Yıldız Ramazanoğlu toplumsal hayata, sosyal konulara, insanlık hallerine dair keskin gözlemlerini edebi formlarda okuyucusuna sunan bir yazar. Gezi, deneme, roman ve öykü sarmalında sürdürdüğü edebiyat yolculuğu yeni öykü kitabı Angelika ile devam ediyor. Yazarın sade ve samimi üslubu Angelika'da yer alan kadın hikayelerinde okuyucuyu derinden yakalıyor. Razamanoğlu ile yeni kitabı üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kalabalık içinde kaybolup giden bir ya da birkaç kişiye odaklanma imkanı veriyor. Sıradan görünen yaşamların içindeki esrarı anlamak için yapılan küçük bir kazı harekatı. Hikaye bir yandan yaşamdan bir parçaya odaklanıp ölçek küçültürken öte yandan başka hayatların detayları üzerinden kendimize bakmanın yolunu genişletiyor.
Bu kitapta yabancılaşan kadını anlatmak istedim. Her hikaye yaşamın hızlı akışı içinde kaybolmamak için direnen, içten içe yazma çabasını sürdüren kadınlarla ilgili. Yazma isteğinin tekinsiz kıyılara attığı kadınlar. Bu öyle bir yabancılaşma ve başka olarak görülme alanı ki yaşananlara yazarak bakmak isteyen kadını, buradan bakıldığında, Afrikalı ya da Avrupalı bir kadın kadar bilinmez, uzak ve tekinsiz kılıyor. İşte bu başkalığa ve başkaların ise inanılmaz kesişme noktalarının tuhaflığına dikkat çekmek istedim.
Bu kadınların özel alanı olmamasıyla ilgili. Burada suçlama yok. Çoğu kadın da bu konuda yeterince heveskar değil. Erkeğin de yazması özellikle para getirmeyen edebi alanlarda ürün vermesi çilelidir. Fakat her şeye rağmen erkeğin kendine alan açması daha kabul edilebilir birşey. Kadının anonim varoluştan kopma anları, kapalı bir kapının ardına geçip orada nispeten mahrem ve tekil bir iş olan yazmayla uğraşması hala kadim geleneğe darbe indiriliyormuş, kontrol dışına çıkılıyormuş hissi verir. Tehlikeli sulara açılan bir kadın varmış gibi teyakkuza geçilir.
Alissa Avrupalı ama tanımlandığı yerde durmuyor. Verili kimlikler bu yüzden her zaman yetersizdir zaten. Beklenmedik bir profil çizmesi düş kırıklığına yol açıyor bu yüzden. Kategorilerin geçersizliği gösteriyor ki, yabancıların eşsiz benzerliği var. Bir noktadan sonra çağdaş, modern, ileri, geri hiyerarşileri kifayetsiz kalır, lafu güzaftır hatta. Sınıflandırmaların işe yaramayacağı akıl ve kalp konforumuzun derinden sarsıldığı bir yere geldik. Bu baştan beri böyleydi ama şimdi bu resmin en çok netleştiği günleri yaşıyoruz. Bir kişinin bin kişi olduğunun, olabildiğinin resmini çizmeli bir ressam.
Yaşananlardan ama aynı zamanda yaşanmış gibi bizi içine alan hallerden, etimize kemiğimize kadar bize değmiş durumlardan yola çıkar hikaye. Bu yüzden benim için teknik olarak varsa da, içerik olarak kurgu yok. İcat etmişsem bile yazarken gerçekmiş gibi hisseder, doğruluğundan hiçbir kuşku duymadan yazarım. Hüküm gibi birinin var olduğu çok açık. Birlikte yola çıktığımız da belli. Yolda neler oldu, nasıl oldu, yolun sonuna nasıl geldik yazarken ben de anlamış değilim. Çok çabuk yazıldı.
Yabancılara bakmak istedim. Yazarak ayrıksılaşan, ya da siyah renkli, AIDS'li, Avrupalı veyahut şair kadınların başkalık yolunda nasıl yan yana hizalandıklarını, uzayda nasıl yollarının kesiştiğine bakmak istedim. Kitaba 'Başka Kadınlar' gibi bir isim vermeyi düşünmüştüm bu yüzden. Angelika benim çocukluk kardeşim olduğundan onu anmak istedim sonra.