|

Osmanlı felsefe çalışmaları: Türkiye’de felsefenin tarihine katkı

Çizgi Yayınları on yıldır önemli bir çalışmaya imza atıyor. Akademisyen Ali Utku’nun editörlüğünde hazırlanan Ösmanlı Felsefe Çalışmaları dizisine bu yıl on yeni önemli kitap daha eklendi. Bu eserlerin ışığında Osmanlı dönemindeki felsefi çalışmaları yeniden masaya yatırdık. 19. Asır ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun batı/modernizm ile ilk tecrübeyi yaşayan dönemin önde gelen aydınları ve bu aydınların felsefi metinleri Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi ile gün yüzüne çıkıyor.

Yeni Şafak
04:00 - 16/05/2015 Cumartesi
Güncelleme: 19:58 - 15/05/2015 Cuma
Yeni Şafak
HASAN HARMANCI


Daha önce Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi ile yolu kesişmemiş olanlar için kısa bir özet geçiyorum; Batının bilim ve felsefe temelli hızlı ve sarsıcı yükselişi karşısında kaybettiğimiz koordinatlarımızı, kendi tarihimizin içinde, ama geçmişe takılıp kalmayarak bulmak adına atılmış bir adım. On dokuzuncu asır ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun batı/modernizm ile ilk tecrübeyi yaşayan dönemin önde gelen aydınları ve bu aydınların felsefi metinleri Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi ile gün yüzüne çıkıyor. Ali Suavi'den, Ahmed Midhat'a, Baha Tevfik'ten Ahmed Nebil'e, Beşir Fuad'dan Rıza Tevfik'e, Abdullah Cevdet'ten İbrahim Edhem Mesut Dirvana'ya vd. modern Batı felsefesi ile yaşadığımız sancılı karşılaşma sürecine şahitlik etmiş pek çok düşünürümüzün eserleri bu dizide yer alıyor. Eserlerin özgün dili ve yapısıyla okunabilmesi yanında dönemin diline yabancı genç kuşaklarca anlaşılabilirliği de amaçlandığından hem transliterasyon hem de sadeleştirilmiş metinler dizide yayımlanan kitaplarda yer alıyor. Ayrıca her metnin önünde bazen hazırlayanlar, bazen de alanın uzmanları tarafından kaleme alınmış, eserin ve döneminin günümüzden hareketle eleştirel incelemesini içeren uzun soluklu makaleler bekliyor okurları.


Bundan on yıl önce 2005 yılı Aralık ayında yayımlanan dizinin ilk kitabı modern batı felsefesinin kurucu ismi diyebileceğimiz Descartes'ın, İbrahim Edhem Mesut Bey tarafından tercüme edilen Usûl Hakkında Nutuk çevirisi. Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi editörü Ali Utku, İbrahim Edhem Mesut Bey tarafından Descartes'tan yapılan bu çevirinin, bizim modern Batı felsefesi ilgimizin sistematik başlangıcı olabileceğini söylüyor. Öyle ise isabetli bir başlangıç, zira Utku, dizinin genel amacını on dokuzuncu yüzyılda felsefeyle yeniden –bu kez “modern” Batı'da keşfetmek suretiyle– tanışma, yani felsefeyi yeniden inşa sürecimizde Osmanlı felsefi düşüncesine yön veren kurucu aktörlerin eserlerinin geniş perspektifli, tarafsız, zengin bir dizisini oluşturmak olarak tanımlıyor. Son bir yıl içinde yayınlanan eserlere şöyle bir göz gezdirmek, geçtiğimiz günlerde 41. kitabını yayınlayan dizinin Türkiye'de felsefenin tarihine yaptığı önemli katkıyı değerlendirme imkânı sunacaktır sanırım.



Batıcılığın Aşırı Ucu: Baha Tevfik


İlk dikkat çeken, II. Meşrutiyet döneminde ideolojik ve politik tercihlere bağlı yönelimleriyle geniş kitlelerden büyük tepki toplayacak olan pozitivizm, materyalizm, immoralizm, ateizm, feminizm ve Darwinizm gibi düşünceleri savunmaktan ve yaymaktan çekinmeyen Baha Tevfik'in üç temel eseri. Birincisi, liseler için hazırlanan ve ilk felsefeye giriş kitaplarımızdan biri niteliğindeki Muhtasar Felsefe (1914). Bir ders kitabı hüviyeti taşıdığı için olsa gerek Baha Tevfik'in eserleri arasında diğerleri kadar dikkat çekmemiş olan Muhtasar Felsefe, aslında yazarın telif ve tercüme diğer felsefi eserlerinden faydalanarak hazırladığı, genel felsefe kavrayışını yansıtan, felsefe sorunları karşısında benimsediği pozisyonu ortaya koyan, kariyerinin özlü ve sistematik ifadesini sunan bir eser. İkincisi, Baha Tevfik'in Osmanlı kadın hareketine katkısı niteliğindeki dikkat çekici eseri Feminizm, Âlem-i Nisvân (1911). Ülkemizde modern kadın kimliğinin inşası, kadın hareketleri ve feminizm tartışmaları açısından tarihsel belge durumundaki eser Fransız feminist yazar Odette Laguerre'in (1860-1956) Qu'est-ce que le féminisme? başlıklı eserinin tercümesidir. Ancak eser ilave metinlerle tercüme sınırlarını aşar, telif niteliği kazanır. Nitekim tepki çekeceğini düşündüğünden olsa gerek esere “İslâmiyyet ve Feminizm” başlıklı, içeriği kariyeriyle çelişik bir “Lâhika” (“Ek”) ilave eden Baha Tevfik burada ulemânın saldırılarının önünü almak için Kur'ân ve hadis literatürünü kullanarak “orijinal İslâm”ın “feminist” olduğunu kanıtlamaya çalışır. Üçüncüsü, edebiyat felsefesi alanındaki ilk metinlerimizden biri olan Felsefe-i Edebiyât ve Şâ'ir Celîs (1914). Eser kültür dünyamızda edebiyat-felsefe ilişkisi sorunu açısından önemli. Pozitivist bir bakış açısından, modern bilimsel ve felsefi söylem karşısında Şark-İslâm kültüründe başat söylem alanı olarak kalanedebiyatın bir eleştirisini olduğu kadar, o dönemde ve sonrasında edebiyat çevrelerince tanınmamış genç bir şairin, Celis'in şiirleri üzerinden edebiyatın alması gerektiği yeni biçimi de ortaya koyan bir eser.



Abdullah Cevdet'in Gazâlî ve Mevlânâ'sı


Dizide İslâm düşüncesi ve tasavvuf edebiyatı ilgisi ile öne çıkan eserlerden biri II. Meşrutiyet dönemi Batıcı aydınlarından Abdullah Cevdet'in Dilmestî-i Mevlânâ derlemesi. Eser, Abdullah Cevdet'in Mevlânâ'dan esinlenerek kaleme aldığı metinler yanında “Gazâlî'de Marifetullah” ve “Gazâlî'nin Gazelleri”, “Gazâlî'nin Rubaileri” ve “Orfî'de Şiir ve İrfan” bölümlerini içeriyor. Kitabın geç Osmanlı çapraşık entelektüel ikliminde işgal ettiği yeri İslâm düşüncesinin bu klasik isimlerini sadece büyük edebî ürünler ortaya koymuş düşünürler değil; din ile bilimi, modernlik ile İslâmiyeti ve materyalizm ile felsefî inancı bağdaştıracak araçlar olarak gören Abdullah Cevdet'in “büyük proje”siyle anlamlandırmak gerekiyor. Şükrü Hanioğlu'nun kitabın girişinde yer alan makalesinde vurguladığına göre Abdullah Cevdet için Mevlânâ, Hayyâm, Ahmed Gazâlî ve Orfî-i Şirazî gibi isimler hem Jean-Marie Guyau'nun “din yokluğu”nun egemen olacağını düşündüğü yeni toplumun felsefî boşluğunu dolduracak, hem “vecibesiz ve müeyyidesiz” bir “sevgi dini”nin temel ilkelerini belirleyecek, hem de modern bilimle geleneğin bağdaştırılmasına katkıda bulunacak kaynaklardı. Bu düşünürlerin fikirleri bunların da ötesinde İslâmiyetin “materyalist” yorumunun yapılması alanında kullanılacaktı. Arapça ve Farsça metinler üzerinden Şark-İslâm düşüncesi ve edebiyatına olduğu kadar, dikkat çekici bir mukayese mantığıyla, Fransızca ve İngilizce üzerinden Garp düşüncesi ve edebiyatına da nüfuz eden Dilmestî-i Mevlânâ Abdullah Cevdet örneğinde son dönem Osmanlı entelektüelinin iki kültür dünyasını birlikte temellük etme arayışındaki eklektik, sentezci zihniyet dünyasına güzel bir örnek teşkil ediyor.



Diziye eklenen kitaplar arasında İsmail fenni Ertuğrul'un Lûgatçe-i Felsefe'si (1927) Türkiye'de felsefe tartışmalarının temel odaklarından biri durumundaki “felsefe dili” sorunu açısından öncelikle zikredilmeye değer bir eser. Lûgatçe-i Felsefe Rıza Tevfik'in 1916 yılından itibaren fasiküller halinde yayınlamaya başladığı ansiklopedik Mufassal Kâmûs-ı Felsefe'sine (“Classification des Sciences: Tasnîf-i Ulûm” maddesine kadar, 2 cilt) nispetle daha dar hacimli olmakla beraber, aslında tamamlanmış ilk Türkçe felsefe lûgati olması bakımından büyük önem arz eder. Bu noktada II. Meşrutiyet yıllarında Batılı felsefe terimlerine karşılık bulma ve asıl önemlisi bu konuda bir konsensüs oluşturma yönünde ilk resmi teşekkül olan Maârif-i Umûmiye Nezâreti Istılâhât-ı İlmiye Encümeni'nin hazırladığı Kâmûs-ı Felsefe Istılâhâtı Mecmuası'nın daha önce Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisinde yayınlandığını hatırlatarak, İsmail Fenni'nin büyük oranda Encümen'in terim önerilerini esas alan Lûgatçe-i Felsefe'sinin II. Meşrutiyet döneminde felsefe dili konusundaki kazanımlarımızın bir muhassalası olduğunu söyleyebiliriz.


Daha önce Ebu'l-Alâ el-Ma'arrî kitabıyla dizide yer bulan Tatar aydınlanmasının önde gelen isimlerinden Rızaeddin Bin Fahreddin, bu kez İslâm felsefesi alanındaki monografik eseri İbn Rüşd ile çıkıyor karşımıza. Büyük İslâm filozofu İbn Rüşd hakkında yazılmış ilk Türkçe eser olan kitapta İbn Rüşd'ün yaşamı, kişiliği, eserleri, dinî ve felsefî inançları hakkında bilgiler veriliyor. Dizinin İslâm felsefesi alanına doğru genişleyeceğinin işaretlerini de görüyoruz. Nitekim dizi editörü kısa süre içinde Ebu'l-Alâ el-Ma'arrî'nin meşhur eseri el-Lüzûmiyyât'ının Musa Carullah (Bigiev) tarafından yapılmış tercümesinin de diziye eklenmiş olacağını belirtiyor.Unutmadan söylemiş olayım;bu klasik eserin günümüz Türkçesine bir tercümesi de yok.



Diziden İlk Psikoloji Kitabımız


Dizide İslâm felsefesi kadar disipliner anlamda psikoloji alanında yazılan ilk eserlerimize de yer veriliyor: Yusuf Kemal'in Gâyetü'l-Beyân fî Hakîkati'l-İnsân yâhûd 'İlm-i Ahvâl-i Rûh'u (1878) ve Rifat bin Mehmed Emin'in psikoloji ve mantığı birlikte sunan İlm-i Ahvâl-i Rûh ve Usûl-i Tefekkür'ü (1893). Özellikle ilk psikoloji kitabımız Gâyetü'l-Beyân fî Hakîkati'l-İnsân içeriğiyle bizde modern psikoloji ilgisinin gelişimi açısından ilginç bir tartışma zemini sunuyor. Yusuf Kemal Bey geleneksel İslâm felsefesi ile kelâmından derin bir biçimde etkilenmiştir. Örneğin “ruhun bekâsına dair aklî deliller” konusunu psikoloji biliminin kapsamı içine dâhil ediyor, ancak Descartes başta olmak üzere Malebranche ve Leibniz gibi Batılı filozoflardan almış olduğu yeni fikirler sayesinde insanın ruhsal yapısını anlamaya ve açıklamaya çalışan yerleşik paradigmaları aşmayı da başarıyor. İnsanın kendisine ilişkin bilgisinin doğasını tartıştığı bir yerde, adeta Descartes konuşuyor gibi: “Görüngüler âlemine olan inancın, zihinde şüphe darbesini yemesi muhtemeldir; lâkin hiçbir vakit insan ruhunun varlığını tasdik etmemek mümkün değildir… Düşünüyorum, binâenaleyh mevcûdum”.



Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisinde daha önce Beşir Fuad ve Ahmed Midhat'ın Voltaire üzerine yazdığı iki eser yayınlanmıştı. Dizi, on sekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanması'nın önde gelen isimlerinden, Türk düşüncesi ile edebiyatı üzerinde önemli etkileri bulunan Voltaire'e Alzire tiyatrosu ile tekrar yer verdi. Mütercimi ve tercüme tarihi bulunmayan taş basma eser muhtemelen 1860'lı yıllara ait ve Batı'dan yapılan ilk tercümelerden. Peru'nun on altıncı yüzyılda İspanyollar tarafından sömürgeleştirilme sürecini, sömürgeci ile sömürülen arasındaki mücadele ve sömürgeci Gusman'ın Peru'nun bağımsızlığının simgesi Alzire'i ele geçirme çabası çerçevesinde ele alan eser, bir yandan medenilik/gelişmişlik ile barbarlık/geri kalmışlık kavramlarını ve bu bağlamda söz konusu toprakların Hıristiyanlaştırılması sorununu tartışmaya açarken, diğer yandan Voltaire'in teknolojinin gelişmesi karşısındaki tutumunu bütün açıklığıyla gözler önüne sermekte.



Dizinin önemli odaklarından birini materyalizmin Osmanlı-İslâm kültür dünyasına girişine ve yol açtığı çok yönlü tartışmalara tanıklık eden felsefi metinler oluşturuyor. Bu çerçevede daha önce başta Ludwig Büchner'in popüler materyalist eserler içinde en fazla yankı uyandırmış, en şiddetli eleştirileri doğurmuş olan eseri Kraft und Stoff'un (1855) Baha Tevfik ve Ahmet Nebil Beyler tarafından yapılan tercümesi Madde ve Kuvvet (1911) ve Ernst Haeckel'in aynı isimler tarafından tercüme edilenVahdet-i Mevcûd, Bir Tabîat 'Âliminin Dîni olmak üzere materyalizmin kültür dünyamıza girişine öncülük eden bazı metinlere ve doğrudan ya da dolaylı olarak Büchner ve Haeckel'in şaibeli eserleriyle hesaplaşan materyalizme yönelik bazı reddiyelere (Ahmed Midhat, Fatma Aliye, İsmail Ferid, Harputizade Hacı Mustafa, Filibeli Ahmed Hilmi, Emin Feyzi, İsmail Fenni vb.) yer verilen dizide son olarak yine Ernst Haeckel'in materyalizm ve evrimciliğin el kitabı niteliğindeki İnsanın Menşe'i ve Nesl-i Beşerve Harputîzâde Hacı Mustafa Lütfi Efendi'ninRed ve İsbât: Louis Büchner'in Mâdde ve Kuvvet'ine Reddiyekitapları da yayınlanmış bulunuyor.Böylelikle Osmanlı Felsefe çalışmaları, geleneksel dünya ile modern dünya arasında geçişlilik arayışının kritik noktası olarak gördüğü ve ürettiği çatışma hattının sanılanın aksine yakın dönem felsefe tarihimizin güçlü ve orijinal başlangıç noktalarından birini teşkil ettiğini öne sürdüğü materyalizm-spiritüalizm tartışması için örneklemi geniş bir okuma imkânı sunuyor.



Kısaca değerlendirdiğimiz bu eserlerle 41. kitaba ulaşan Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisi yaz başında Fatma Aliye Hanım'ın terekesinde bir asır bekleyen yazma eseri Tezâhür-i Hakîkat, İbrahim Edhem Mesut Dirvana'nın Dinler ve Felsefeler, Ahmed Midhat'ın Târîh-i Hikmet: Dârülfünun Felsefe Tarihi Dersleri ve Ebu'l-Alâ el-Ma'arrî'nin el-Lüzûmiyyât (terc. Musa Carullah Bigiyef) eserlerini de okurlarıyla buluşturmaya hazırlanıyor. Son olarak, Çizgi Kitabevi Yayınları'nın Türkiye Yazarlar Birliği 2014 Özel Yayıncılık ödülüne layık görülmesin de Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisinin önemli bir payının olduğunu kaydedelim.


#Osmanlı Felsefe Çalışmaları
#baha tevfik
#Edhem Mesut Dirvana
9 yıl önce