|

Filistin’de bir ebegümeci hikayesi

Filistin’in hikayesini bu defa bereketli topraklarında yetişen portakallardan, zeytin ağaçlarının gölgesinde dinledik. Yafa, Akka ve Kudüs’te oturduğumuz lezzetli sofraların başında ‘ortak’ ne çok şeyimiz olduğunu idrak ettik.

Yeni Şafak
04:00 - 8/03/2015 Pazar
Güncelleme: 22:32 - 6/03/2015 Cuma
Yeni Şafak
KEVSER AYDOĞDU

Toprağın öz evlatlarından bir bitki ebegümeci dayıma göre. Asla yabani bitki demez zira doğada hiçbir çaba gerektirmeden kendiliğinden yetişiveren böreği, sarması, kavurması yapılan mucizevi ot. Her yere sığabilen kimseye müdanası olmayan biraz ışık, biraz güneş oldu mu göveren güzel ebegümeci. Biz senin gibi olmayı beceremedik sınırlar çizdik, kurallar koyduk ve bunlara bile uyamadık birbirimizi yurdumuzdan ettik…


Akka’ya gitmek üzere havaalanından yola çıktığımızda Tel Aviv’e 15 dk uzaklıkta kendimizi Yafa’da buluverdik. Burası tarihin en eski yerleşim merkezlerinden, bir liman şehri. İsrail’in Filistin’i işgal politikasının başlangıç yeri. Mümbit bir toprak zira, yoğun bir şekilde portakal yetiştiriliyor hani şu hepimizin bildiği meşhur Yafa Portakalı. Kabuğundan şahane reçel yapılan bol sulu, tatlı ve çekirdeksiz mübarek bir meyve. 19.yy'da Filistinli çiftçiler tarafından tarımı başlatılıyor, bugünkü durumu malum haliyle. Yafa tarihi dokusu, portakal kokuları, göz okşayan mimarisi, sanat dolu sokaklarıyla kendimizi hiç de yabancı hissetmediğimiz sukünetin hakim olduğu bir Akdeniz kıyı kenti. Turkuaz ya da yeşil minareli denize muhkem camilerinden ezan sesini dinlemek ise ayrı bir huzur. Camilerin en büyük özelliği kadın ve erkek bölümlerinin ayrı binalarda olması, ses sistemi ortak.Oldukça ferah ve temiz. Ve kadın bölümüne ait duvarlarda Resulluh Efendimizin eşlerinin ve kızı Fatıma’nın ismi yazıyor..


SEMBÜSEK YA DA Çİ BÖREK

Yemek kültürünü muhafaza etmek, gelecek nesillere aktarabilmek ve bir hafıza oluşturabilmek... Yafa sokaklarında gezerken gördüğümüz taş fırınlar, tatlıcılar bunun adeta yaşayan bir göstergesi. Ettiğim seyahatler neticesinde beni çokça etkileyen mevzu, yemeklerin coğrafyalar değişse de birbirine benzemek konusunda yarıştığı. Değişen sadece isimler genel formül aynı, kombinasyonlar farklı. Bu da yemeğin globalliği ya da evrenselliği belki de bilginin genetik kodlarla aktarımı olarak açıklanabilir. Misal sembüsek genel olarak mayalı bir hamur, iç harçtan müteşekkil bir büyük poğaça. Ortadoğu’da sembüsek, Güney Amerika’da empenada bizde de çi börek olarak karşımıza çıkar. Bazısı fırında pişer, bazısı kızartılır.

Ve Yafa’daki taş fırınlarda arzı endam eden sembüsekler, zahterli pideler ne kadar da tanıdık bize hiç uzak olmayan hemen anımsadığımız bir tada benzetebileceğimiz şahanelikteler. Ya tatlılara ne demeli o incecik tarihin imbiğinden süzülmüş gibi kadayıftan yapılan mini sarmalar, künefeler. Baklavalar ise ayrı bir mevzu. Güllüsü, fıstıklısı, bembeyaz olanı ve kaymaklısı. Neredeyse şerbeti yok gibi çıtır bir kurabiye tadında.. Bu tatlılar Yafa’nın ana caddesinde Abouelafia tatlıcısında. 1879'dan beri yapıyorlar bu işi.. Ve bu tatlıcıda seyahat boyunda her yerde içeceğimiz içimize ferahlik veren nane çayı ile tanıştık. Çay demleme kültürleri bizden farklı. Poşet çay kullanılıyor ve içine birkaç dal taze nane. Ferahlık veriyor içimize... Yafa’nın sanat ve tarih kokan, turkuaz kapılı taş rengi yapıların sukünet kattığı sokaklarında geçirdiğimiz vakte doyamadan Akka yoluna koyuluverdik. Akka arkadaşımın tanımı ile tarihe tanıklık etmekten yorulmuş, inzivaya çekilmiş yaşlı ve yorgun bir kadın...  

ÖNDE ZEYTİN AĞAÇLARI

Kaldığımız otel yerine Akka’da herhangi bir yerde kahvaltı edelim diyoruz. Ve zeytin, labaneh, zeytinyağı üçlüsüne hayran olmamız da bu tadımla başlıyor. Kahvaltının en büyük sürprizi şakşuka istediğimiz ve bir çeşit menemen olarak önümüze gelen lezzet. Bolca domates, soğan, kimyon, karabiber ve üzerinde yumurta. İşte yine ismi farklı ama bildiğimiz bir lezzet yanında klasik yassı pitalar, fırından yeni gelmiş sıcacık. Tek çare bandırmak yapacak bir şey yok.. Zahteri de anmadan geçersek ayıp olur. Bir tür kekik ama Türkiye’dekinden farklı olarak geniş oval yapraklı, tad olaraksa büyük bir değişiklik yok. Lezzet sacayağını tamamlıyor zahter. 


DÜNYANIN EN İYİ HUMUSU

Pazar kurulan sokaktaki malzeme bolluğu renk cümbüşü iştahını artıyor insanın. Çünkü Said’e doğru gidiyoruz. Çok iddialı bir sloganları var "Dünyanın en iyi humusçusu" diyorlar kendilerine. Nohutun falafel ile birlikte aldığı en güzel iki şekilden biri humus. Biz her ne kadar meze olarak tüketsek de bu coğrafyada ana yemek. Said’in önündeki kuyruk bir alem, herkes rahat, stres yok ne de olsa az sonra dünyanın en ünlü humusu yenecek. Sadece humus ve full var burada. Ne kadar ve üzerinde nohut isteyip istemediğinizi söylemeniz yeterli. Yandaşları kendiliğinden geliveriyor. Salatalık turşusu, soğan, domates ve tabiî ki zeytin. Biz ayrıca ince kıyılmış maydanoz ve pulbiberli acı sos da istiyoruz. Humusla aram çok iyi değildi taki bunu tadana kadar. Said’in bu ünü hak etmesinin zannımca en önemli sebeplerinden biri mönüsünde humustan başka bir şey olmaması. Bir konuda uzmanlaşmak ve kaliteli malzeme kullanmak peşi sıra başarıyı getiriyor. 


Mahmud Derviş'in sesiyle veda

Yafa’daki mimari yapının benzeri Akka'da da karşımıza çıkıyor. Kapı ve pencereleri boyamada kullanılan renk daha yeşilimsi ama sistem aynı taş rengi binalar, kapılar ve pencereler yeşil. Denizle bütünleştiren seyrine doyum olmayan gözler şenliği bir manzara sunuyor bize. Son dönem Filistin şiirinin önemli isimlerinden Mahmud Derviş’in doğum yeri olan Al-Birwa köyü de Akka’nın 10 km doğusunda.. Akka limanından Hayfa’ya bakarken dilimde ünlü şairin şu dizeleriyle veda ediyoruz tarihteki görevini tamamlamış yorgun ve inzivaya çekilmiş Akka’ya.. Dün seni limanda gördüm, yapayalnız, yolluksuz yolcu. Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum, arıyordum sanki yaşlı anamı. Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı kapanır bir hücreye ya da bir limana, nasıl saklanır gurbet elde ve yemyeşil kalır? Yazıyorum not defterime: Limanda durakaldım... En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya, doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz. Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü aradım…


Yeni lezzetler

Akşam kuzen ile buluşma vakti. Bizi Az-zahara isimli Filistin yemeklerini tadacağımız bir restorana götürüyor. Başrolde bu kez mutebbel ve müceddere var. Mutebbel közlenmiş patlıcanlı tahinli bir salata. Müceddere mercimekli bulgur pilavı ve üzerinde kızarmış bolca soğan. Yine sade ve zarif lezzetler. Üç gün boyunca gördüklerimiz, yaşadıklarımızın yoğunluğunu ve yorgunluğunu bir nebzede azaltmak için kuzende dinlenmeye çekildik. Yarın erkenden El-Halil’e gidecektik. Navigasyonda görünmeyen, mücadeleci, mağrur ve mütebessim şehir. Benim hafızamda ise ikram edenlerin şehri. İnsanların hayata tutunma çabası, mücadelesi ve vazgeçmeyişleri ruhumuza kazınanlardan. Çarşı içine küçük bir lokum imalathanesinde ürettikleri lokumları kutulara doldurup hazırlayan baba-oğul, bu kutulardan birini bize hediye eden üç kızıyla alışveriş yapan yüce gönüllü baba.


Ve Mescid-i Aksa

Seyahatimizin başlangıç sebebi Kudüs’e doğru devam ediyor yolculuğumuz.. Hepimizde farklı heyacanlar. Dile kolay etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa diyor Rabbimiz İsra süresinde. Kıyamet kilisesinde ayin yapılırken hemen yanı başında ezan okunan, Mescid-i Aksa’da ikindi namazından çıkınca kilisenin çan seslerini duyduğunuz semavi dinlerin kadim şehri Kudüs. Eski şehirde yani sur içinde gezerken adım başı, nohutun humustan sonra ikinci alameti farikası falafel ile karşılaşıyorsunuz. Falafel de veganların baş tacı. Nasıl olmasın hem bu kadar besleyici, hem lezzetli olduktan sonra. Pita ekmeği arasına çıtır kızarmış falafel ve biraz humus ve istediğiniz sostan koyun işte sandviçiniz hazır. Humus ve falafel Aksa’nın bahçesine piknik yapmaya gelenlerin de baş tacı. Anneler medreseden çocukların çıkmasını beklerken piknik sofralarını hazırlayıveriyorlar. Aksa bu haliyle tam bir külliye..


İki güzel çocuk ve unutulmaz sofralar

Sevgili Raba ve güzel Yusuf. Rabbimin kerim sıfatından nasibini almış iki güzel yürek..Kaldığımız evin çalışanı olan bu Filistinli kadın evinde hazırlayıp getirdiği yemeklerle babaannemin çokça kullandığı ‘’aç yeri ayrı acı yeri ayrı‘’ sözünü doğrularcasına ağırladı bizi. Kültürleriyle nasıl hala dimdik durabildiklerinin bir göstergesiydi sanki. Neler yoktu ki Raba’nın sofrasında. Zahterli, zerdeçellı sembüsek, lavaş, tavuklu-sarımsaklı-zerdeçallı yaprak sarma. Filistin’de harika üzümler yetişiyor, yaprakları da muhteşem. Hiçbir restoranda bulamayacağımız yemekleri sundu bize bu cömert ve zarif kadın. Yusuf ile şehir turu sırasında karşılaştık. 10 yaşında Akdeniz mavisi bakışlı, zeytin karası saçlı bu cömert çocuk arkamdan koşarak elindeki yarısı yenmiş çekirdek paketini uzatarak hediye etmek istediğini söyledi, gözlerinde 'çünkü sana verebileceğim başka bir şey yok' bakışıyla.


Ve Beytulhalim ya da Beitlehem Batı Şeria’daki utanç duvarlarının bulunduğu İsa’nın doğduğuna inanılan Aida mülteci kampının mevkii Filistinli hıristiyanların yaşadığı şehir. Seyahat boyunca en son ebegümecini burada gördüm, tam da mevsimi üstelik. Fütursuzca ve meydan okurcasına gövermeye devam ediyordu. Bir ebegümeci gibi olamadık dedim yol arkadaşlarıma öğrenmemiz gereken ne çok şey ondan….

#batı şeria
#kudüs
#sofra
#yemek
#tarif
9 yıl önce