Elvan Kıvılcım'ın hikayesi NBC, BCC, ARTE, Deutsche Welle gibi kuruluşlarda çalışan El Cezire İngilizce'nin Türkiye bürosunda temsilcilik yaparak başlar. Eşinin diplomat olması nedeniyle Venezuela'ya yerleşir ve burada evinin kadını olmak yerine kafasındaki bir 'işi' hayata geçirmek için yola koyulur. Ülkenin Amazon Ormanları bölümüne girmeye, burada yeryüzünün en ilkel, dışa kapalı topluluklarından biri ola Yekuanaları görüntülemeye karar verir. Özel uçak dışında hiçbir ulaşım aracıyla yaklaşılmayan o cangıla girer ve önemli bir belgesele imza atar. Dünyanın birçok ülkesinden çarpıcı dosyalar hazırlar. Tüm bunların yanında Paraguay'da 30 yıl sonra dış dünyaya kapılarını açan Chaco yerlilerinin lideriyle geçtiğimiz yaz görüşen ilk beyaz insan yine Elvan Kıvılcım'dır. Halenbağımsız yapımcı olarak haber ve belgesel alanlarında programlar yapan Elvan Kıvılcım, şu sıralar TRT Türk'te yayınlanan Sınırsız Haber'i hazırlıyor.
Aslında bir dizi hikaye var. İşletme bölümünden mezun olmama rağmen sinemaya olan inanılmaz ilgim beni bu yola sevketti diyebilirim. Üniversiteden mezun olduktan sonra TRT'nin birçok alanda açmış olduğu sınavlara girdim. Kurgu bölümünü kazandım. TRT'de eğitim gördüm. Sonrasında 1992'de Türkiye'nin ilk özel televizyonu İnter Star'da çalışmaya başladım. 23 yaşımdaydım, Star'ın haber içeriklerinin ve görsellerini hazırlayan Amerikalı bir haber koordinatörümüz vardı. Beni haber müdürü yapmak istiyordu. Bende ona hep belgesel yönetmeni olmak istiyorum derdim. Bu isteğimi dile getirdiğim zaman koordinatörüm gülmüştü bana … Televizyoncusun ne işin var, diye laf söyler yaşımın verdiği heyecanlardan dolayı bu isteği hoş görürdü, gülüp geçerdi.
Bu meslekte yani televizyonculukta en nankör alan belgeselciliktir.
Bizim anlayışımıza göre, televizyonda da böyle, kadının çalışacağı alanlar bellidir. Daha stabil pozisyonları uygun görürler. Belgesel yönetmeni olacaksınız, çantanızı sırtınza alıp dünyayı gezeceksiniz; bunu kimse size yakıştıramıyor. Ben tabiatım olarak da klasik kadın rollerini kabul edebilen biri değildim. Hayatım hem kadın olup hem herşeyi yapabileceğimi ispatlamakla geçti.
Danimarkalı bir yönetmenin çok güzel bir sözü vardır: ' Ben bir yönetmenim, ben bir sinemacıyım. Kurmaca yaparım, belgesel yaparım ama en nihayetinde hikaye anlatıyorum.' Bu söz benim belgeselciliğe bakışımı özetliyor. Mesele de hikaye anlatabilmek. Hikayemin öznesinin insan olmasını tercih ediyorum. Farklı kültürden meslekten etnik gruptan ülkelerden insanların neler yaşadığı ilgimi çok çekiyor. Bütün belgesellerimin öznesi insan.. Ormanı bile insanlaştırdığım oldu. Ormanın da hikayesi var. İyi anlatabilmem için iyi anlamam gerekiyor.
Evet, aynen öyle. Paraguay'da Chaco ormanları Amazonlar'dan sonra en fazla bio çeşitliliğe sahip ormanı ve orada 30 yıldır dış dünyayla bağlantısı olmayan bir kabile var. İlk defa kapılarını bize açtılar. Dünyaya ait hiç birşey bilmiyorlar, tamamen soyutlanmışlar, kendilerine özel dilleri var. Ormana annemiz dünyamız diyorlar. Aynı Avatar filminde olduğu gibi birgün beyaz adam ormana geliyor ve tarım yapmak için kesip biçmeye başlıyorlar. Chaco yerlileri de kültürlerini yok ettirmemek için savaşıyor.
Ben İspanyolca biliyorum. Tabii artık yerliler de, genç bir iki kişiyi dil öğrenmeleri için ülkelere gönderiyorlar. Bunu da dediğim gibi kendilerini daha rahat ifade edebilmek ve seslerini duyurabilmek için öğrenmek zorunda kalmışlar. Yine kabile dillerini konuşanlar çoğunlukta tabii ki…
Evet, Endonezya'da yanardağa 100 metre mesafede çekim yaparken volkan püskürmeye başladı. Işin en ilginç tarafı da güvenlik koridoru oluşturulmamış olmasıydı, hiç bir can güvenliğimiz yoktu.
'Korku ruhu yer' diye bir söz vardır. Çok doğru… Edindiğim tecrübelere dayanarak söylüyorum ki benim sınırlarım normale göre daha geniş. Ama bir başkasını tehlikeye sokacak riski hiçbir zaman almam. Bir de gösteriş için, gereksiz adrenalin oluşturmak için alınan risklerin benim gözümde değeri yoktur. Mesela Endonezya'da volkan patladığı zaman risk almıştık ama asıl derdimiz böyle sıkıntılı bir alana nasıl rahatça ulaşabildiğimizi, bunun nasıl tehlikeli bir durum olduğunu gözler önüne sermekti. Endonezya afetler bölgesi olmasına karşılık afet yönetimi çok zayıf bir ülke…
Malesef belgeselcilere hak ettiği değer verilmiyor. Avrupa ve Amerika'da belgeselcilere inanılmaz fonlar ayrılıyor. Bizde ise sadece Kültür Bakanlığı destek oluyor. Bir de TRT bu yapımlara ilgi gösteriyor. Son 10 yılda çok büyük gelişmeler var. Üzülüyorum; anlatacak o kadar hikaye var ki… Biz çok renkli çok köklü ve çok değerli bir kültüre sahibiz ama bunu maddi yetersizliklerden dolayı belgesele dökemiyoruz. Yabancıların gelip çektiği filmlerden izlemek zorunda kalıyoruz. Keşke bizlere daha çok imkanlar tanınsa, kendi topraklarımızın belgeselllerini çekebilsek…
Hiçbir mecra kendi içinde iyi ya da kötü değildir. Onu nasıl kullandığınız, onunla ne yağtığınız önemlidir. Keşke dizilere bu kadar büyük bütçeler ayrıldığı kadar belgesellere de o denli imkanlar sunulsa. Belgeselin bütün bir bölümüne ayrılan bütçe, dizilere ayrılan tek bir bölümdeki bütçenin 10'da biri kadar. Düşünün artık…
Sirkeci-Havalimanı arasındaki sahilyolu
Venezuella, özellikle de Amazonlar
Ryszard Kapuscinski - Shadow of the Sun (Güneşin Gölgesi)
Brezilya'nın uzun mesafeleri ve pahallılığı
Meraklı
Herşeyi ve herkesi anlama ve anlatma arzusu
Samimi, özgün, cesur ve birey olabilen insanlar
Endonezya'da çektiğimiz volkanın kül püskürtmesi fotoğrafı
Risk: Olabilir
Para: Tuhaf
Girişim: Kadın
Gelecek: Gelir
Eğitim: Hayatboyu
Reklam: Arzu
Kriz: Haberci
Yönetim: Zanaat
Lider: Gandi
Otomobil: Otopark
Evlilik: Maraton
Çocuk: Kalmalı
Kalite: Sevgi
Savaş: Sanayi