|

İstanbul ateşi içimde ilk günkü gibi yanıyor

Yani Vlastos 1964 kararları ile oturum izinleri kaldırılan Rumların göç etmesinin ardından Yunanistan'a göçen İstanbullu Rumlardan biri. Onca yıla rağmen İstanbul ateşinin içinde ilk günkü sıcaklığı ile yandığını anlatan Vlastos, özlem duyduğunu fakat en azından çocuklarının azınlık psikolojisiyle büyümediğini söylüyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 30/06/2013 Pazar
Güncelleme: 18:58 - 29/06/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
İstanbul ateşi içimde ilk günkü gibi yanıyor
İstanbul ateşi içimde ilk günkü gibi yanıyor

Azınlıklara yönelik uygulanan 'Türkçe Konuş' kampanyaları ve sokaktaki insanların tepkileri nedeniyle anadilinde konuşamayan İstanbullu Rumlardan biri Yani Vlastos. Kızı da aynı baskıları hissetmiş olmalı ki 4 yaşında Yunanistan'a göçtüklerinde 'Baba konuşabilir miyim?' diye sormuş. Vlastos tüylerini diken diken eden bu soruyla kızının ne kadar etkilendiğini anlamış. Sonrasında da oturup İstanbul'da geçen günlerini yazmış. Kızının sorusundan adını alan 'Baba konuşabilir miyim' Çengelköy'de mahalle kültürü içinde geçen mutlu çocukluğunu, İstanbul'un çok kültürlü renkli hayatını, 6-7 Eylül olaylarını, askerde yaşadıklarını, acı tatlı hatıraları ile anlatıyor. Yani Vlastos ile dün ve bugünün İstanbul'unu konuştuk.

İstanbul 40 yılınızın geçtiği bir şehir. Geriye baktığınızda nasıl hatırlıyorsunuz İstanbul'u?

Bugünkü kadar kalabalık olmayan, her köşesi yeniden fethedilmeye ve keşfedilmeye değer bir şehir. Hayatımın en güzel ve en verimli yıllarımın olması gereken yıllarımı geçirdiğim efsane şehir. Hayatımda daima sormuşumdur kendime, bu yıllarımı dünyanın başka bir tarafında yaşamış olsaydım yine de çocukluk ve gençlik yıllarım için 'Hayatımın en güzel yılları' diyebilecek miydim? Atina'da benimle yaşıt veya benden daha büyük birçok kişi tanıdım. Hepsi de çocukluklarını anlata anlata bitiremiyorlardı. Halbuki onların çocukluğu Alman işgaline ve ondan sonraki iç savaş ve yoksulluk yıllarına rastlıyordu. Acaba ben de İstanbul'da geçirdiğim yıllarımı yaşadığım yere göre değil, yaşadığım devreye göre mi değerlendiriyorum?

EŞİT OLSAYDIM GİTMEZDİM

İstanbul'u ziyaret etmekten ve her seferinde onun saklı güzelliklerinden bir yenisini keşfetmekten doymadığım için bunun böyle olmadığını ve bu şehirde yaşamış olmakla çok şanslı olduğuma inanıyorum. Ancak şuna da inanıyorum ki, kapımdan dışarıya çıktığımda herkesle paylaştığım güzel manzarayı, güneşi, çiçekleri, güzel kokuları ve tabii olan her şeyi herkesle paylaştığım gibi insanların yazdığı ve yürüttüğü karar ve kanunları da herkesle eşit ölçüde paylaşma imkanım olsaydı geriye baktığımda gördüğüm İstanbulla bugün gördüğüm İstanbul arasında hiç bir fark olmaz, çok mesut bir çocukluk, gençlik, orta yaşlılık geçirdiğim şehrimde suallerime cevap arayacağıma hayatımın son yıllarını zevk ve rahatlık içinde yaşamaya çalışırdım. Hem de hiç ayrılmadan!

ZENGİNLİĞİMİZİ KAYBETTİK
O zamanın İstanbul'u ile şimdiki İstanbul'unu karşılaştırdığınızda nasıl farklar görüyorsunuz?

O zamanların 1 milyonluk İstanbul'u bile bize kalabalık görünürken, bugünün istiap haddini aşmış görünen İstanbul'u için ne diyebilirim. Geçen zaman zarfında büyük ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen o günlerin rahatı, sevimliliği artık kaybolmuş. Eskiden bir tek anahtarla mahallenin bütün evlerine girmek mümkünken bugün yan kapıdaki komşuyu bile tanıyamıyoruz. Ticari amaçlar uğruna İstanbul'un o güzelim ufkunu bozanlar ve onlara bu imkanı verenlere ne demeli?

Kitabınızda çok çeşitli ve renkli insan portreleri var. Bu zenginlik İstanbul'a neler katıyordu? Günümüzde bu zenginlik devam ediyor mu sizce?

Mahalledeki, köydeki insan portrelerinin meydana çıkması tamamen o zamanın mahalle ve köylerinin adeta büyük bir aile teşkil etmesinden kaynaklanıyordu. Bu tip ailelerde müspet veya menfi şekilde sivrilmek hiç de zor değildi. Hayatında bir defa için bile suç işlemiş, veya gülünç duruma düşmüş olanlara kabahatleri her gün hatırlatıldığı gibi, iyilik yapanlar da diğerlerinin üstündeki yerlerini alırlardı. Böylece her mahallede her köyde rengarenk bir zümre oluşurdu. Radyonun seyrek dinlendiği, televizyonsuz o yıllarda vakit geçirmek için sataşma ve dedikoduya ihtiyaç hissedilirdi. Bugün artık kaybolmuş olan seyyar satıcılar bile İstanbul'un hayatına renk ve zenginlik katıyordu. Şimdi gün ve gecelerimizi renklendiren değişik şeyler var ama bana sorarsanız fabrikasyon bir zorlama olmaktan öteye gidemiyor.

Türkiye'de uygulanan vatandaş Türkçe konuş kampanyaları, uygulanan baskılar… Kendi dilinizi konuşmanız hep mi problem oluyordu yoksa sonra mı başladı bu baskılar. Öyleyse sebebi ne idi?

İstanbul'daki Rumlar daima baskı altında yaşamışlardır. Bu zaman zaman daha yumuşak bazen de daha sert olurdu. Kıbrıslı Türklere veya Batı Trakyalılara baskı yapıldığı veya iddia edildiği günlerde İstanbul rehinelerine yapılan baskılar da artardı. Mevcudiyetimizin yegane sebebi buydu sanırım. Şamar oğlanıydı azınlıklar. Vapurda , trende, otobüste, yolda bir konuşmayagörsünler pis gavurlar, kahramanlar onları öyle bir sindirirlerdi ki korkudan küçük dillerini yutarlardı. Türkiye'de azınlık düşmanlığı daima taraftar toplamıştır. Sadece zaman zaman cephesi değişmiştir. Azınlıklar sermayenin temsilcisi sayılmış ve onların tüketilmesi için gerek fertler gerekse de devlet tarafından insan haklarına aykırı davranışlarda bulunulmuştur.

Ulus devletin politikalarıyla Kürtler de uzun süre kendi dillerini konuşamadılar. Fakat siz Arnavutça konuşma noktasında bir problem olmadığını belirtiyorsunuz. Bu ayrım neye göre yapılıyordu?

Çocukluk ve gençlik yıllarımda Tahtakale'de çok bulundum. Çoğu Kürt olan hamalların serbestçe lisanlarını konuştuklarına tanık oldum. Zira kanunlara itaatkar gayrımüslim azınlıkların aksine Kürtleri ferdi olarak susturmaya kimse cesaret edemezdi. Bir Rum'a yapılan hakaret anında 15-20 taraftar bulabiliyordu zira Rumların tepki göstermeyeceği biliniyordu. Kürtlere yapılan baskı ancak devlet eliyle olabiliyordu. Arnavutça Tabu lisanlardan biri değildi ve büyük bir Müslüman zümre tarafından da konuşuluyordu.

Gayrimüslim olduğunuz için zaman zaman bazı tacizlere maruz kaldığınızda, cevap vermemeyi tercih etmişsiniz?

Kitabımda bahsettiğim bir hadise haricinde herhangi ciddi bir tacizle karşılaşmadım. Arkamdan yaparlar mıydı bilemiyorum. Ancak bunu yapanlardan tesadüfen duyduğum biri aylar sonra benden özür dileyerek en iyi arkadaşım oldu. O gün tepki vermemenin en doğru hareket olduğuna kani oldum, zira herhangi bir itirazım nahoş netice doğurabilirdi.

Yunanistan'a gittikten sonra Türkiye'deki hangi alışkanlıklarınızı devam ettirdiniz? Ya da özlediğiniz neler var?

Atina'ya geldikten sonra ilk fırsatta denize yakın bir ev kiraladım. Deniz aşığı olan biz İstanbulluların daha yoğun olduğu Palaıo Phaleron semtine geldim hala da buralardayım. Aile dostlarımızın hemen hemen tamamı İstanbul'dan gelmedir. İş ortaklarım İstanbulludur. Arada bir gittiğim kahvenin sahibi İstanbullu Rum, kahvenin müdavimleri ise İstanbulludur. Eskiden İstanbul'a her gidenden gazete getirmesini isterdim artık internet sayesinde buna gerek kalmadı. Hemen hemen bütün İstanbullular Türk televizyonu izlerler.

Gözümün gördüğü her şeyi, kulağımın duyduğu her sesi, burnumun aldığı her kokuyu, damağımın tattığı her tadı, ellerimin dokunduğu her şeyi özlüyorum. Bu öyle bir aşk ki yukarıda saydığım bir sürü nedene rağmen, ateşi hala ilk günkü sıcaklığı ile yanıyor.

Politik sebepler davranışlara yansıyordu

İlerleyen dönemlerde Yunanistan'a göç ettiniz. Buna yol açan 1964 kararları. Peki insanların davranışlarının da etkisi oldu mu?

1964 kararlarının benim üstümde direkt bir etkisi olmadı, ancak 1966 yılında askerden döndüğümde Rum cemaatinin hızla eridiğini gördüm. Ben 1979 yılına kadar dayanabildim. Baktım ki olmayacak henüz vakit erkenken gittim. İnsanların davranışları göçlerde tabii ki etkili olmuştu. Bu davranışlar politik sebepler yüzünden artıyor veya gevşiyordu.

Atina'da sürekli küçük 6-7 Eylül yaşanıyor
6-7 Eylül olaylarını yaşamışsınız. Aynı köyde oturan insanlar size saldırmış. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmişler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce birileri onları kullandı mı? Yoksa zaten hiç kabul görmemiş miydiniz?

6-7 Eylül olaylarında evimize saldıran köylülerimizin 'Kitle psikolojisi' ile hareket ettiklerini ve başkaları tarafından kullanıldıklarını düşünüyorum. Zaten olaylar geçtikten sonra hepsi de kullanıldıklarını iddia ettiler ve buna önce kendileri inandılar. Bizler de inanır gibi gözüktük zira bu deveyi gütmeye mecburduk. Eğer etrafımızdaki herkes aynı şekilde davransaydı bu diyardan çok daha evvel giderdik. Ama çok şükür ki etrafımızda helal süt emmiş, içtiği yüzlerce kahvenin hatırını sayan birçok insan vardı, onların sayesinde devam edebildik.

Takip edebiliyorsanız Türkiye'de Gezi parkı gösterileri de birdenbire yakıp yıkma ve yağmalamaya dönüştü. O görüntüleri görünce ne hissettiniz?

Oldum olası gösteri ve nümayişleri sevmem. Atina'nın ve Yunanistan'ın bu hale düşmesine burada ikide bir yapılan aşırı tipteki gösterilerden kaynaklandığına inanıyorum. Aşırı demokrasinin dejenere ettiği bir kısım gençlik bu haklarını devamlı olarak kötü kullanıyor ve bunun neticesinde her seferinde Atina merkezinde küçük çapta 6-7 Eylül yaşanıyor. Gezi parkı olaylarını ilk gününden beri Türk ve yabancı basından takip ediyorum. Böyle gösterilere sızarak hadise çıkaran ve vurup kırmayı hobi edinen aşırı küçük grupların haricinde, iştirak edenlerin çoğunluğuna gıpta ile baktım. Burada şimdiye kadar görmediğim vakur ve mizahçı bir yaklaşım gördüm. Tabii bunların arasında terbiyesizlik diyebileceğim yazılar gördüm, fakat Atina tiyatrolarında Başbakan ve bakanlara yapılan sataşma ve kötü mizahın yanında onlar solda sıfır kalır. Meydan yıkıp yakan ve yağmalayanlara kalmamalı, ancak haklı veya haksız, bir gaye uğruna günlerce direnenlerin sesi de dinlenmelidir. Bu arada başbakanı istifaya davet eden sesleri ciddi bulmuyorum.

Gösteriler Yunanistan'ı batırdı
Her ne kadar 6-7 Eylül olayları ile bölünse de, mutlu bir çocukluk geçirmişsiniz. Gençliğiniz de, askerlik hariç, mutlu geçmiş sayılabilir. Türkiye'de kalsaydınız hayatınız nasıl olurdu, zaman zaman bunu düşünüyor musunuz?

6-7 Eylül olayları zamanla iyileşen fakat izi daima kalan bir yara olmuştu. O iz bu tip olayların her zaman tekrarlanabileceğini hatırlatıyordu ama kısa bir devrenin haricinde çocukluk ve öğrencilik hayatıma pek tesir etmedi. Yanlış bir adım atmamak, söylenmemesi gereken bir şeyi ağzımdan çıkarmamak için daima tetikteydim ama gençliğim kötü geçti diyemem. Askerlik yıllarımın kötü geçtiğini hiç bir zaman iddia etmedim, sadece o 2 yıl ve 6 günün hayatımın en güzel yıllarından çalınmış olduğunu savundum. Eğer Ordu benim ve benim gibilerin askerliğini olumlu bir şekilde kullanabilseydi bugün değişik düşünürdüm. Eğer herşeye rağmen 1979'da gitmeyip İstanbul'da kalsaydım büyük bir ihtimalle ortanın biraz üstünde geliri olan bir tüccar veya bir emekli olurdum. Atina'da belki bunu layıkı ile yapamadım ama

hiç olmazsa çocuklarım daha serbest bir hayat yaşadılar.

11 yıl önce