametli olmak, vicdanlı olmak, özünde iyi bir insan olmak yeterliydi. Şimdi ise ne pahasına olursa olsun çok kazanmak ve ünlü olmak kutsanıyor. Romanda bashettiğim, bir dayatma olarak kariyerin insanda yaptığı tahribat. Kariyerizme ruhunu karakterini veren insanlar, en tepeye çıkmak için basamakları üçer beşer tırmanmak isteyenler; zirveye ulaştığında bocalamaya başlıyor. Zirveye hırsla, ayak oyunlarıyla çıkabilirsiniz ama zirvede kalmak için yeterli bilgi tecrübe olmadıktan sonra o zirve mezara dönüşebiliyor rahatlıkla.

Benim hedefim hangi işi yaparsam yapayım değişmedi işimi iyi yapmak olarak kaldı. Borsada çalışırken, yaptığım iş manevi olarak beni tatmin etmese de en iyisini yapmak için çabalardım. Hedef en iyisini yapmak olunca; çok kazanmak ya da ünlü olmak için değil kendinizi geliştirmek için yatırım yapmaya başlıyorsunuz. Yazar olmak için sabırsızlananların aksine aktif iş hayatını bıraktıktan sonra beş yılı aşkın bir zaman sadece okudum ben. Ki öncesinde çalışırken de okurdum, kitaplarla her zaman haşır neşirdim. Çünkü insan okudukça gözlem gücü keskinleşiyor, sadece başka hayatlara değil; kendi hayatına, geçmişine, yaşadıklarına bakışı değişiyor ve 'görmeye' başlıyor. Yaşarken farkında olmadığım şeyleri yıllar sonra görmemi okumalarıma borçluyum ben.

“Hayatta hedef mutluluksa ve o hedefe ulaşılmışsa kara bulutların gelmesi yakındır. Mutlu olunduğu an mutsuz olmaya hazırlık yapılmalıdır. Ya da mümkünse mutluluk hayali peşinde koşmalı ama hiç yakalanmamalıdır o hayal” diyorsunuz. Size göre peşinde koşulmaya değen, ulaşıldığında değeri artan nedir? Yoksa herşey bir ulaşılmazlığın içinde mi güzelleşiyor?

Yaşadığımız anın çok farkında değiliz. Verdiğimiz kararların attığımız adımların ne getireceğinden haberdar değiliz. Hüma o anı yaşarken farklı ifade ederdi duygularını. Halbuki Hüma yıllar sonra yaşadıklarına topluca baktığı için yaptığı yanlışların farkına varıyor. Senin onlardan ne farkın kaldı diye hırpalıyor kendini. Mutlu bir son yoktur; mutlu sandığımız son mutsuz bir başlangıç; mutsuz bir son mutlu bir başlangıca sebep olabilir. Yaşarken gördüklerimizle yıllar sonra geriye dönüp baktıklarımız birbirinden çok farklı. Yaşadığımız hayal kırıklığının, günlerce göz yaşı dökmemize sebep umutlarımızı kıran bir olayın aslında güzel bir başlangıç olduğunu anlayabilmek için aradan yıllar geçmesi gerekiyor. Mutluluk yanlış bir hedef. İyi bir insan olmak, iyi bir evlat olmak, iyi bir kul olmak, peşinde koşulması gereken en değerli hedefler. Bu uğurda geçen bir ömür çok kıymetli bana göre.

Kayıp Umutlar Merkezi'nde kendinize daha yakın hissettiğiniz bir karakter var mı? Bu yakınlık nereden geliyor?

Bütün karakterlere yakın hissediyorum kendimi. Benim için sanat insanı anlamak demek ve ben her karakterde insanın başka bir yönünü, başka bir insanlık halini anlamaya, görmeye çalışıyorum. En ruhsuz gözüken Göktan'a da yakın hissediyorum kendimi; nefsini terbiye etmeye çalışan Hüma'ya da; bir karar anında kim olduğuna karar verecek Ela'ya da.

Sınırları olmayan özgürlük yüktür insana. Çünkü sınırsız özgürlük demek bir bakıma esaret demek, hesap verecek birileri olmayınca kendine hesap vermeye başlıyor insan ve bu çok yıpratıcı diyorsunuz. Peki sizin özgürlük anlayışınızın sınırları nedir?

Sınırlarım vardır, kırmızı çizgilerim vardır asla ihlal ettirmediğim. Kendine hesap vermekten kastım aslında üstü örtülü de olsa Yaradana hesap vermek. Her anımın her sözümün kayıt altında olduğunu biliyorsam hesap vereceğim tek bir makam vardır. O hesap gününe de üzerimde kul şüphesi, kul hakkı olmadan gitmek isterim. Pek çoğuna göre hayatı sınırlamak gibi gelse de ben memnunum bu sınırlamadan.

12 yıl önce
default-profile-img