|

İsrail'in uşağı olan yazarlar var

“Dünya İsrail'in hainlerinin ne denli şirazesinden çıktığını gördü. Bizler de içimizdeki hainlerin çıkan seslerini duymamız gerekiyor. Medya artık susmalı. Şahsiyetsiz kalemlerle şuradan şuraya gidemeyiz.” diyen Perihan Mağden:

Kübra&Büşra
00:00 - 6/06/2010 Sunday
Güncelleme: 22:33 - 5/06/2010 Saturday
Yeni Şafak
İsrail'in uşağı olan yazarlar var
İsrail'in uşağı olan yazarlar var
Perihan Mağden, hani şu köşe yazılarına bir başlayıp bir bırakan, köşelerindeki eleştirileri nedeniyle “deli, manyak” diye anılan yazar. Boğaziçi Üniversitesi'nde psikoloji bölümünü bitirip çoluk çocuğa karıştıktan yıllar sonra 37 yaşında köşe yazarlığı yapmaya başladı. Ergenekon davasından sonra yaptığı psikolojik analizler ve Ertuğrul Özkök ile Ayşe Arman hakkında yazdıklarıyla şimşekleri üzerine çekti. Şimdi köşe yazarlığını bıraktı ve hiçbir gazeteye yazmıyor. “Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol dünya senin kahrını çeksin” derler. Belki de en akıllıca olanını o yapıyordur. Kim bilir...

Siz ne zaman Perihan Mağden oldunuz? Cesur, lafını esirgemeyen, gerektiğinde sataşabilen…

Hep böyleydim. Yani sonradan beni kimse teşhir etmedi. İlkokulda, ortaokulda da böyleydim. Kitabımda yer alan şiirleri onyedi yaşımda yazdım. O yaşlarda Cemal Süreyya'nın Papülüs'ünde, felsefe dergilerinde şiirlerim yayınlanıyordu.

Torpilli miydiniz?

Entellektüel ve bohem bir çevrede büyüdüm. Annemin en yakın arkadaşları Cemal Süreyya ve İlhan Berk'ti. Benim için normal bir şeydi şiir yazmak. O yüzden yazar olmayı şahane bir şey olarak görmüyordum.

Yazmayı düşünmediniz mi?

“Yazar olacağım” diye bir gün bile düşünmedim. Şiirlerim yayınlandı ama devamlılık beklemiyordum. Zaten benim devamlılık ile ilgili bir sorunum var. İlk kitabımı da otuz yaşımda yazdım. Zaten köşe yazarlığına başladığımda otuzyedi yaşındaydım.

Pat diye mi?

Yok. Delirmiş bir şekilde kızımı büyütürken, ortaokul arkadaşım Ayşe Düzkan'ın bana Pazartesi Dergisi'ne 'yaz' demesiyle başladı. Orada yazdığım yazılar ses getirince köşe yazarlığına transfer oldum. Bu beklenti veya bilgiyle olmadı. Zaten hiçbir zaman o bilgiye ulaşamadım. Gazetelerin binasına hiç girmedim. Yazılarımı dışarıdan fakslayıp yolladım.

Kolay memnun olmayan, gergin, öfkeli ve rahatsız bir duruşunuz var. Peki nelerden memnun oluyorsunuz?

Ben başkalarından daha memnuniyetsiz değilim. Hatta onlardan daha az memnuniyetsizim. Ama onlar bunu ifadelendirmiyorlar. Çünkü Türkiye evlatlarını ifadelendirmeme üzerine eğitiyor. Ben memnuniyetsizliğimin yüzde beşini yazıyorum. Onların yüzonsekizbin memnuniyetsizliği var ama ifade etmiyorlar.

Sizde “Öfke baldan tatlıdır” durumu var mı?

Evet ama yazdıktan sonra rahat etmiyorum. O yüzden köşeleri bırakıp gidiyorum. Dört defa bıraktım. Böyle olmasının en önemli nedenlerinden biri de farklı bir ortamda büyümem.

Nasıl?

Annem ve babam ayırıldı. Bohem ve komünist bir çevrede büyüdüm. Her zaman ayrı kutu gibiydim. Böyle yaşamaya da alışkınım. Kendimi ifadelendirmek zaten durumun dışındaysanız problem olmuyor. Bilmiyorsunuz bile neyin sakıncalı olduğunu. İngiliz ve Amerikan okullarında okudum.

Dışlandınız mı hiç?

Annem ayrıldığı için dışlandık zaten. Tek çocuğum. En son şöyle bir şey yaşadım. Macaristan seyahatine gittiğimde oradaki herkes bir şey yiyince başkasına ikram ediyor. Ben etmem. Paylaşmayı bilmiyorum çünkü…

Şımarık mı büyüdünüz?

Annem beni çok şımarttı, bu doğru. İstediğim gibi saygı da gördüm. Öfke baldan tatlıdır meselesi de şu; yazılarıma reaksiyon gelince her seferinde şoke oluyordum çünkü ben şöyle zannediyorum; televizyonun karşısında sadece arkadaş çevreme konuşuyorum, kamuya açık birşey yaptığımı anlamadım.

Yaptığınız açıklamalar internette yayınlanınca, bir köşe yazarı bunu yazı konusu yapınca ne hissediyorsunuz?

Bozuluyorum ve üzülüyorum. Onun içinde bu kadar çok bırakıyorum. Çünkü ben kapalı devre konuştuğumu zannediyorum.

Kendinize dışarıdan bakınca “Bu ne biçim kadın?” mı diyorsunuz, yoksa hak mı veriyorsunuz?

Feci şekilde rahatsız oluyorum. O sitelerde yayınlanmış halimi hiç beğenmiyorum. O manşetlerin benim söylediğim sözün karşılığı olduğuna inanmıyorum. Söylediklerim kişisel değil, siyasi. Hep bunun altını çizmek istedim. Çünkü Ayşe Arman değilim. Ne söylüyorsam politik bir nedeni var.

Polemik kraliçesi gibi duruyorsunuz ama…

Değilim. Zaten onun peşinde olsaydım sabaha kadar kanal kanal dolaşırdım. Bunlar rahatsız edici şeyler. Bu nedenle köşe yazmayı bıraktım. Çünkü o köşeden gelen kötü dikkat beni rahatsız etti.

Bu dikkat kaleminizi etkiledi mi?

Beni etkilemiyor ama beni vicdani redden yargıladıklarında bunun beni durdurmalarına izin veremem. Çünkü bu siyasi bir mücadele. Vicdani reddi savunuyorum diye benim için 'deniz anası, eroin tüccarı' diye yazdılar. Mahkememi bastılar ama bu beni durduramaz. Memleketimin hayrına birşey söylediğime inanırsam bunu söylerim. Ama beni ilgi çekmeye çalışır gibi gösterdiklerinde çok inciniyorum. Hayatımda kötü bakış istemiyorum.

Sokaktan tepki geliyor mu peki?

Hayır çünkü beni tanımıyorlar. Benim tipim kimse tarafından tanınmıyor. Sadece isim olarak biliyorlar. Orhan Pamuk veya Nuray Mert hep aynı tipte çıkıyorlar. Benim şeklim sürekli değişiyor.

Siz psikolojik analizler yapıyorsunuz. Sosyopat diyorsunuz. Ayşe Arman'ı ve Ertuğrul Özkök'ü ağır eleştirdiniz. Zekasına saygı duymadığınız, tiksindiğiniz insanları konuşmakla onları önemsemiş olmuyor musunuz?

Geçinsem başlarının tacı olurum. Ama siyasi olarak onlardan tiksiniyorum. Bunları yazılarımda çok belirttim. Televizyona çıkınca da boynumun borcu olduğu için tekrar ettim. Her zaman içimden geçeni söylediğim için köşem güçlüydü. Onlara gündüz hakaret edip gece buluşup bir şeyler içmiyorum. Çünkü Doğan Grubu içinde böyle bir maç var.

Bu durum sizi yalnızlaştırdı mı?

Yooo. Defilelere ve dış gezilere çağrılmıyorum. Ama zaten onlara çağrılmakta istemiyorum. Kelebek ödül gecesine davet edilmemek benim için önemli değil ki…

Size deli, manyak, psikopat dediklerinde ne hissediyorsunuz?

Bunları söyleme nedenleri tamamen beni sinirlendirmek için. Psikoloji okuduğum ve teşhis ettiğim için Haluk Şahin bana 'deli' diyor.

Kendi arızalarınızla ilgili nasıl teşhisler koyuyorsunuz peki?

Ben de paronaya var, başka şeyler var. Takdir etsinler ki ben Türkiye'nin en yüksek puanlı üniversitesinde bunları öğrendim. Onlara bu tespitleri yaparken hakkıyla yapıyorum.

İçinizde bir Amerika varmış. “Saldırgan, kaba, küstah, kendi haklılığına inandı mı acayip inanan, pire için yorgan yakan, basireti bağlanan, içi daralan, bi kodum mu oturturum ulan diyen…” İçinizdeki Amerika'yı ne durdurur?

Pişman olup tövbekar oluyorum. Suçladığım insanlarda şöyle birşey vardır; hiç bir zaman bu özelliklerini görmezler. Sürekli kendisine yalan söyler ama görmez. Kendimde ne kusur varsa her zaman analizini yapıyorum. İnsanlarda ne eleştiriyorsam, kendimde yüzbin defa eleştiriyorum. İçimdeki Amerika derken yüzleşiyorum.

Neden Amerika?

Onbir yaşımdan beri İngilizce okuyorum. Anglosakson kültürüyle yoğruldum. O yüzden Amerika'yı birçok insandan çok daha doğru okuyorum. Bunları okuyup yapmıyor değilim. Aynen yapıyorum. Tövbe ediyorum ve geri çekiliyorum ama onlarda geri çekilme yok. Doksan yaşına kadar piyasadalar. Hiçbir farkındalık yok. Yansıtma, yansıma, mekanizmalarla işliyor Türkiye'deki medya.

Söylediklerinizin hakeret olarak algılanmasını normal karşılıyor musunuz peki?

Onlar için normaldir. Ama kendi analizini yapsa zaten bu sonuca varırdı. Kendi farkında olsa bu kadar sosyopatlıkla ileri gitmeyecek. Coşkularını ve güçlerini kontrolsüzlükten alıyorlar.

Söylediğiniz şeyler onları nasıl bir ruh haline sokuyor?

Alınganlık, kırgınlık, öfke, intikam. Ama aldırış edemem. Onlar benim tavuğuma “kış” demediler ama bu ideolojik bir savaş.

Ne zamandan beri savaşıyorsunuz?

Özellikle Ergenekon sonrası ben onlara ciddi bir kin besliyorum. Mahkemede yargılandım ve düşmanlarımı gördüm. Düşmanlarım ortada, bunlar da düşmanlarımın avukatı. Onlardan tiksiniyorum. Buna hakkım var ve tiksinirken onların analizini yapmaya da hakkım var.

“Gerçekte incinmekten korktuğu için inciten kadın” mısınız?

Onlar beni sözleriyle incitmiyor. Ayşe Arman'ın ya da Ertuğrul Özkök'ün söylediklerinden incinmiyorum. Türkiye'ye yaptıklarıyla beni sinirlendiriyorlar.

İncittiğiniz kadar incinir misiniz?

İncinmeyen bir insan değilim. Bir yazım, medya sitesine manşet olunca inciniyorum. Çünkü yerim orası değil. O yazıları medya sitesine flaşlanmak için yazmadım. On yıl önce de türbanı savunuyordum. Ama Ergenekon benim için bir sınırdır. Ergenekonla ilgili manşetleri ne kadar çirkin ve yanlışsa benimle ilgili sözleri de öyle. “Tübanlı doktor kanser hastasını ölüme mahkum etti.” demekten bir farkı yok bunun.

Peki sizi ağır yazıları yazmanızdan vazgeçiren nedir?

Sofrada birlikte oturduğun insanlara küfür ediyorsun. Bunu yapmak bana hoş gelmedi. Bana çirkin ve tutarsız gelmeye başladı. Çünkü çok ağır yazılar yazdım. Nereye kadar? O zaman şovmene dönüşüyorsun. Bu işi yapıyorsanız onların işine geliyorsunuz demektir. Büyük bir maaşı ve pozisyonu redettim.

Kimlere hakaret ettiniz?

Haluk Şahin'e, Ertuğrul Özkök'e Radikal ve medya grubundan herkese hakaret ettim, küfrettim ve gittim. Bu da saygıdeğer bir duruş. Çünkü Türkiye'de kimse hiçbir yerden gitmiyor. Köşeler çok kıymetli. Ben gittim bari bunu takdir etsinler.

Köşeyi bırakmak zor geldi mi peki?

37 yaşımda köşe yazarlığına başlıyorsam 49 yaşında da çeker gidersin ne var bunda? O benim varoluş sebebim değil ki… Köşe yazarlığına ithaf edilen önemi de iğrenç buluyorum. Ben bütün köşe yazarlarından daha iyi köşe yazıyorum. Çünkü benim bir üslubum var.

Gerektiğinden fazlalar mı?

Çok fazla. Yurt dışındaki gazeteler o kadar güzel ki… Çok haber var, köşe yazarı diye birşey yok. Bir de çok cahiller. Elli yıldır aynı şeyi yazıyorlar. Ben size bir Oktay Ekşi, Emin Çöleşan yazısı yazayım. Bu bir marifet değil, merakımızı doyuran hiçbir şey yok. Ali ile Ramazan kitabını üçüncü sayfa haberinden yola çıkarak yazdım. Ertuğrul Özkök sitcom gazetecilik zehirlerini saçmadan önce demek böyle üçüncü sayfa gazeteciliği vardı. Ama şimdi yok.

Ne olacak bu medyanın hali?

Bu medya düzeni ve düzeneği ile ölmeye mahkum. İnşallah bunların hepsi yok olacak. 1990 yılındaki krizde bütün kötü bankacılar sirkelenmişti. Medyadan kötüler silkelenmiyor. Bu çok sinir bozucu bir medya. Satış rakamları da iyi değil. Türkiye'nin en çok satan gazetesinin resmi rakamı beşyüzbin. Doksanlarda bir milyon satıyordu. Nüfusumuz çarpıldı. Bu bir başarı değil ki, başarısızlık. Bu durum herkesin sinirini bozuyor. Ben bindiğim taksi şoförüyle aynı siyasi görüşü paylaşıyorum.


OKURLARIM ONLARI ISIRACAĞIMI SANIYOR

Uzaktan seyretmek ile içinde olmak arasında ne fark var?

Sinirlerim tel tel olmuyor. Ruhum ve beynim çok rahat. Recep Tayyip Erdoğan köşe yazarlarına kızıyor ya, ben ondan yüz misli daha fazla kızıyorum ve ona hak veriyorum. Yakıcı bir öfkedense soğuk bir öfke çok daha rahat.

Dilinizin size ihanet ettiği oldu mu?

Hayatımda 'dilin kemiği yok' hadisesini yaşıyorum.

“Dilim kopaydı da söylemez olaydım” dediğiniz bir şey var mı?

Var ( gülüyor), çok oldu öyle. Şahsi hayatımda ileriye gidebiliyorum. Ama bankalar ve vergi dairelerine gittiğimde çok ezik bir insanım. Yakın arkadaşlarımla konuşurken dilimi tutamıyorum. Ama Türk Hava Yolları'nda hostes, garson azarlayan biri değilim.

Okurlarınızla aranız nasıl?

Aram yok! (gülüşmeler) Okurlarımdan biri bana; “Sizi daha öncede gördük ama çok korkuyoruz. Havaalanında gördük diye geldik” diyorlar. Benim onları ısırıcağımı filan zannediyorlar.

Korkutmak kulağa nasıl geliyor?

Tuhaf geliyor. Çünkü özel hayatımda kibar bir insanım.

Siz kimseyi beğenmez misiniz?

Bunun sebebi baba figürüyle büyümemek. Yani süper ego eksikliği. Türk okulunda kafam ezilmediği için ben de saygı eksikliği var (gülüyor). Sevgi duyarım ama daha fazlasını kimse için duymam. Bu da iyi bir şey değil.

Kibirli misiniz?

Kibir her insanın felsefi ve psikolojik olarak mücadele etmesi gereken bir şey. Ben kibirli değilim. Çünkü insanlarla ilişki içinde değilim. Çok çok az insanla görüşen biriyim.

Ama yazılarınızda kibirlisiniz…

Olabilir, bilmiyorum. O mücadele etmem gereken bir şey. Ama kibirli değilim ben satirikim.

Yani…

Soğuk bir mizahım olabiliyor. O da bir mesafe oluşturuyor. Bu da Türkler'in alışık olmadığı birşey. İroniğim. Aşırı mizah ile bakmak anlamına geliyor. Soğukluk ve mesafeli bakıyorum.

Neyi beğeniyorsunuz peki?

Canım Ailem dizisinden Sezen Aksu şarkılarına Ajda Pekkan'dan Abdullah Gül'e kadar beğendim pek çok şey var. Bunları çok fazla yazdım.

Kendinizi kurcaladığınızda bozduğunuz oluyor mu?

Evet. Analizle ilişkilerimi bozuyorum. Çünkü çok analiz yapıyorum. Arkadaşlarımı perişan ettiğim oluyor.

Huzurlu musunuz?

Evimde sukuneti ve huzuru ararım.

Zekanız sizi zehirlemiyor mu?

Ben dahi olduğumu düşünmüyorum. Geçenlerde bunu kızım için düşündüm. Dahi çocuklar yetiştiren anne ve babalar var. Ben asla böyle birşey yapmam. Kızım dahi olmasın ama mutlu olsun.

Kızınız kaç yaşında?

Onaltı.

Yazıyor mu?

Hayır, hiç yazsın istemiyorum.

Benziyor mu size?

Hem benziyor, hem de çok zıt. Herkes annesiyle öyle değil midir? Bana hiç benzemiyor. Adı Melek. Herkes ona “Melek gibi” diyor. Çünkü çok kibar. O hiçbir şeyi beğenmiyor. Benden daha fazla eleştiriyor. Ben televizyon izlerken eleştiriyorum. Kızım da 'Bana niye eleştiriyorsun çok kötü kalplisin' diyor. Türkiye'yi eleştirdiğimde ise 'Beğenmiyorsan çek git' diyor. O çok beğeniyor çünkü. (gülüşmeler)

Kızınız hakkınızda yazılanları okuyor mu?

Evet. Ekşi sözlüğe girip beni okuyor. Çok kızıyorum çünkü ben okumuyorum. Kötü şöhretli biriyim. Onunla yüzleşmesini hiç istemiyorum.


MEDYA ARTIK SUSMALI
Medyanın İsrail'in saldırısı ile ilgili yaklaşımını nasıl buldunuz?

Türk Medyalaması'nın safralarını atma zamanı geldi de geçiyor. Her konuya Kemalist kişilik bozukluğu gözlüklerinin ardından bakmalarına alıştık artık. Okur kitlelerini kandırmalarına bağışıklık geliştirmiş durumdayız.

Yabancı basın?

Bu denli bir hainliği Amerikan - İngiliz Medyalaması'nın karşılayışı İsrail denilen Frankenştayn'ı yaratanların hakiki yüzünü teşhir etmiş oldu.

Bizde Frankenştaynlar var mı?

Bizdeki Frankenştaynlar'ı yaratanların da onlar olduğunu düşünüyorum. 'Ulusalcıyım' diyerek ortalıkta dolaşanların nasıl da zavallı ve efendilerine bağlı olduklarını görüyorum. Onlar, Neo-con'lardan hiç bir konuda ayrılamayan süprüntü uşaklar bence!

Peki bahsettiğiniz yazarlar neden uşaklık yapıyor?

Neticede bu yazarlar halkların oyuyla gelenleri, haklı olanı içine sindiremediler. Kendi pis tezgahlarını içişlerimize de dışişlerimize de dayamaya çalışıyorlar. Türk medyası böyle yazarlarla kaynıyor.

Bu durum medyadaki hangi eksikliği gün yüzüne çıkardı?

Dünya İsrail'in hainlerinin ne denli şirazesinden çıktığını gördü. Bizler de içimizdeki hainlerin, çıkan seslerini duymamız gerekiyor. Medya artık susmalı. Yoksa bu paslı ve ruh hastası koroyla iş yürümez. Şahsiyetsiz kalemlerle şurdan şuraya gidemeyiz. Bu ancak hakiki demokrasi liginde olur.



14 years ago