|

Babam kaybettiklerimin simgesidir

Roni Margulies'in “Ya Seyahat!” ismini verdiği yeni kitabı, “vezinsiz kafiyesiz şiir yazdığını düşünerek kaleme aldığı” öykülerden oluşuyor. Yazar tanımlamakta zorlandığı bu iki yazın türü arasında ayrım da yapamadığını söylüyor

Muhammet Safa
00:00 - 4/10/2011 Salı
Güncelleme: 23:48 - 3/10/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Babam kaybettiklerimin simgesidir
Babam kaybettiklerimin simgesidir

Evliya Çelebi'nin rüyası bilinendir. Bu meşhur, ironik ve anlamlı olayın anlatılmasıyla başlıyor Roni Margulies'in kitabı. Margulies, şiirleri, köşeyazıları, muhalif duruşu, farklı üslubuyla birçok kişi tarafından sevilen, okunan, önemsenen bir yazar olarak yazı hayatını sürdürüyor. Alışılmışın dışında yazdığı 13 öyküsünü Ya Seyahat! başlığı altında toplayarak, Notos Kitap aracılığıyla, güzle beraber okuyucularla buluştu. Klişelerin dışında, mizahla ve ironiyle sarmalanmış, kendi deyimiyle, düzyazı değil, vezinsiz, kafiyesiz şiir yazdığını düşünerek kaleme aldığı öyküler, yaşanmışlıkları samimi ve içten sözlerini okura aktarıyor. Edebiyatımızın öykü alanında yaşanan bu hareketlilik okura umut veriyor. Okunacak nitelikli kitap sayısının artması edebiyat alanında kaliteli yazarlarının varlığını hissettiriyor. Bu minvalde hem yeni kitabının sayfalarına hem yazı alanına dokunduk. Margulies'in baba, İstanbul, ironi ve öykü üzerine görüşlerini aldık.

“Şiir benim aklım. Düzyazı iradem” diyerek başlıyorsunuz. Oysa okuduğumuz öyküler ne akıl ne irade ürünü gibi. Daha çok içerlerde bir yerde kalmış söz birikintilerinin sızması. Doğumgünü, Gam, Parelellikler, Babam Amerika'da… Bunlar irade dışı itiraflarmış gibi bir intiba bırakıyor, ne düşünüyorsunuz?

Yok, “irade dışı sözlerin sızması” benim edebiyat anlayışıma o kadar aykırı ki, mümkün değil öyle bir şey olması. Ben şiirde de, bu öykülerde de önce konuyu, ne anlatacağımı, nasıl anlatacağımı, derdimin ne olduğunu uzun uzun düşünürüm, sonra yazarken de her cümleyi, her kelimeyi tartarak yazarım. İradem dışında yaprak bile kımıldayamaz yani! Şiirin, öykünün gaipten geldiğine inanmıyorum. Edebiyat ürünü bir “yapıt”tır. Kendi kendine bir yerlerden gelmez, “yapılır”.

KAFİYESİZ ŞİİR
Kitapta 13 öykü var; fakat öyküden çok anı tarzında, 'günlük' muadili örnekler. Tam öykü tanımına uymuyor ya da öykünün bir tanımı var mı size göre?

Doğrusu, ben şiiri de, öyküyü de tanımlamayı zor buluyorum. Aralarında kesin bir ayırım yapma ihtiyacı da hissetmiyorum. Kitabın Önsöz'ünde de dediğim gibi, “Siz bunları düzyazı olarak düşüneceksiniz, okurken. Bense yazarken düzyazı değil, vezinsiz, kafiyesiz şiir yazdığımı düşündüm”.

Ya Seyahat! özlem duyulan bir geçmişi mi çağırıyor?

Geçmişi çağırmak beyhude bir çaba! Ama bir yaştan sonra, “kayıp” hissi yoğunlaştıkça, yapmak istediklerimizi yapmak için zaman kalmadığı duygusu acıtıcı bir hale gelmeye başladıkça, insan geçmişi düşünmeden edemiyor. Umudum o ki, geçmişi konu edinen öykülerimde bile basit ve banal bir nostalji duygusu değil, daha anlamlı, belki bugünle de ilgili bir şeyler var.

İstanbul sizin için çok özel bir yerde sanıyorum. Dünden bugüne İstanbul'u izlerken yüreğiniz burkuluyor mu? Şehir artık gerçekten de 'şehir' mi?

Elbette öyle. “İstanbul'un Yerlileri” öyküsünde şöyle demişim: “Gelenler kendi istekleriyle gelirler gerçi, ama hep bilir ki İstanbul bunlar da gidici, bunların da başkaları gelecek yerine. Her gelenin giderken geride bıraktıklarını kendi keyfince harmanlar İstanbul, bir kısmını öğütür yok eder, çok daha önemli kısmını korur ama kendi istediğince yeniden şekillendirir”. Gerçekten de öyle. İstanbul hep değişiyor, kapitalizmin hızına ve tahribatına ayak uyduruyor, değişen nüfusla beraber o da değişiyor, ama içine aldığı herkesi de değiştiriyor, kentlileştiriyor. Ha, evet, çocukluğumun İstanbul'u artık yok. Bugünün İstanbul'u başka bir İstanbul, ama ben de başka bir Roni'yim zaten. Benim yüreğim İstanbul değiştiği için değil, çocukluğum çok eskilerde kalmış olduğu için burkuluyor.

BABA FİGÜRÜ VE YAZIN
'Baba' konusu fazlaca konuşulagelmiştir şu zamana kadar. Bir gerçek, babasını yazmayan yazar yok gibidir. Psikolojiye girip klişe sözler etmeye gerek yok. Babasını hiç görmemiş, tanımamış bir kişi nasıl şair, yazar olur?

Olur vallahi! İnsanın niye ve nasıl şair, yazar veya besteci olduğunu bilmiyoruz ki. Benim düşüncem, iyi şair veya yazar dünyayla, düzenle, hayatla bir alıp veremediği olan kişilerin arasından çıkar. Her şeyle barışık olan kişi, içindeki bir rahatsızlığı, itirazı, acıyı veya isyanı ifade etmek için şiir yazmak veya beste yapmak ihtiyacı hissetmez. Bu rahatsızlık, itiraz, acı veya isyan babayla ilgili olmak zorunda değil. Bazen olabilir, ama çoğunlukla değildir. Benim rahmetli babam da şiir ve öykülerimde “baba” olmaktan ziyade, gençliğimin, masumiyetimin, karşılık beklemeyen sevginin, yani kaybettiklerimin simgesidir.

İ'roni' çok tatlı bir tesadüf. Bütün metinlerinizde inceden hissedilen bu özellik okuru çekiyor ister istemez. İroni üslup olarak var mıdır, sonradan mı kazanılır belirli okumalarla?

Bilemiyorum, genelleme yapmak istemem, ama benim durumumda kısmen mizacımdan kaynaklanıyor: hiçbir şeyi (en başta kendimi) fazla ciddiye almamak, her şeyin abes/anlamsız yanını görmeye çalışmak, kendini fazla ciddiye alanlarla (en başta 'otorite' konumunda olanlarla) dalga geçmek. Kısmen de bilinçli bir yazım tarzı. Yazılan her şeyin her şeyden önce “ilginç” olması gerektiğine, sıradan ve beylik laflar etmemek gerektiğine, herkesin ettiği lafları tekrar etmenin anlamsız olduğuna inanıyorum. Şiirde de böyle, gazete köşeyazısında da. Klişelerle dolu bir şiiri, ezbere laflarla dolu sıkıcı bir köşeyazısını kimse okumaz, okumamakta da haklıdır. Dolayısıyla, ironi, mizah, anekdot gibi unsurları bilinçli olarak kullanmaya çalışıyorum.



12 yıl önce