|

Yoldaş bir kitap: Sufilerin El Kitabı

İbn Acibe’nin “Sufilerin El Kitabı” adlı eseri tasavvuf terimlerini içeren bir tür lügatçe. Benzerlerinden farkı ise İbn Acibe’nin kavramları ele alış biçiminde gizli. “Sufilerin El Kitabı” terimlerin önemli bir kısmını avam-havas ve havassu’l havas için olmak üzere üçe tasnif ediyor. Pek çok Batı diline çok önceleri çevrilmiş olan Sufilerin El Kitabı’nı ilk kez Türkçeye çeviren ise şair Ahmet Murat.

Yeni Şafak
19:12 - 16/03/2015 Pazartesi
Güncelleme: 17:14 - 16/03/2015 Pazartesi
Yeni Şafak
RAŞİT KUTBAY

Sufiler, talim ettikleri yolun kâl yolu değil, hâl yolu olduklarını söylemişlerdir. Yani irfan yolu, tasavvuf yolu, söze dökülebilir tarafları hayli sınırlı olan bazı sırları havi, sufilerin “zevk” dedikleri deneyim ve ruhsal yaşantı yönü baskın bir yaşantı, bir tecrübe yoludur. Kitaplarda yazanlar bu tecrübenin muhataba ancak sınırlı bir biçimde aktarılmasına taliptir, yoksa mesela felsefede olduğu gibi, tecrübe edenin zihninde olan bitenin bütünüyle aktarılması iddiasına sahip değildirler. Hatta aslında bu kitaplardan özellikle nazariyat yönü ağır basanların yazarları biraz da, muhataplarını kendileriyle aynı idrak mertebesinde var sayarak konuşurlar. Bu bakımdan da aynı yolu yürümüş, aynı hali tatmış, aynı tecrübeyi paylaşmış okurun anladığı dilden konuşurlar ki, bu dil çoğu kez, o anlayış seviyesinde olmayan okuru zorlar, bazen de oyunun dışına atıverir.

Konuşma konusundaki bu gönülsüzlüğe rağmen, tasavvuf alanında binlerce eser de kaleme alınmıştır. Bu eserlerin kahir ekseriyetinin ahlaki öğütler, yol gösterici nasihatler, menkıbevi anlatılar içerdiğini hatırlatmalıyız. Yani literatürün çoğu sıradan okuru yakalayacak türden eserlerden oluşur ve bu eserlerin önemli hedeflerinden biri, muhatabında bir heves uyandırmaktır. Bazı velilerin hayatları, menkıbeleri ve sözleri anlatılarak, yaşamın bir veli filtresinden geçmiş bir versiyonu okura aktarılır. Tasavvufun sokaktaki insanlardan bazılarını yakalayarak onları veli ve arif seviyesine çıkardığını hatırlatmak içindir bu. 

Geçtiğimiz günlerde dilimize Sufilerin El Kitabı adıyla tercüme edilen İbn Acibe’nin Mi’râcu’t-teşevvüf  adlı eseri, bir yanıyla mahremle konuşma edasına sadakat gösterirken, öte yandan sokaktaki insanı yakalamaya da talip denebilir. Bunun sebebi, eserin bir yanıyla klasik ve orta yolcu Kuşeyri’den, öte yandan da yüksek metafiziğin sözcüsü İbn Arabi’den yararlanması. İbn Acibe’nin, hem marifet ve hakikat arayışını, başka bir arzuya yer kalmayacak kadar söyleminin tam merkezine yerleştiren ama buna karşın nazariyatçı bir sufi yolu talim etmeyen Şazeliyye tarikatının bir şeyhi olmasının bunda rolü olduğunu söyleyebiliriz.


İbn Acibe’yi Türk okuru artık tanıyor. Hatta sosyal medyada yaptığım küçük bir araştırmada, İbn Acibe’yi sanki neredeyse en çok tanıyanlar biz Türk okurlarıymış gibi bir izlenim de edindim. 1800’lerin başında vefat etmiş olan bu Faslı bilgenin tefsiri dilimize tercüme edildi ve ayrıca görüşleri ve eserleri birkaç akademik çalışmaya konu oldu. Bu hareketlilik de okuru kendisine aşina kılmaya yetmiş olsa gerek.


İbn Acibe’nin sıra dışı bir hayat hikayesi var. Üst düzey bir eğitim alıyor. Entelektüel melekelerinin kudretini daha çok erken yaşlardayken sergiliyor. Kırklı yaşlarındayken bölgenin en önemli alimlerinden biri haline geliyor. Ama tıpkı çok yararlandığı İmam Gazali gibi o da manevi ve entelektüel bir kriz yaşıyor ve soluğu tasavvuf yolculuğunda alıyor. Bu yolculuğun başlarında bütün eserlerini yakmak, bilimsel her türlü ortamı terk etmek gibi radikal kararlar almak istiyorsa da bazı manevi işaretler kendisini bundan alıkoyuyor. Nihayetinde, dilimize mektupları Bir Mürşidin Mektupları adıyla tercüme edilen Mulay Derkavi adlı kudretli bir Şazeli şeyhiyle tanışması, onun halifesi Muhammed el-Buzidi’nin yanında manevi eğitimini tamamlamasıyla, kendisi de seçkin bir sufi, kamil bir rehbere dönüşüyor. Bizim böyle birkaç cümleyle aktarıverdiğimiz seyrü süluk yolculuğunda, şehrin büyük camilerinin kapısında dilenmek, hela temizlemek gibi ağır bazı sınavlar bulunduğunu da hatırlatalım.


İBN ACİBE’NİN KELİMELERİ

Kitabın mütercimi olan Ahmet Murat’ın önsözde belirttiği gibi, İbn Acibe yazımızın konusu olan, muhtelif tasavvufi terimleri anlattığı eserini, seyrü süluka başladıktan ve Derkaviyye tarikatına girdikten kısa bir süre sonra başlamış ve yüz terimlik ilk versiyonu oluşturmuş. Bu versiyon büyük ölçüde Kuşeyri’nin Risalesinden yararlanmış bir risale. Bu ilk versiyondan on üç sene sonra, tarikatta yaşadığı bütün o tecrübeleri ve değişimleri de arkasına alarak bugün elimizde olan son versiyonu kaleme almış ve risalesine kırk küsur terim daha eklemiş. Evet, eser tasavvufi terimleri ele alan bir tür lügatçe. Ama benzerlerinden farkı, öncelikle terimlerin çoğunu avam-havas-havassu’l-havas için olmak üzere üçlü bir tasnifle ele alması. Dolayısıyla, mutlak ve herkes için eşitlenmiş bir dil ve söylem kurmak yerine, her türden okuru dikkate alan, tasavvufi terimlerin ve hallerin yabancısı olanlardan, yolun sonuna ulaşmış olanlara kadar her türden inanmışı kuşatan bir söylem tercih ediyor. Hemen örnekleyelim: “Korku (Havf): Kalbin, hoşlanılmayan bir şeyle karşılaşmaktan ya da arzu duyulan bir şeyi elden kaçırmaktan duyduğu ıstıraptır. Havfın meyvesi ibadete yönelmek ve günahtan kaçmaktır. Günaha devam ederken havf hâlini sergilemek ise (sadece) hafv iddiasında bulunmaktır. Avamın korkusu, cezadan ve sevabı kaçırmaktandır. Havassınki, azarlanmak ve yakınlığı kaybetmektendir. Hâssatü’l-havassınki ise sû-i edep gösterme neticesinde perdelenmektendir.” (s. 26) Ya da şu: “İhlâs: Hak’la ilişkilerde halkı aradan çıkarmak; taatte Hak Tealâ’yı biricik amacımız kılmaktır; ya da kalbin Rabb’den başkasını görmemesidir. Avamın ihlâsı, amellerin, mahlukatın görmesi(isteği)nden arındırılmasıdır. Havassın ihlâsı, amellerin, iki dünyada da bir çıkar talebinden arındırılmasıdır. Hâssatü’l-havassın ihlâsı ise, kuvvet ve kudret göstermekten ve amaçta ve harekette başkasını göz önünde tutmaktan uzaklaşmak, öyle ki masivayı görmeyerek, amelin Allah’la, Allah’tan ve Allah’a doğru olmasıdır.” (s. 35-36) 


YAŞAM FELSEFESİ

Eserde yetkin ve kamil bir rehberle karşılaştığımızı her satırda fark edebiliyoruz. İbn Acibe, yüksek hakikatleri, bazı zorlu metafizik meseleleri yaşamış, deneyimlemiş biri olarak konuşuyor. Kendi deneyiminin içinden konuştuğu için de, anlattığı her şeye tamamen vakıf olduğuna dair bir kanaate ulaşıyorsunuz. Zaten dilindeki özgüven ve sahicilik sizi bu kanaate zorluyor. Dolayısıyla bir tür yaşantı felsefesi diyebileceğimiz bir felsefi dünya sunuyor: Yalın, yaşanabilir, paylaşılabilir bir felsefi dünya.


Tercümeye dair birkaç cümle ederek aradan çekilelim: Eseri daha ziyade şair olarak tanınan ama akademik çalışmaları da olan Ahmet Murat (Özel) tercüme etmiş. Dolayısıyla eserin dilinin bir şair ve bir tasavvuf araştırmacısının kaleminden çıkmış olma gibi özel bir niteliği bulunuyor. Bunu not edelim. Ayrıca Ahmet Murat’ın, özlü ve epey doyurucu önsözü, düştüğü dipnotlar ve eserin sonuna koyduğu ve kitapta ismi geçen sufilerin kısa özgeçmişlerinden oluşan bölüm de kayda değer. Onlarca yıl önce Fransızca’ya ve İngilizce’ye tercüme edilmiş olan bu çağdaş tasavvuf klasiğinin dilimize kazandırılmış olması, özellikle sahanın ilgililerini son derece mutlu etti. 


Kitabın künyesi:

Sufilerin El Kitabı

İbn Acibe

Çev: Ahmet Murat Özel

Hayy Kitap

2015

386 Sayfa
#Sufilerin El Kitabı
#İbn Acibe
#Ahmet Murat Özel
#Hayy Kitap
9 yıl önce