|

Yok sayılan gerçeklere dokunmak

Yolculuk, lise yıllarını birlikte geçiren üç arkadaşın çıktıkları yolculukla değişen iç dünyalarını yansıtıyor. İlhan Eksen'in kaleme aldığı romanda Ermeni meselesine farklı bir bakış sunuluyor

Halime Biray
00:00 - 12/05/2010 Çarşamba
Güncelleme: 21:23 - 11/05/2010 Salı
Yeni Şafak
Yok sayılan gerçeklere dokunmak
Yok sayılan gerçeklere dokunmak

İlhan Eksen son romanında, üç arkadaşın Ankara'ya yaptığı yolculuk üzerinden 1940'lı yılların Türkiye'sine götürüyor okuyucuyu. Kahramanların farklı amaçlarla Ankara'ya gittiğini ifade eden Eksen, “başkent Ankara her devirde insanlarımızın umutlarının gerçekleşeceği, beklentilerinin karşılanacağı, sorunlarının çözümleneceği, her 'dara düşenin yardım umduğu' bir yer olarak görülmüştür.” diyor. Yazar, varlık vergisi, Ermeni tehciri, azınlıkların yaşadıkları sıkıntıları, ülkenin sürüklendiği kaosu, üç arkadaşın aşkları ve huzursuzlukları üzerinden aktarıyor.

YOLCU VE SORGU
Mehmet Ali, Muzaffer ve Osman üç arkadaş keyifli bir tren yolculuğuna çıkacaklarını düşünürken kendilerini büyük bir sorgulamanın içinde bulurlar. Romanı bir yolculuk üzerine kurgulamaya nasıl karar verdiniz?

Başkent Ankara her devirde insanlarımızın umutlarının gerçekleşeceği, beklentilerinin karşılanacağı, sorunlarının çözümleneceği, her 'dara düşenin yardım umduğu' bir yer olarak görülmüştür. Kahramanlarımız da Ankara'ya farklı amaçlarla gitmektedirler. Üçü de temelde huzursuzdur. Ortak noktaları kadınlarla ilişkiler (aşk) gibi görünüyor. Aslında hepsinin hayat, dünya ve ülke hakkındaki görüşleri lise yıllarına göre değişmiştir ve bunları ancak birbirleriyle tartışabilir, eleştirebilir, birbirlerinden yardım isteyebilirler. Sonuçta lise bittikten uzunca bir süre sonra bir araya gelen arkadaşlar için bu tren yolculuğu eskinin güzel günlerini, olaylarını anmak yerine üçünün bazen kesişen, bazen de ayrı yönlere giden iç yolculuklarına, her birinin hem kendisi hem de diğerleriyle hesaplaştığı bir sorgulamaya dönüşüyor.

Varlık vergisi, Ermeni tehciri, azınlıkların yaşadıkları sıkıntılar diğer yanda savaşın yarattığı kaos ve yokluğun getirdikleri. Gündemden düşmeyen bir Ermeni meselesi var. Sorunun geçmişine eğilirken nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz?

Devlet-azınlık ilişkilerinin köklerini bir sözlü tarih çalışması olan “Dünkü İstanbul - Çok Dinli, Çok Dilli Mozaiğin Dağılışı” (Everest Yayınları, 2007) adlı kitabımda ortaya koymaya çalıştım ve Rumların 1964'de İstanbul'dan ayrılışı üzerine kurulu “İstanbul Sende Kalsın” (Everest Yayınları, 2007) adlı ilk romanımda da bu konulara değindim. Kaldı ki çocukluk ve ilk gençliğim de Beyoğlu'nda, gayrimüslim komşular arasında geçtiği için tanıklık ettiğim, gözlemlediğim insan ilişkilerini, olayları hâlâ hatırlıyordum Sonrası bir araştırma, anı kitapları okuma, dönemin gazetelerini tarama şeklinde gelişti.

VATAN KAVRAMINA BAKIŞ
“Muzaffer'in dilinden düşürmediği “vatan” üzerinde yaşanmaya, güzelleştirmek için çalışmaya değer bir toprak parçasından çok, uğrunda ölmek, öldürmek gereken, kızdırmak için nisanların kurban edildiği bir Antik Çağ tanrısına benziyordu.” vatan ve milliyetçilik kavramları üzerinde tartışılan diyaloglar var. Neredeyse birlikte büyüyen üç gencin vatan kavramına bakışlarını sizce hangi koşullar değiştirdi?

Bence Cumhuriyet'in ilk yılları, kuruluş ideolojisi gereği, verilen Milli Mücadele'yi, yeniden kazanılan vatan topraklarını ve Türklüğü yücelterek geçti. Üç arkadaş lisedeki sekiz yıllık eğitimleri sırasında bu görüşlerle yetiştiler. Ama diğer yandan kendi anne babalarının tarihleri farklıydı. Osman'ın dedesinin bağlarını bahçelerini korumak uğruna Yunan işgali karşısındaki tutumu, Mehmet Ali'nin kendisi doğmadan Çanakkale'de şehit düşen babasının içini yakan yokluğu vatana, milliyetçiliğe ve savaşa farklı gözlerle bakmalarına yol açıyor. Tipik bir Cumhuriyet aydını olan Muzaffer'in milliyetçi görüşlerinin hatta savaşa katılmak arzusunun temelinde de Osmanlı geçmişinden kurtulamadığı için Cumhuriyet'in kuruluşuna katılamayan kendi babasının kefaretini ödeme gayreti var bence.

GÜNCELİN GÖLGESİ
“Bu ülkenin gerçekleri kitaplarda yazılanlardan, törenlerde söylenenlerden, yaşananlardan o kadar farklı oluyordu ki.” ifadeleri geçiyor romanda. Yolculuk biraz da farklı olan gerçeklere dikkat çekmeyi amaçlıyor diyebilir miyiz?

Tabii diyebiliriz. Roman Abdülhamid'den İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar geçen dönemde tarihimizin hem bilinen, hem bilinmeyen, sözü edilemeyen, yok sayılan gerçeklerine hafif dokunuşlar yaparak okuyucuda bir merak, o konularda derinleşme arzusu uyandırsın istedim. Bence romanlar günümüzde geçmeseler bile okuyanlar satır aralarında güncel sorunların, farklı gerçeklerin yansımalarını, hiç olmazsa gölgelerini bulabilmeli.

Kitapta dikkat çeken bir diğer noktada o dönemlerde demiryolunun yalnızca bir ulaşım olmadığı yönünde. Bu tespite katılır mısınız?

Doğrudur. Birinci Dünya Savaşı sırasında elimizden neredeyse gitmekte olan Ankara'nın doğusuna cumhuriyet ülküsünü ulaştırmanın, medeniyet, kültür ve de asker götürmenin bir aracı olarak kabul görmüştür demiryolu. Gelişi de gidişi de tarifelere bağlı olan tren de gününü namaz vakitlerine göre beşe bölen halkımıza saatlerin, dakikaların önemini, zamanı planlamayı ve kullanmayı öğretmiştir.

Bundan sonra yolculuğunuza nasıl bir çalışma ile devam edeceksiniz?

Şu sıralar çocukluk ve ilk gençliğimin İstanbul'unu anlatan anılarımı yazıyorum. Diğer yandan da 16. yüzyılda İznik Çinileri etrafında gelişen bir romanın hazırlıklarını, araştırmasını yapıyorum. Eğer 'Yolculuk' ilgi çekerse devamını, arka planında 1960'lara kadarki dönemin Türkiye'si olan, o üç arkadaşın yaşantılarını, aşklarını, geçirdikleri değişimleri kurgulamak ve yazmak isterim.



Yolculuk

İlhan Keskin

Everest Yayınları

140 sayfa

14 yıl önce