Kısa sarı saçları, tşörtü, kot pantolunu, elinde mikrofonu, köyden köye gezen kimdir diye sorsam sanırım cevabı bulmakta zorlanmazsınız. Çünkü 28 yıldır hayatımızda olan Nuray Yılmaz, Gezelim Görelim programıyla elbette hafızanızın bir köşesinde yer etmiştir. Olmadı, sizin memleketinize geldiği programı mutlaka birileri haber vermiş, izlemenizi sağlamıştır. Köylerde anıldığı ismiyle Sarıkız ve ekibi geçtiğimiz günlerde 1000. programlarını yayınladılar. Rekor denilecek bir zaman aralığında devam eden ve bu süreçte reytingleri hiç düşmeyen Gezelim Görelim’in başarılı sunucusuyla işin sırrını konuştuk.
ODTÜ İşletme mezunuyum. Mezun olduğumda işletme pazarlama üzerine çalışacağım diye düşünüyordum. Bir ahbabımız ‘Sen tam televizyoncu tipsin’ dedi. Televizyona sözleşmeli olarak girdim. Sonra sınava girip kadroya geçtim. Kendi kendime ‘Bir program yapıp onu en iyi şekilde sunmak da bir pazarlamadır’ diyordum. Stüdyoda, sanatçı çekimlerinde, yarışmalarda asistanlık yaptım. Magazin daha cazip geldi. 28 yıl önce her yere kolay gidilemiyordu. Konaklama, ulaşım sorunu vardı. Kendi kendime dedim ki “Ben de tanımıyorum ülkemi, tanırken tanıtayım"
Bir tip dolaşacak, üstelik bir hatun. Neden hayır desinler ki. Onlara da cazip geldi.
Yoktu. Bir de o zaman bir kadın olarak tek başına Doğu’da dolaşmak çok dikkati çeken bir olaydı. Seyredilirliği yüksekti. Doğu’da ne kadar gidilemeyecek yer varsa oraya gittik. Bir aile gidip Diyarbakır’ı dolaşayım dese ulaşım sorundu, otel sorundu. Türkiye’de gelişim son zamanlarda hızlandı.
İlk başta filmle çekim yapıyorduk. O zaman onun yıkanması montajı uzun sürüyordu. Ayda bir program yayınlanıyordu. Sonra bir teknoloji gelişince 15 günde bire düştük. Ondan sonra haftalık oldu.
Yok hatırlayamıyorum. Doğuda bir yerdi. Büyük ihtimalle Diyarbakır’dı.
İlk başta ben tektim. Kamera ekibinden çeşitli arkadaşlarla çalıştık. Sonra eşimle birlikte çalışmaya başladık. O programın yönetmenliğini yaptı. Haftalık bizimki gibi bir tempoyla çalışan bir program sürekli değişen bir ekiple olamaz. Bizim kameramız sabit olsun dedik. Kameramanımız geldiğinde 19 yaşındaydı. Şimdi 40 yaşına geldi. Sonra yönetmenimiz Emren ekibe dahil oldu. Kurgu da sabitlenince, 20 senedir aynı ekip olarak çalışıyoruz. Aile ortamındayız. Başka türlü olmaz. Bizde tempo çok hızlıdır. Çok hızlı gideriz, çekeriz, kurgumuz çok hızlıdır. Bu tempoyu haftalık yayında tutturmak kolay değil. Bize gittiğimiz yerde dahil olurlar, eşlik ederler. Akşamına havlu atarlar.
Nasıl yaşarsan ona alışıyorsun. Mesela bizim tatil anlayışımız da çok değişiktir. Önce dinlenmemiz lazım diye tatile gideriz. Hatta ilk başlarda tatile bile ekipçe gidiyorduk. Hadi bir gün gittik, bir gün dinlendik, 3. gün bir şey dürtmeye başlıyor. “Acaba şu dağın tepesinde ne vardır. Acaba şurayı görsek.” Tatil tatillikten çıkıyor.
Benim için en güzel tatil evde oturmak. Ama bir yere gidelim dersen sonuç böyle oluyor. Ama çok dinlenirim ben evde.
Bir keresinde Anadolu’da 500 yıl önce kullanılan bir geleneği yakaladık. Kızak yarışları var şimdi olimpiyatlarda yatıp buz yolunda kayıyorlar. 500 yıl önce Kastamonu’nun bir ilçesinde sabahın köründe kalkıp buzları ayaklarında çarıklarla ezerek donduruyorlar. Tahtadan yaptıkları kızaklarla yarışma düzenliyorlar. Ödül olarak da bir boğa bir inek veriyorlar. Hala devam ediyor. Bunu sen bulunca etkileniyorsun tabi.
Kaza yaptık ama hiçbir zaman o kazayı göstermedik. Çünkü programı insanlar oraya gitsin, görsün diye yapıyorsun. Yolda başından geçen zorluğu gösterirsen insanlar gitmez.
Yok bana sanatçı muamelesi yapmadılar. "Oo gel bakalım gel sarı kız. Naylon" falan derlerdi. Benim hiç sorunum olmadı. Çok rahat bir çalışma ortamı sağladım.
En zengin yöre İç Anadolu. Kuzeyden almış, güneyden almış, egeden almış doğudan almış. Sivas’a gittiğin zaman etin en iyisini görürsün, yanında hamur işini de görürsün, otu da görürsün.
Yoo. Bin oldu işte. Yani benim şöyle bir şeyim var. Mesela sonsuz ödüller var. Aklına gelecek her yerden ödül aldık. Çok dolu dolu hızlı yaşadık. Bu iş bittikten sonra geri dönüp de “aa bu nasılmış” demem. Bu kadar düşkün değilim. Ben onu yaşadım ve o burada kaldı. Bana “ kitap falan yazsana” derler. O tür işlerle hiç işim olmadı. Görevimi en iyi şekilde yapmak için uğraş verdim. Ülkemi tanıtmaya çalıştım. Bunu da bir ölçüde başardığımı düşünüyorum.
Tabi yorgunluk artık. Her an bırakabilirim.
O da TRT’de program hazırlıyordu. İki rakip canlı gündüz kuşağıydık. Sonra programlar ilerledikçe tanışıyorsun. Evlendikten sonra bir müddet o ayrı ben ayrı program yaptık. Baktık ki hiç buluşamayacağız aynı programda çalışalım bari dedik.
O sistemi güzel oturttuk. Çalışırken 2 ekip elemanı gibiyizdir. Gerektiğinde işle ilgili kavga da ederiz. Ama iş bitince biter. Eşimle aynı işte olmasaydım bu işi bu kadar sürdüremezdim. Evde bir adam seni bekliyor. Olacak iş mi?
Oralardan talep geliyor genel müdürlüğe ya da bize diyorlar ki “Balkanların tanıtılması gerek. Orada soydaşlarımız var.” Böyle “hadi şurayı çekelim” diye gitmedik. Yurt dışı programlarımdaki sansasyon da Çin programıyladır. Sene 85. TRT tek kanal. Türkistan’a gittik. İlk yurt dışı gezimizdi. Orada Türkçe konuşuyorsun ve anlaşıyorsun. Çok ilgi gördü. En az 10 kere tekrar girmiştir yayına.
Programcılık açısından yurt dışı hiç cazip değil. Dükkanlar bile aynı. Oturmuş bir sistem var. Ama bizde bir yere gittiğinde mahalleler arasında bile fark var. Program çıkartma açısından çok zengin.
Takip edemiyorum. Ama denk gelirse bizim daha önceden gittiğimiz bir yerdir muhakkak. Değişmiş mi acaba diye bakarım. Dedikodu magazin programları yapılacağına gezi programları yapılsın.
Ulaşım konusunda inanılmaz bir gelişim var. Bugün Ankara’dan çık bir molayla Rize’ye 8 saatte gidebiliyorsun. Eskiden bir gece Samsun’da konaklaman gerekirdi. İnsanlar gezdikçe konaklama yerleri arttı. Ama otantiklik kayboldu. Bundan 15 yıl önce gittiğim her yerde çok rahat program çıkarırken şimdi köyler boş. Turizm yapısında olan yerler gelişebiliyor.