Ayaklarım üzerinde durmayı. Annem varlıklı bir aileden gelmesine rağmen hayatı boyunca üretken bir insan olmayı tercih etti. O yüzden bana ve kardeşime de hep aynı şeyi öğütledi. Ailemin evinden çıkana kadar ne bir yemek pişirdim ne de yatağımı topladım. Fakat o evden çıktığım gün çalışmam gerektiğini biliyordum. Evli veya bekâr olmam bunu değiştirmez.
Uzun bir süre tek çocuk ve ilk torundum. Daha sonra annemin ve babamın evliliklerinden çok sevdiğim üç harika erkek kardeşim oldu!
Çocukken çok sempatik ve güzel olduğumu söylerler. Bu yüzden annem ve anneannem yolda yürüyemezlermiş. Ama şımarık değil, çok düşünceli bir çocukmuşum. Zaten şımarık olsaydım da izin verilmezdi.
Belki inanmayacaksınız ama, 35 yaşımda Amerikalı bir estetik cerrah benim yüzde yüz güzel olduğumu söylediğinde fark ettim. Çünkü her gün aynada aynı yüze bakıyorsanız sizin için pek de bir anlamı olmuyor.
Annemin güzelliğe bakışı çok gerçekçiydi. O hep "güzelliğine güvenme bir sivilce, zenginliğine güvenme bir kıvılcım yeter" diyerek büyüttü bizi. Babam da beni hiçbir zaman "güzel kızım" diye sevmedi. Bilgi ve donanıma önem verirdi. O yüzden güzellik, bizde hiç gündem maddesi olmadı. Hayatımın erişkin kısmında da güzelliği ben pek önemsemedim, çünkü önceliğim hep başka konular oldu.
Önce eşim sonra da işim. Eşim bu dünyada en sevdiğim insan. Onunla birlikte yaşlanmak istediğim için eşimi işimden daha ön planda tutuyorum. O yüzden de çok büyümek gibi bir hayalim yok.
İşimi öyle bir ruh haliyle kurmadım. Ben eşimle tanıştığımda başka bir işte çalışıyordum. İlişkimiz ilerleyince çalışmam sorun yarattı.
Mesela eşim bana "Haydi seyahate gidelim" ya da 'Bununla görüşme' diyordu. Başkasının yanında çalışmamın bana yüklediği sorumlulukları anlayamıyordu. Daha önce hiç benim gibi çalışan bir annesi, kız kardeşi veya eşi olmamış. Bu nedenle çalışan bir kadınla yaşamanın ne olduğundan habersizdi. Ya evde oturmayı tercih edecektim ya da kendi işimi kuracaktım. Bu sebeple kendi işimi kurdum.
Çocukluğumdan beri güzel sanatlara meraklıydım ve yetenekliydim. Genç kızlığımda buna giyimim de eklendi. Bu nedenle üniversitede tercihim tekstil tasarımı oldu. Sonrasında mobilya, antika, pazarlama gibi farklı bir çok alana da ilgi duyan birisi olarak bu konularda da çalıştım ya da kursa gittim. Kendi işimi kurmak istediğimde ise her şey beni en başa yönlendirdi. Çünkü kendime tasarladığım kıyafetler, çevrem tarafından çok beğeniliyor ve talep görüyordu. Bu yüzden işimi kurarken hiç tereddüt etmedim.
Modayı iki farklı kavram olarak algılıyorum. Moda, güncel olanı temsil ediyor. Bir de giyim üzerine kullanılan bir anlamı var.
Moda her alanda var. Araba, elektronik eşyalar ve dekorasyonda var. Sektörleri canlı tutan şey sürekli değişen trendler. Moda, dünyada milyonlarca kişiye istihdam sağlıyor. Modanın dinamizmiyle sektörler gelişiyor. Bu yüzden ben, modanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu konuya göre değişir. Mesela dekorasyonda modaya uymam. Evimi veya işyerimi dekore edeceksem günün modasına bakmam. Zevkim bellidir. Ben antikayı ve klasiği ya da modern ile klasiği bir arada kullanırım.
Bana göre moda, zevkli bir şeydir ve hayatımıza renk katar. Kendim ve müşterilerim için günün modasından esintiler kattığım kıyafetlerim olur. Çünkü moda, demode olmamanızı sağlar. Fakat yüzde yüz modanın etkisinden oluşan bir gardırobu, ne kendime nede müşterilerime layık görürüm. Gardırobumun çoğu klasiklerden oluşur. Kolay tükenen şeylere karşıyım. Hiçbir şeyi bozulmadan değiştirmem. Müsrif değilimdir.
Bilmiyorum. Bu gazeteciliğin bir parçası herhalde. Her gün haber üretilmesi zor… Gençtim, sarışındım ve suçluydum.
Hayatım boyunca kıskançlıkla çok muhatap oldum. Annem bana yıllar önce, "Senin çok fazla kız arkadaşın olmayacak" demişti. O zaman anlamamıştım. Ama çok şükür bugün harika kız arkadaşlarım var ve arkadaşlıklarımı çok uzun süre korudum. Herkesin hayatında olumsuz kişiler ve olaylar olacaktır. Ben insanları ve hayatı da severim, sevmeyenlere çok takılmam. Kayıp onların kaybıdır, çünkü ben iyi bir dostumdur.
Ben çok bilinen bir ailenin geliniyim ve çoğu zaman durumu belli bir standartın üzerinde olan bir çevrenin içinde bulunuyorum. Ama ötekileştiren her türlü tanımdan, sıfattan rahatsız oluyorum. Çünkü böyle büyütülmedim. Sosyete olmak ya da olmamak benim için önemli değil. Ama artık ünvanım 'moda tasarımcısı', çünkü sağlam ilerlediğim bir işim var ve Allah'a çok şükür yaşlanıyorum!
Bu bahsettiğiniz tarzda kişiler dünyanın her yerinde var. Bunun gelir seviyesiyle ilgisi yok. İnsan sorumluluk hissetmiyorsa zaten bulunduğu konumun bir önemi yok. O davetleri hazırlayanlar ya da katılanların çoğu, bilgili, kültürlü ve ülke meselelerine karşı duyarlılar. Büyük işler yapmış ve yardımlarda bulunmuş kişiler. Bu tür bir genellemeyi, onlar için haksızlık sayarım. İşadamı veya iş kadınlarını ya da sivil toplum örgütü temsilcilerini, davetlere gidiyor diye eleştiremez ve yargılayamazsınız.
Medyanın cemiyete bakışından kaynaklanıyor. Görünen gerçek ile gerçek arasında fark oluyor. Biz ülke olarak yüzeye çok takılıyoruz, derine bakmıyoruz. Ben görünene takılan birisi hiç olmadım. Hayatımı bunlar yönetmedi, hala da yönetmiyor.
Adaletsizlik, haksızlığa, burnu büyüklüğe, vefasızlığa... Çaresiz kalmak çok acı bir şey!
Hiç çocuğum olmamasından korkuyorum. Ömrümü bir çocuğum olmadan geçirmekten çok korkuyorum.
Çok istiyordum. Yirmili yaşlara geldiğimde fiziken ve ruhen uygun olmadığımı anladım. Sonra, amacım ülkeme faydalı olmak ise bunu başka türlü de yapabilirim diye düşündüm. Sivil Toplum Örgütleri'ne ve sosyal sorumluluk projelerine yöneldim. Son onüç yıldır bunu birey olmanın gereği ve hayatımın bir parçası olarak görüyorum.
Ben bağdaştırıyorum. Bu ülkenin her yerinden gelen kadınları mutlu ediyorum. Sadece kadınları değil, eşleri ve çocuklarını da mutlu ediyorum. Dünyada "ilk izlenim" diye bir gerçek var. Ben tasarladığım kıyafetlerle bu kadınlara yardımcı oluyorum. Üstelik yardım amaçlı defileler de düzenliyorum.
Tabii. Uzun zaman alıyor. Benim yaşımdaki biri, ne giyeceğini daha biliyor. Çünkü ruhunu ve bedenini tanıyor. Yirmili yaşlarıma göre kendi fiziğime ve tarzıma göre giyiniyorum.
Giyimim işime referans oldu; bu doğru. Ofisimi ilk açtığım günden itibaren iş beklemedim. İlk gelen müşterilerim bana; "bu kadar doğru ve güzel giyinen biri güzel de giyindirir diye düşündük, ondan geldik" demişti. O yüzden işimde, birçok moda tasarımcısına göre daha çabuk ilerleyebildim.
Ben Türkiye'nin birçok yerine gittim. İmkânlarımız ne olursa olsun, giyim konusunda özenli bir milletiz. Ayrıca ülkemizde bir malzeme cenneti. Kapalıçarşı, Eminönü, Tahtakale, Fatih gibi sizi çok güzel besleyen birçok bölge var, yeterki görmeyi bilin..
Tesettürlü hanımların zayıf olmaları daha kolay giyinmelerini, daha şık ve zarif görünmelerini sağlıyor. Bu yüzden kilolarına dikkat etmelerini tavsiye ederim.
Eşimle birlikte en yakın arkadaşımla buluşmak ve ona kendim söylemek istedim. Çok zor bir saatti. Sonra ofisime gelip elemanlarımla konuştum, işlerimi düzenledim. Eve gidip bir odayı boşalttım ve ofis haline getirdim. Yapmam ve yapmamam gerekenleri bir kâğıda yazdım.
Tedavim boyunca yapıp yapmamam gereken şeyler vardı. Yemem ve yememem gereken şeyler.
'Neden ben?' diye sızlanmak ve vakit kaybetmek bana göre değildir. Ben tedavime ve iyileşmeye odaklanmalıydım. Birlikte çalıştığımız bir arkadaşım dedi ki; "Sen hastalığını da bir proje olarak gördün". Gerçekten de öyle gördüm ve 'Ben bunun da üstesinden gelirim' dedim.
Çok büyük sevgi ve destek gördüm. Türkiye'nin her yerinden mektuplar, e-mailler aldım. İlaç ve yiyecek gönderenler oldu.
Elbette. Yalnız bırakanlar, bir 'Geçmiş olsun'u esirgeyenler de oldu. Ama ben, bardağın hep dolu tarafından bakan biriyim.
Sanırım. Çünkü Amerika'ya gittiğimde doktor bana sigara kullanıp kullanmadığımı, ailemde kanser var olup olmadığını sordu. Ben de "Hayır" dedim. "Hayatınızdaki stresi birden ona kadar sıralarsanız bu kaç olur?" dedi. Ben de "On" dedim. O kadar baskı altında ve hırpalandığım yıllar geçirmiştim ki bu yanıtı verdim. Bir yerimden çıkması normaldi. Çok şükür ki, tedavi oranı çok yüksek bir kanser türüydü.
Yoo. "Artık kimsenin beni kırmasına izin vermiyorum" diye bir cümle kurmak isterdim. Fakat bunu söyleyemem, çünkü o zaman ben 'ben' olmam.
Çok sabırlıyımdır. Bir kişinin bendeki kredisi çoktur. Hayat bana göre kavga değil. Hayatımda dırdır, şikâyet gibi şeyler yok. Bana göre, her şeyin anahtarı sabırdır. Empati yaparım. Her zaman kendimi karşımdakinin yerine koyarım. Olayları ve insanları hep bu yöntemlerle çözmeye çalışırım.
Elbette, insanız biz. Ama çok başarılı olmak gibi de bir hırsım yok.
Atölyemi ilk kurduğum zamanlarda kendime söylemekten kaçındığım bir sıfattı. Çünkü hem bu işin duayeni dostlarıma saygım hem de bana karşı büyük bir ön yargı vardı. Bu konuyu zamana bıraktım. Hem bu işi iyi yapmanız, sadece iyi model çizmeniz ve zevkli olmanızla bitmiyor.
Tecrübe en önemli faktör. Cesaret, çok çalışmak, sabretmek, iyi yönetmek, biraz psikologluk, biraz da heykeltıraşlık gerektiriyor. O yüzden ilk başta büyük sözler sarf etmemin doğru olmayacağını düşündüm. Ofisimi kurarken hiç bir dekorasyon masrafı da yapmadım. Eski, bekâr evimdeki eşyalarla döşedim. Ofisim kötüymüş, dökülüyormuş umurumda olmadı. Çünkü bana önümü görmeden büyük yatırımlar yapmak anlamsız geliyordu. Ne zamanki artık işim de iyiyimdir, o zaman her türlü uygun olan titri kullanabilirdim. Bu yüzden hiç kimsenin ne söylediğini de umursadım.
Bir konuda mükemmel de olsam, bir insan benim hakkımda kötü bir şey söylemek istiyorsa zaten söyleyebileceğini gördüm. Bir insan, zaten negatifse siz ne yapsanız boş. Mükemmel olmanız ya da bir şeyi iyi yapmanız, eleştirilmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. O yüzden kendimi insanları ikna etmeye çabalamayı bıraktım ve kendime döndüm. Ona harcayacağım vakti ve enerjiyi kendime ve işime ayırdım. Bunun sonucunda da daha huzurlu oldum.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık hislerinizi kullanmanıza da gerek yok. En yakın arkadaşı gelip size zaten söyler. Bu dünya, hiçbirimiz için farklı değil. Hiçbirimiz güvende değiliz.
Evet. Kendime güvenim vardır. Hasta olduğumda bu da geçecek diye bakmamın sebebi buydu. Ben, bu dünyada bir insanın ne kadar kötü olabileceğini gördüm, bir hastalık daha kötü olamaz.