Akademi, gazete ve sivil toplum alanlarındaki faaliyetlerimi hiç bir zaman siyasetten ayırmadım. Belki doğrudan bir parti organı içinde fiilen yer almadım, ama her zaman daha iyi bir dünyanın nasıl olması gerektiği hususunda sadece fikir üretmedim, bir aktivist olarak da yer aldım. Birine 'siyaset' tabelası koyan seküler bir anlayışım yok. Şimdi yeni ve daha önce hiç hedeflememiş olduğum bir düzeyde siyaset yapmak nasip oldu. Bundan sonrası için benim hedeflerimden ziyade yüklenmek zorunda kalacağım sorumluluklarımın belirleyici olacağını hissediyorum.
Yaklaşık 25 yıldır tanıdığım, çok sevdiğim bir değerdir Davutoğlu. Kendisiyle belki birebir benzer değilse bile karşılaştırılabilir bir çizgimizin olması bile beni sevindiren, onurlandıran bir durum.
MKYK üyeliğim daha yeni. Henüz buna dair konuşmak için bir deneyimim bile yok. Ama önceki MKYK üye profillerine de şimdikine de baktığımda bunun söylenemeyeceğini düşünüyorum. Farklı düşüncelerin parti organları içinde en rahat ifade edildiği bir ortam olduğuna dair değerlendirmeler biliyorum.
Toplumsal uzlaşma sosyolojinin en muamma konularından biridir. Bu kadar farklı insan, herkesin sadece kendini veya aşiretini veya grubunu gözettiği bir karışımdan nasıl 'toplum' diye tutarlı bir yapı oluşabiliyor? Toplum tabiatı itibariyle farklılıklardan ve değişimden oluşur. Bu farklılıkların toplum içinde bir takım gerilimler, çıkar çatışmaları üretmesi normal. Devlet bu gerilimleri toplumun düzenini temin edecek şekilde örgütlenmenin yollarını ararken bu farklılıkları sorun olarak görürse toplumla çatışmaya girer. Devlet toplumsal farklılıkları tanımak ve kendini ona göre ayarlamak durumundadır. Hayalinizde barışçıl, bütünleşmiş bir toplum imgesi yaratırsınız ama bunun toplumda karşılığı olmaz. Belki istibdat dönemlerinde toplumda farklılıkların kolayca ifade edilememesinden dolayı ürettiğiniz bu hayalin karşılığını gördüğünüzü zannedersiniz ama aslında kendi ürettiğiniz bir yanılsamanın peşine düşmüşsünüzdür sadece. Çatışmaları, toplum bütünlüğünü tehdit etmeden gidermenin şimdilik bulunmuş en etkili yolu farklılıkları bir veri olarak bilmek, tanımak ve hakkını vermektir. Bugün bunun siyasal karşılığı da tam demokrasidir.
AK Parti'de yanlış bulduğum şeyleri eskiden medya üzerinden eleştiriyordum. Bu eleştirilerin bir karşılığı oluyordu çünkü dostaneydi. Sırf eleştirirken görsünler diye yaptığım eleştiriler değildi. İnandığım şeyleri söylüyor, gördüğüm yanlışlara yanlış diyordum. Parti içinde gördüğüm yanlışa doğru diyecek değilim. Ama eleştirilerimi artık parti içindeki akla bir katkı olarak sunacağım için dışarıya aksetmeyebilir. İşin tabiatı da bu değil mi?
Açıkçası, beni MKYK'ya teşvik eden bir şey olmadı. Bu kurula girme yönünde en ufak bir çabam olmadı. Sayın Başbakan'ın teveccühleriyle aldığım teklif olmasa, hayatım boyunca, Allahu Alem, bu tarz bir siyasete girmeyi düşünecek de değildim. Ama kabul etmemde belirleyici olan etken Başbakanın bizzat kendisinin davetidir. Bu arada AK Parti'nin Türkiye'nin son on yılında yapmış olduğu devrimlerdir. Organik olarak AK Parti'nin dışında da olsam demokratikleşme, insan hakları, açılım, adalet doğrultusundaki bu değişim sürecine elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştım zaten. Bu katkıyı AK Parti çatısı altında, bu güzel insanlarla birlikte, yapmaya davet edilmek ayrı bir onur benim için.
Öncelikle, olacaksa, kimseye rol modeli olma iddiası dillendirmeden olacak. Doğrusu Türkiye hem ekonomik ve sosyal kalkınmasıyla hem demokratikleşme süreciyle hem de batı ile ilişkisiyle zaten Ortadoğu için bir rol model oldu. Türkiye'nin batı ile ilişkisi, özellikle son yıllarda yeni bir hal aldı tabi. Başlangıcındaki gibi taklitçi, özgüvenden yoksun ve platonik bir aşk ilişkisi değil artık. Demokratikleşme süreciyle de bir yıl içinde esen Arap Baharı'nın hava basıncı biraz da Türkiye'nin yıllardır yaşamakta olduğu bahar havasından geldi.
Erdoğan'ın nasıl bir algıya sahip olduğunu 4. Olağan Kongre'de konuşan Hamas lideri Halit Meşal ve Mısır lideri Muhammed Mursi ve diğerleri bütün samimiyetleriyle ifade ettiler zaten. Meşal herhangi bir insan değil. Ortadoğu'da söyledikleri gerçek anlamda karşılığı olan biridir. Salonda Başbakandan sonra en fazla alkış alan lider Erdoğan'a dönüp 'Allah'a şükret, sen sadece Türkiye'nin değil. Bütün İslam âleminin liderisin ki sen buna layıksın' dedi. Emin olun bunu sırf bir rüşveti kelam olsun diye söylemedi. Arap sokağındaki bir algıyı ifade etti. Mısır'da devrimden hemen sonra sohbet ettiğim insanlara Türkiye'den ne talep ettiklerini sorduğumda 'Bize Erdoğan'ı bir yıllığına ödünç verin' esprisiyle sıkça karşılaştım.
Bugün bir Arap uyanışı sürecinin başladığını ve bu uyanışa bahsettiğiniz liderlerin öncülük ediyor olduğunu görmek gerekiyor. Türkiye bu liderler için bir toparlanma vesilesi, bir başarı hikâyesi, bir siyasi çekim merkezi, uluslararası düzen içinde de bir temsil yolu. Başta Erdoğan olmak üzere Türkiye'nin yeni lider kadrosunda da gerçek anlamda bir insani yakınlık ve dostluk buluyorlar. Mısır'la Türkiye'nin ilişkileri son iki yüz yıldır hiç bir zaman bugünkü kadar iyi olmamış ve gelecekte vaat ettiği düzey de geçmişte haya edilecek bir düzey bile değildi. Mısır ile Türkiye'nin ilişkisi modern zamanlarda hep bir rekabet ilişkisi olarak gerçekleşmiş, oysa bugün gerçek anlamda bir işbirliği, bir yakınlıktan bahsedebiliyoruz.
Duygulu konuşma için lider kimliğinden sıyrılmak gerekmiyor ki. Aksine, lideri lider yapan sihirli kıvamın içinde duygusallığın çok önemli bir yeri vardır ve Başbakanın duygusallığı da onun liderliğinin çok güçlü yanlarından biri. Lidere veya herhangi bir insana olan bağlılık salt rasyonel bir temelde olamaz. Duygusallık her zaman en önemli boyuttur. Başbakanın kitleyle kurduğu ilişkide sergilediği duygusal yakınlık, tam da kongrede Neşet Ertaş'tan aktardığı 'kalpten kalbe görünmeyen yol'lları çok iyi bildiğinin, içinden sıkça gelip geçtiğinin işareti.
Şu an itibariyle AK Parti ile Erdoğan'ı birbirinden ayırt etmenin bir anlamı yok. Erdoğan'ın en büyük eseri partisi... Bu parti ise artık Türkiye'nin en köklü ve en kurumsal varlıklarından birisi. Ama o da varlığını Erdoğan'ın güçlü karizmatik liderliğine borçlu. Özellikle cumhurbaşkanı düzeyindeki liderlerin bir siyasal partinin kongresine katılmaları aslında rutin işlerden biri değil. Bu katılımı ise Erdoğan'ın kişisel ilişkilerindeki başarısına bağlamak kanımca daha doğru olur.
Suriye sorununun Türkiye'nin bir iç sorunu olduğu başından beri belliydi. Türkiye Suriye sorununa karşı kayıtsız kalamayacak bir yakınlık ve angajman içindedir. O yüzden Suriye'de behemehal insani bir çözümü yakalamaya çalışıyor. Suriye rejimiyle veya Esed'in kendisiyle, hatta Suriye'nin diğer müttefikleriyle, İran ve Rusya ile bir sorunu yok Türkiye'nin. Suriye'de bir çözüm isterken onların burada üstlerine alınmalarını gerektirecek bir arayışı yok. Suriye bir buçuk yıl öncesine kadar Türkiye ile daha iyi bir müttefikti, ama Esad'ın kendi ülkesinde yaptıkları kayıtsız kalınabilecek gibi değildi. Kayıtsız kalsaydı Türkiye'nin bölgede hiç bir inandırıcılığı kalmazdı. Türkiye sorunun insani bir sorun olduğunu ve Türkiye ile arasındaki münhasır bir sorun olmadığını kabul ettirmeye çalışıyor. Suriye'den yana bir saldırı karşısında NATO'nun da kayıtsız kalması mümkün olmaz.
En son hadiseler türünden hadiseler Türkiye'nin savaşa çekilmek istenmesi durumunda kötü senaryolar olarak tahmin ediliyordu. Ama Türkiye'nin Suriye ile bir savaşa girmek konusunda baştan beri tavrı nettir. Suriye'den yana bir saldırı olmadığı sürece Türkiye Suriye krizini iki ülke arasındaki bir krize indirgeyecek bir adımdan ısrarla kaçınıyor. Sorun Suriye ile bütün dünya arasındadır ve çözüme de bütün dünyanın beraber karar vermesi gerekiyor.
Türkiye her ihtimale hazırdır, hazır olduğunu kararlılıkla gösterdi ama asla savaşı isteyen veya savaşı teşvik ve tahrik edecek bir tutumun içinde olmaz. Ama saldırıya uğrarsa sineye çekemez. Rasyonel bir davranış çerçevesi içinde Suriye'nin de böyle bir savaşı isteyeceğini sanmıyorum. Ama iktidarı sallanmakta olan Esed'in batarken tutunabildiği her şeyi beraberinde batırmaya çalışacağını, giderayak her türlü kozu oynayabileceğini de hesaba katmak gerekiyor. Burada ülkenin rasyonel davranışından değil her şeyini kaybetmiş birinin verebileceği zarardan bahsedebiliriz. Suriye zaten savaşın içinde onun kaybedecek bir şeyi yok ancak Türkiye savaşa girerse kaybedecek çok şeyi olur
Var olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Türkiye'yi bir savaşa sürüklemek, Türkiye'ye karşı birikmiş olan küresel veya bölgesel muhalefetin veya hıncın şu an için en kolay başvurabileceği yoldur. Savaşın iyisi yoktur ve yükseliş trendinde olan bir Türkiye'nin savaşa sürüklenmesini ellerini ovuşturarak bekleyenler olduğu gibi bunun zeminini hazırlamaya çalışanlar da var.
Türkiye'nin savaşa sürüklenmemek için elinden geleni yapması gerekiyor ki, bunu yapıyor. Ancak bunu yaparken de bir zafiyet göstermemeli. Saldırıya anında misilleme yapmış olması bu zafiyet görüntüsünü giderdi. Tezkerenin de aynı günü sabahında hemen çıkarılması da Türkiye'nin savaşa istekli olmasa da mukadder olduğunda hazır bulunduğunu göstermesi açısından ayrı bir caydırıcı etki yapacaktır. Buna karşılık Türkiye Suriye'de rejimin bu haliyle devam edemeyeceği, halkına karşı savaşan bir rejimin meşruiyetini yitirmiş olduğu tezinden geri duramaz.
Türkiye halkı Suriye'de bir insani felaket sonucunda ülkeye sığınan insanlara kucak açarak misafirperverliğini, özverililiğini sergiledi. Suriye krizinin Türkiye'nin tercih ettiği bir tutumun sonucu olmadığının, alternatifinin de olmadığının bilinmesi gerekiyor. Türkiye baştan itibaren bu süreçte bütün iyi niyetini, sabrını gösterdi. Halen olabildiğince aynı iyi niyeti sergiliyor. Ama yanı başımızda olan yangından etkilenmememiz mümkün değil. Bunun bilinmesi ve bu çerçevede bir birlik görüntüsünün sergilenmesi gerekiyor.
Esed'in gitmesiyle... Bu saatten sonra Esed'in iktidarda durduğu her saat kendi halkına, bölgeye ve Türkiye'ye zarardan başka bir şey getirmeyecektir.
Doğrudan bir alaka kurmak mümkün görünmüyor şimdilik. Ama tamamen ihtimal dışı da değil. Bu tür alakalar kurmak için daha somut bilgiler lazım.
Evet, Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş Bey'le birlikte Has Parti kurucularının büyük bir kısmı gibi ben de AK Parti'ye katılmaya karar verdim.
Başbakanımızla aynı siyasi gelenekten geldiğimiz için kendilerini daha İmam-Hatip Lisesi'nde öğrenci iken tanırdım. Zaten kendileri bizim jenerasyonun örnek aldığı büyüklerimizdendi.Uzaktan da olsa O'nu hep bir 'Abi' olarak gördük.
Türkiye ilk defa gerçek manada bir anayasa oluşturma imkânı ile karşı karşıya. Anayasa toplumun ortak iradesini yansıtan bir metindir. Hâlbuki bizdeki tüm anayasalar, 1921 metni bir anlamda istisnadır, devlet adına hareket eden bürokratik oligarşinin hazırlayıp halka dayattığı metinlerdir. Şimdi ilk defa milletin önüne bir anayasa yapma imkânı çıkmıştır. Çoğulcu, demokratik, katılımcı bir anayasa mümkün olmanın ötesinde bir mecburiyet olarak önümüzde duruyor. Ayrıca Türkiye'nin bu gün karşılaştığı birçok sorunun temelinde mevcut anayasa bulunuyor.
Bir metin, anayasal metinse, ruhu ve lafzıyla birlikte değerlendirilir. Onun için mevcut anayasada bu güne kadar 25'ten fazla değişiklik yapıldığı halde 12 Eylül rejiminin izleri halen devam ediyor. Halka yabancı, vesayetçi, milli güvenlikçi / militarist, tek tipleştirici ve bürokratik oligarşiye zemin hazırlayan her türlü düzenleme ve düşüncenin anayasadan çıkartılması gerekiyor. Anayasa hiçbir ideolojinin, düşüncenin, etnisitenin koruyucusu, taşıyıcısı ve sözcüsü olmamalı. Vatandaşların kamusal mal ve hizmet üretmek için oluşturdukları devlet aygıtının sınırlarını ve işleyişini düzenleyen bir metin her şeyden önce insanın onuru, özgürlükleri ve haklarını öncelikli olarak kabul etmek zorunda. Bizdeki anayasa ise devlet öncelikli bir anlayışla kaleme alınmıştır. Bunun açık ifadesi anayasada bolca zikredilen 'Devletin ülkesi ve milleti' ibareleridir. İşte yeni anayasa her şeyden önce 'Milletin devleti ve ülkesi' anlayışını öne çıkartmalıdır.
26 yaşında Merhum Erbakan Hoca'mın teklifiyle Saadet Partisi'nde GİK üyesi oldum. 2002 yılından beri Genel İdare Kurulu üyeliği, İl Başkanlığı görevlerinde bulundum. Ortaokuldan beri Refah Partisi'yle başlamak üzere siyasetin içindeyim. Bayrak da astım, partide çay da dağıttım. Bu manada siyaset ve teşkilatçılık benim için yeni olgular değildir. AK Parti'nin yapısı, ontolojisi, işleyiş tarzına aşinayım.
Şahsi kanaatim, siyasal katılımı derinleştirip genişletmeye katkı sağlamamızdır. Bu da yeni dönemin teorik ve pratiklerini edinerek toplumsal talepleri siyasal kararlara dönüştürmekle yani siyaseti daha çok geniş kesimlerin ilgi alanı ve uğraşısı edinmekle sağlanabilir.
Gaziantep Nizipliyim, annem köken olarak Diyarbakırlı. Fakat Gaziantep Doğu ve Güneydoğu'nun tüm çeşitliliğini içinde barındıran bir kent. Dolayısıyla bölgeyle ilgili sorunların birinci elden muhatabı aslında Gaziantep'tir. Çünkü hem aldığı göçle hem mevcut etnik kompozisyonu ile bu sorunu en ciddi yaşayan bir bölgeden geliyorum. Ama Gaziantep'in dikkat çekici bir yönü de bu kadar ciddi bir göç almasına ve çok çeşitliliğe rağmen toplumsal huzur ve güven açısında bir sorun yaşamamasıdır. Buradan çıkardığımız dersler, edindiğimiz tecrübeler var. Ayrıca siyasetle iştigal ettiğim günden bu güne kadar hem bölgesel hem de siyasal nedenlerle bu sorun üzerinde sürekli düşünmek ve çözüm üretmekle kendimi mükellef gördüm. Partimizin politikaları belli ve yol haritası doğrudur. Bunların anlatılması ve gerçekleşmesi için elimden geleni yapacağım.
30 yıldır Gönüllü Teşekküller'de fahri olarak birçok vakıf ve derneklerde hizmet eden birisiyim. Dolayısıyla siyasetle pek çok yerde görüşmelerimiz oluyordu. AK Parti 10 yıl boyunca 5 seçim ve 2 referandum kazanma ve halkın beğenerek oy verdiği bir icraat başarısı gösterdi. Bunu yaparken güçlü ve başarılı olmuş kadrosunu zaman içinde yeni kadro takviyeleriyle güçlendirdi.
Davet aldım, üye oldum. Dokuz yıllık üniversite hayatımda İşletme ve uluslararası ekonomi alanında doktora yaptım. Öğrenim hayatımda hem okudum hem çalıştım. 30 yıldır da derneklerin ve vakıfların içinde görev yapıyorum. MÜSİAD'da 20 yıla yakın bir hizmet geçmişim var. Şu anda İlim Yayma Cemiyeti'nin ve Şehir Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti üyesiyim. MÜSİAD'ın Yüksek İstişare Heyeti Üyesiyim. Bir anlamda zaten toplum hizmeti, kamu hizmeti yapıyorum. 'İnsanların en hayırlısı başlarına faydalı olandır' Hadis-i Şerif'ini referans almalıyız. AK Parti'nin kuruluşundan sonra siyasete girmem konusunda teklifler almıştım. Başka partilerden de almıştım.
Son beş yıldır ciddi sağlık konuları ile mücadele ediyoruz. Bu ortamda başka bir görev alma durumum yoktu. Önceliğim sağlıktı. Siyaset konusunda teklif tekrarlanınca bu defa ailemle büyüklerimle istişare ettim, sonuçta MKYK üyeliği gerçekleşti.
1993'te MÜSİAD'ın Genel Sekreteri oldum. Aynı dönem Başbakanımız Refah Partisi'nden İstanbul Büyük Şehir Belediyesi başkanlığına aday oldu. O zamandan beri tanışıyoruz. Yoğun olarak MÜSİAD Genel Başkanlığı döneminde görüştük.
Siyasetteki düsturum, önce Allah'ın rızası, sonra halka hizmet Hakk'a hizmettir.' Başka hiç bir beklentim yok. Derdim, ülkemin, milletimin, İslam aleminin iyiliği, huzuru, refahı.
Allah ve beni tanıyanlar şahittir. Hiç hesap yapmam. Tek hedefim, bir nefer konumunda hayırlı ve faydalı işler yapabilmek.
Medya kongrenin mesajını doğru anladı ve yansıttı. Çünkü AK Parti bu kongre ile 'on yılda şu hizmetleri yaptım. Önümüzdeki 2023'e kadar olan süreçte de Türkiye'ye yepyeni hizmetler yapacağım' demiştir. Parti içinde tekrar bir heyecan tazelemesi yapıldı. Yeni hedefler kamuoyunda iyi karşılandı. Bu kongre parti kongresinin çok ötesine taştı. Yurtdışından gelen önemli devlet büyüklerinin katılımıyla Birleşmiş Milletler Zirvesi gibi İslam Zirvesi gibi üst bir seviyeye taşındı.
Her ikisi için, Türkiye için söylüyorlar. İslam dünyasında nereye gitsek Türkiye'ye bir hayranlık ifade ediyorlar. Türkiye'nin, AK Parti'nin başarı hikayesini, Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın liderlik tecrübesini çok önemsiyorlar. 'Erdoğan - Gül 10 üzerinden 10' diyorlar. İslam ülkelerinin bir çoğunda yıllar boyunca adaletsizlik, işsizlik, yasaklar ve ekonomik anlamda başarısızlıklar olunca, Arap ülkelerindeki halklar açısından Türkiye tecrübesi onlarda takdir ve hayranlık hissi uyandırıyor. Bizde niye yok? Neden bizde de olmasın? gibi sorgulamalar bunun beraberinde geliyor. Tunus'ta başlayan ve Ortadoğu'ya Kuzey Afrika'ya yayılan Arap Baharı rüzgarında Türkiye'nin başarı hikayesinin dolaylı etkileri büyük. Kongreye katılan misafir liderler bunu açıkça söylediler. Bu gerçeği gören bazı komşular ve batılı ülkeler Suriye krizinde 30 bin insanın ölmesi pahasına çözümsüzlüğe oynayarak Türkiye'yi yalnız bıraktılar.