|

Ney'in trajik öyküsünü okumak ister misiniz?

Mustafa Aydoğan
00:00 - 4/07/2007 Çarşamba
Güncelleme: 12:51 - 15/08/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
Ney'in trajik öyküsünü okumak ister misiniz?
Ney'in trajik öyküsünü okumak ister misiniz?

Ney'in Sırrı, Beşir Ayvazoğlu'nun yeni kitabı. Biyografik bir eser. Ney'in ve neyzenlerin öyküsünü anlatmış. İhtişam ve acı dolu öyküsünü.

Kısa, özet bir kitap. Başlarda Mevlâna'dan ve onun estetik dünyasından bahsediliyor. Sonra, ney'in özet bir tarihi veriliyor. Arkasından son dönemin üç büyük neyzeninin hayatı anlatılıyor; Aziz Dede, Emin Efendi ve Halil Dikmen. Meğer A.H. Tanpınar'ın Huzur romanındaki Ressam Cemil, Halil Dikmen'miş. Romancımız, muhtemeldir ki, ferahfeza ayinini de Emin Efendi'den dinlemiştir. Zaten Huzur, bir bakıma, Osmanlı dünyasının, estetiğinin birkaç yüz sayfaya sıkıştırılmış dingin anlatısıdır. Diğer bir ifadeyle, biten bir medeniyetin romana dönüşmüş son silueti.

Kitabı bitirince, aşk dolu bir bedenin uçurumdan düşüşü geldi gözümün önüne. Küçük bir pencereden bir devin yıkılışının muazzam iniltisini ve acı çekişini seyrettim.

Aziz Dede'nin, Emin Efendi'nin ve Halil Dikmen'in, Itrî'nin ve İsmail Dede Efendi'nin nefes verdikleri sekiz yüzyıllık tarihin birer sembolü olduklarını, başpâreye uzanan dudaklarının bir Padişahı hasta yatağından kaldırıp getiren nağmelerle benzer ruhu taşıdıklarını ileri sürmek hiç de yanlış değil. Onlarla birlikte kaybolan, sönükleşen ney'in kaderi aslında bir medeniyetin kaderidir. Ölünün son anını bir nefesle noktalayışı gibi, Osmanlı da adeta son nefesini ney ile vermiştir.

Ney, bir sembol. Türk-İslam medeniyetinin güçlü bir sembolü. Neyzen, bu sembolün gerisindeki geniş açı. Mevlâna ile başlayan ama onunla bitmeyen, çağlar ötesine koşan, mümin duyarlıklara kıvam veren bir müzik ve bu müziğe nefes veren mütevazı ve erdemli kalpler...

Medeniyet çatısı, bir korunak olmanın ötesinde, bir şölen ahengi ve neşesi içinde sağlam, esnek ve ritmik bir duygu bütünlüğüdür. Osmanlıda bu bütünlüğü sağlayan en önemli unsur kuşkusuz ki tasavvuftur. Mevlevîhanelerin işlevi çok yönlü bir işlevdir. Dünya ile ötedünya arasında bir sarkaç gibi gidip gelen ve bu toprakları her an yeni bir dirilişle uyandıran bu merkezler, topluma kendine özgü bir mizaç kazandırmışlardır. Ney, işte bu mizacın sembolüdür. Her bireyde bir insan-ı kamil portresi oluşturma gayret ve çabası, kendine bir ritim aradığında bunu en güçlü şekilde ney'de bulmuştur. Her neyzen, biraz Mevlâna, biraz Tebrizli Şems'dir. Biraz da Şeyh Galip. Çünkü ney'in hemen yanı başında güçlü bir şiir pınarı yer almaktadır. Şiir ve müzik... medeniyetin iki damarı. Ve bu damardan beslenen dengeli ve diri bir toplum. Güç ve fetih, bir medeniyet oluşumu için yeterli unsurlar değildir. Bunların kazandırdığı genişlik coğrafi bir genişlik olabilir sadece. Oysa medeniyet, öz genişliğidir.

Bu noktalardan bakıldığında 1926 yılının neyi başlattığı ve neyi bitirdiği daha iyi anlaşılacaktır. Kaybolan şeyin kuru bir müzik olmadığı görülecektir. Söz konusu olan, bir imparatorluğun acıklı ve trajik hikayesidir.

1932 yılında radyolarda Türk müziği yayını yasaklanır. Sonuç, acı vericidir. Öyle ki, bir çok sanatkar "hayatlarını idame ettirebilmek için meyhanelere ve çalgılı gazinolara sığınmaktan başka" çare bulamaz. Mevlevihanelerden çalgılı gazinolara giden yol, her geçen gün biraz daha genişleyerek ve biraz daha seviye kaybederek uzar.

***

Beşir Ayvazoğlu'nun biyografi çalışmalarının, gelecekte kendine nasıl bir yer bulacağını bilemiyorum ama Türk edebiyatı içerisindeki özgünlüğünü uzun süre koruyacağını sanıyorum.

Bu tür kitapların kendine has bir tadı oluyor. Özel, eşsiz bir tat. Benim gibi, biyografi kitaplarına ayrı bir önem verenler için bulunmaz bir nimet. Başkalarının hayatından kendi hayatıma bir pencere, bir nefes aralığı bulduğumdan ya da acı ve neşe, buluş ve yitiriş arasında gidip gelişteki beşeri tadın kapsayıcı, ferahlatıcı ve ölçü verici cilvesinden midir nedir bu tür kitapların kitaplığımdaki yerlerinin ağır ve huzur verici konumları hiç değişmez.

Mithat Cemal'in Mehmet Akif kitabı, biyografi kitaplarının en tatlılarından biridir. Bu kitabın sonunda yer alan fotoğrafı gördüğümde 'tamam' demiştim 'tam bana göre bir yazı konusu buldum'. Bir an'dan yola çıkarak orada oturan insanların hayat maceralarını 'okumak' istiyordum. O fotoğrafın, deklanşöre basıldığı anda dondurduğu şeyi yorumlamayı ve tarihin bu görkemli dipnotuna dalmayı amaçlıyordum. Özellikle Mehmet Akif ve A. Hamit Tarhan'ın gözlerindeki ışıltının nedenleri ve sonuçları üzerinde düşünmeyi hayal ediyordum. Ne var ki, bu tutkumun kendine bir başlangıç ve bir üslup aradığı günlerde Ayvazoğlu'nun '1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi' adlı kitabı çıka geldi. Bir konunun, ustası tarafından kitaplaştırılmış olmasına çok sevindim. Kuşkusuz daha iyisini yazamazdım. Böylece, yazılmak için gününü bekleyen konumu kendi sükunetiyle baş başa bıraktım. Bu duygular içinde, bir tutkumu gerçekleştirmiş olan 1924'ü döne döne okumak üzere bir tarafa ayırdım.

***

Malum, 2007, Dünya Mevlâna Yılı olarak ilan edildi. Öte yandan bu yıl, bu büyük şairin doğumunun 800. yılı. Ayvazoğlu da Ney'in Sırrı'nı Mevlâna'ya armağan etmiş. Güzel ve talihli bir armağan.


17 yıl önce