|

Kimseye verecek aklım yok

Bu yıl Şehir Tiyatroları’nın genel sanat yönetmeni yardımcısı olan başarılı tiyatrocu Engin Alkan, klasik metinleri alıp modernize ederek ortaya şahane oyunlar çıkarıyor. Bunu yaparken seyirciye ders vermek amacını taşımadığını söyleyen oyuncu “Benim kimseye verecek aklım yok” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 21/12/2014 Pazar
Güncelleme: 19:44 - 20/12/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Her yıl olduğu gibi bu yıl da yönettiğiniz birden fazla oyun var. Bu kadar çok oyunu yönetmek zorlayıcı olmuyor mu? Hayatınızın tamamı tiyatro sanki.

Totalde öyle gibi görünüyor ama ben yılda en fazla 2 proje yapıyorum. Bu oyunlar yıllar içinde devam ettikleri için bir sezonda 6 oyun aynı anda oynayabiliyor. Üretken bir adamım, onu kabul ediyorum. Herkesin bir ritmi vardır, o ritme göre hareket eder. Ama ben de yılda 5 oyun çıkarabilecek yaratıcı güce sahip değilim aslında. İstanbul Efendisi 7, Vişne Bahçesi 3, Şark Dişçisi 4 yıldır devam ediyor. Küskün de 2. yılına girdi. Seyirci ortalaması yüksek olduğu için devrediyor, Şehir Tiyatroları (ŞT)’nda da yapsam, dışarıda da yapsam. Bu yıl da Çürük Temel sahnede. 


Engin Alkan’ın oyunlarını nerede görsek tanıyoruz. Nedir bu işin esbab-ı mucizesi?

Kendimce her oyunda uygulamak istediğim bir takım formüller var. Çoğunlukla içgüdüsel ve benim de çok analiz edemeyeceğim bir sürü bileşkeden oluşuyor. Ancak mesleğe başladığım yıllarda sanat dünyasında bize 2 seçenek sunulurdu. Ya elitist olup yüksek sanat yapacağız, seyircisi olmayacak, kendimiz için yapacağız. Ya da popülist olacağız seviyeyi biraz aşağı çekeceğiz. İnsanların anlayabileceği oyunlar yapacağız, bol seyircimiz olacak. Bunlar çok temel 2 kutuptu. Yıllar içinde bunun doğru bir tavır olmadığını gördüm. Bu noktada bir isyan oluştu bende. Hem seviyeyi yukarı çekip aynı zamanda bunu daha geniş kitlelere nasıl ulaştırabilirim diye araştırmaya başladım. Neredeyse bütün oyunlarımda hep aynı duyarlılıkla gidiyorum. Ben Shakespeare’in dediği gibi ön, orta ve en arka sıranın kendi hayatlarına dair uçlar bulabileceği yapımlar ortaya koymaya çalışıyorum. 


Seyirci temelli bir anlayış yani…

Tiyatro seyirciye yapılan bir sanattır. Sadece kendime yaparsam ne kıymeti kalır ki? Seyirciyi aptal yerine koymak, onlar sadece bunlardan anlar demek yanlış. ‘Ne yapalım seyirci bunu istiyor’ cümlesi, insanın kendi cehaletini ve aptallığını örtmek için uydurduğu mazerettir. Çünkü seyirci dediğiniz şey insandır ve onu küçümsemek sadece daha fazlasını yapamadığınız için kendinizi kuma gömmektir. 


Oyunlarınızda insan olmaya dair bir çok farklı nüans var. Ama ders vermiyorsunuz seyirciye. Bilhassa kaçındığınız bir durum mu bu?

Bizim yaptığımız şey sonuçlar çıkarmak değil. Biz daha çok süreci ortaya koymaya çalışıyoruz. Ben kendimi dünyayı hatmetmiş, insanlara doğru yolu gösterecek donanımda görmem. Sadece çelişkileri gösterip, onlar üzerinden düşünmelerini isteyebilirim. Ben ne kadar vakıfım ki insan olmanın derin paradoksuna? Dolayısıyla benim bu noktada kimseye verecek aklım yok. 


KENDİ TİYATROMU AÇACAĞIM


Peki, oyunlarınızla ne vermek istiyorsunuz tiyatroya gelen seyirciye?

Zaman zaman daha iyi dünyalar için hayaller kurdurmak, zaman zaman da kabuslar göstermek. Sanat da tıpkı rüya görmek gibidir. Rüyada gerçekleşmemiş arzularınızla, bazen de korkularınızla yüzleşirsiniz. Bunlara karşı direnç oluşturursunuz. Sanat da toplumlara rüya gördürür. Rüya görmek bir tedavi biçimidir. Toplumların da kendi bilinçaltını tedavi edebilmesi için bastırılmış istekleriyle, ütopyalarıyla, kimi zaman da korkularıyla yüzleşmeleri gerekir. Bizim yaptığımız da sanat aracılığıyla bu. 


Kendi tiyatronuzu açmayı düşünüyor musunuz?

İnşallah.  Buradaki (ŞT) işim bitince açacağım. Çok geçlere kalmayacak, burada emekli olmama az kaldı. Birkaç yıl sonra artık kendi okulum ve tiyatromu bir arada düşünüyorum. Hayatımın son döneminde böyle bir maceraya gireceğim. Bir kadroyla uzun süre çalışabilmek istiyorum. Ben kendi yetiştirdiğim insanların yeni öğrenciler yetiştirebilecek düzeye gelmesini amaçlıyorum. Bu yetişmiş insanlarla uzun süre beraber çalışarak, yapılanları yazarak bir sonraki nesle bırakmak istiyorum. Yoksa şu anda yaptığımdan farklısı olmayacak. Ama bu deneyimi yaşamalıyım. 


Şekerpare müzikal oluyor


Çürük Temel, Darülbedayi’nin ilk oyunuydu. Ona da siz sahip çıktınız yine. 

Evet, o da 100 yıllık bir metin. Kimse bakmamış yüzüne. Sorunlu bir metin ama bir tiyatronun geleneğini başlatmış. Nasıl olur da 100 yıldır hiçbir rejisör şu oyunu bir daha yapalım demez. 


Siz nasıl dediniz?

Aynen böyle oldu. 100 yılın başlangıcı bu oyun. Buna kimse el atmamış. Belki bütün kariyerimi riske atmak olacaktı ama ben bu oyunu yapacağım. Yapılması gerekiyor diye girdim. Güzel de oldu. Seyirciyle buluştu, sevildi de. Kariyerime artı olarak döndü. Eksi olarak da dönebilirdi, ne kayıp! Bu oyunun yapılması gerekiyor. Korkmamak sarılmak gerekiyor. Engin bunu neden yaptın diyemezdi kimse bana. 


Klasiklerden sahnelemeyi düşündüğünüz yeni projeler var mı?

Şu anda bir müzikal üzerine çalışıyorum. Yavuz Turgul’un senaryosunu yazdığı, Atıf Yılmaz’ın çektiği meşhur film. Şekerpare. Şener Şen, Ayşen Gruda, Yaprak Özdemiroğlu’nun oynadığı kült bir filmdi. Bunu uyarladık sahneye. Müzikal olarak gerçekleştireceğim, bir aya kadar da çalışmaya başlayacağım. İnşallah iyi bir iş olacak. 19. yy Osmanlı’sında geçecek bir komedi. Şark Dişçisi’nden bu yana 3 yıldır müzikal yapmamıştım. Zamanıdır dedim ve kolları sıvadım. Müzikalden vazgeçmem mümkün değil. 


Tohumu saksıya attık


1985’te girdiğiniz ŞT, 100. yılında. Şimdi siz de yönetimdesiniz. Neler değişecek?

Tozlarından, küflerinden, çalışmayan organlarından temizleyerek daha dinamik ve daha nitelikli sanat yapılan bir hale dönüştürmek gerek. Var gücümüzle çalışıyoruz. Şimdiden bir heyecan oluştuğunun biz de farkındayız ama önümüzdeki yıl şu an olduğundan çok çok daha iyi olacak. Çünkü biz saksıya bir tohum attık, büyümesini beklemekten başka çare yok. Bir sürü yere bakım yapıp, ayrık otlarını temizleyip, tohum atıyoruz. 


“Özgürlükten, adaletten, mazlumdan yana olmak, muhalefet etmek, muktedire ayna tutmak ve haksızlığı dile getirmek tiyatronun varoluşunun bir parçasıdır” demişsiniz. Herkes ŞT’yi bir şekilde eleştiriyor ya siz gelinen noktada, bunun ne kadarını yapabiliyorsunuz?

Hepsini yapıyorum. Aktif siyaset içerisinde bir yerlere oturtulmaya çalışılıyor bu saydıklarım. Sanki yapılan tüm kötülükleri iktidar yapar. Mağdur olanlar da o hükümetlere oy vermeyenler gibi bir anlam çıkıyor. Haksızlık her yerdedir. Bireyin mücadelesi her yerde, insanların çelişkileri bin yıllardır aynı. Teknoloji hızla gelişiyor ama uygarlık o kadar hızlı gelişmiyor. Bizi şuraya çok çekmeye çalışıyorlar. Mesela Gezi olaylarından bu yana büyük bir gerilim ve kutuplaşma var. Burada bize sürekli ‘Sizin tarafınız ne?’ sorusu geliyor. 


Siz ne diyorsunuz?

Bu soruyu her iki taraftan da soran oldu bana. Konu buraya geldiğinde ben soran kişiyi ayıplıyorum. Hiç anlamamışsın benim ne dediğimi. Sen aslında duymak istediğin cevabı bekliyorsun benden. Oysa ben senin sorundan daha derin bir şeyden bahsediyorum. Ezberini bana onaylatmak istiyorsun. Benim tiyatro üzerine söylediğim şey, ŞT dahil olmak üzere tiyatro politiktir. Ama bu partizanlık üzerinden bir politika değildir. Tiyatrodan politikayı soyutlamazsınız. Tiyatro iktidara muhalefet eder, ama iktidar sadece oy alan parti değildir ki. Bazen bir baba, bazen dünyayı yöneten kartellerdir. Bu yüzden bir tarafta durmak ve bunu açıklamak zorunda değiliz.


Abartılı makyajlar enteresan dekorlar


Siz geleneksel malzemelerle çalışmayı seviyorsunuz. Üstelik bir ekol bundan tamamen kaçarken. Neden?

Ben farklı bir gerçeklik peşine düşüyorum oyunlarda. Hayatta olduğu gibi değil, hayatı gördüğümde bende kalan şey ne? Sürekli bunun peşindeyim. Ve oyun fikrini hep diri tutuyorum. Onun için abartılı makyajlar, abartılı kostümler, dekorlar kullanıyorum. Ve hep dönüp seyirciyle konuşuyorum. Halk tiyatrosu geleneğini ve oynanış üslubunu, geleneksel malzemelerimizi oluşturan orta oyunu, tülüat, operetler, Ramazan eğlenceleri, köy seyirlikleri kullanıyorum. Bunları modern yapıların içine katıyorum çünkü tiyatromuzun bir kimliği olması gerektiğine inanıyorum. Tanzimat’tan bu yana başlayan Batılılaşma hareketi önce Osmanlı daha sonra Cumhuriyet sanatını bir batılı estetiğinin taklidine dönüştürmüş durumda. Bu da yapılan sanatı kimliksizleştiriyor. 


Tüm bu anlattıklarınızdan sonra Türk tiyatrosunun bir kimliği var diyebilir miyiz?

Var, ancak cılız. Entelijansiyanın bu konuda bir parça daha duyarlı olması lazım. Bu coğrafyada bir oynanış üslubu var. Bu seyircinin kan, can verdiği bir algıda seçiciliği var. Bunları keşfetmek bizim işimiz. Kimlikli işler yapmak için büyük uğraş veriyoruz. Batılılaşma hareketi o kadar tuhaf bir mevzu ki. Bazı referanslar diğerini reddediyor. Mesele bir gelenekle çalıştığınızda siz ya muhafazakarsınızdır ya da o amaçla kullanıyorsunuzdur. Ya da batıyı iyi takip ettiğinizde elitistsiniz. Hayır, ben modern bir adam olabilirim ama geleneği araştırmamda bir beis yok. Tarihime sahip çıkmamda sorun olan ne? 


Klasik metinleri alıp çağdaş bir yorumla sunuyorsunuz ya sizi de bu kategoride mi sayıyorlar?

Sanıyorum öyle. Ama ben bunu bir parça görev gibi görüyorum. Çünkü bu metinler terk edilmiş. Herkes başarısını kanıtlamış bir oyunu alıp çevirip sahneye koyup seyircisini garantilemek istiyor. Bizim klasikleri yeniden ele almamız gerekiyor. Çok kıymetli metinlerimiz var. ‘Ne oynayacağız diye 3 ayınızı Londra’da geçiriyorsunuz, bakın oynayacak öyle çok oyunumuz var ki’ diyorum. 


Oynadığınız oyunlar şahane, yönettikleriniz daha da şahane. Sizin için hangisi şahane?

Önemli diye alırsam bu soruyu son on yıldır yönetmenlik benim için daha ön planda. Oynayacağım şeyler üzerine daha az hayal kuruyorum. Çok zorunda kalmazsam oynamıyorum. Bazen istediğim kastı yapamayabiliyorum. O zaman ‘napayım, bari ben oynayayım’ diyorum. 

#tiyatro
#Engin Alkan
#müzikal
9 yıl önce