Bolu Beyi'nin çocukluğundan bu yana atlara karşı büyük merakı vardı. Bir gün atçılıkta usta olan en güvendiği seyisi Yusuf'u yanına çağırdı, ondan güzel ve cins bir at bulup kendisine getirmesini istedi. Yusuf, gece gündüz aylarca gezdikten sonra, köyün birinde istediği gibi bir tay buldu. Bu tayın babası ırmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan biriydi. Bu yüzden tay çok makbul ve iyi cins bir attı.
Yusuf, tayı sahiplerinden satın aldı. Yavrunun şimdilik hiçbir gösterişi yoktu. Hatta, çirkindi bile. Ama ileride mükemmel bir at olacaktı. Yusuf bunu biliyordu ve beyine tayı göstermek için sabırsızlanarak geri döndü. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok şaşırdı, büyük bir öfkeye kapıldı, hatta kendisiyle alay edildiğini sandı. Bunu hazmedemedi ve derhal Yusuf'un bu çirkin şeyi beğenen gözlerine mil çekilmesini istedi. Tayı da ona verdi ve masum Yusuf'u yanından kovdu. Yusuf, kör gözleriyle köyüne döndü. Olanı biteni oğluna anlattı ve vakti gelince Bolu Beyi ile mutlaka tekrar görüşeceğini söyledi.
Baba oğul, başladılar tayı terbiye etmeye. Böylece günler aylar geçti… Tay artık mükemmel bir küheylan olmuştu. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmekteydi. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu da büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştu. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir babayiğitti.
Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı gördü. Hızır ona yapacağı işi söyledi. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıktılar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras Irmağı'nda beklediler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açılacak, hem Bolu Bey'i ile tekrar karşılaşacak gücü ve gençliği elde edecekti. Bunu bilen oğul, köpükler gelince, babasına haber vermeden hepsini kendisi içti. Yusuf, durumu öğrenince üzüldü; ama bir yandan da sevindi. Kendi yerine oğlu, Bolu Bey'i ile hesaplaşacaktı. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştı. Bir süre sonra oldukça yaşlanan ve hastalanan Yusuf, oğluna gücünü iyilikler için kullanmasını vasiyet ederek öldü.
Babasının sözünü dinleyen delikanlı, zalime başkaldıran, yaşlılara zayıflara dokunmamayı, tamahkar zenginlerle uğraşmayı, dertlilerin derdine bakmayı öğütleyen yiğit bir kişi oldu. Tüm bu kahramanlıkları sırasında kır atı ise hep onun yanındaydı. Nerede bir garip yardım istese kır atıyla hemen onun yanında bitiverir, haksızlıkları önlerdi. Bu arada Bolu Beyi ile hesaplaşmak için de Bolu'yu bastı. Bolu Beyi'nden babasının öcünü aldı. Bolu Beyi de Köroğlu'na karşı düzenler kurdu. Bir defasında Köroğlu'nu yakalatıp zindana attırdı. Ama, Köroğlu ve adamları bir şekilde kurtuldular ve halkın kahramanı olmaya devam ettiler. Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açtı. Yeni yeni serüvenlere atıldı, büyük vurgunlar yaptı. Sonunda tüfek ortaya çıkınca eski yiğitlik geleneği bozuldu, dünyanın tadı kalmaz oldu. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek kırklara karıştı, kayboldu. Daha önceden Kır At da sır olmuştu. O Kır At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmişti.
Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karıştı. Yine bir başka söylentiye göre de Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği gördü. Ne olduğunu sordu. Aldığı karşılığa inanmadı. Denemek için kendine çevirdi, tetiğe dokundu ve yaralanarak öldü. Sonra beyleri de dağıltı.
Kafkas'lardan Rumeli'ye kadar, ünü bütün Osmanlı ülkesine yayılan Köroğlu, bir edebiyat tarihçisine göre hem eşkıya, hem de hece vezniyle şiirler söyleyen bir halk ozanı. Halkımıza göre ise bir destan kahramanı. Kavuşturan kurtaran esirgeyen Kır At motifi ile kökleri çok daha gerilere giden bazı efsanelerle, 'Celali Köroğlu Ruşen' ve 'Celali Kiziroğlu Mustafa Bey' gibi bazı gerçeklerin ve özlemlerin karışarak oluşturduğu bir destan. Destan kadar da meşhur olan şu türkü hikayeyi dinleyen herkes tarafından bilinir:
Hey hey efeler hey
Benden selam olsun Bolu Beyi'ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden gargı sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir
Hey hey gine de hey
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır
Hey hey efeler hey
Köroğlu döner mi kendi şanından
Çıkarır çoğunu er meydanından
Kırat köpüğünden düşman kanından
Çevre dolup şalvar ıslanmalıdır
Winx Club'ın çocuklara bir sürprizi var! Orijinal çizgi film eskizlerinden oluşan 'Winx Club Çizgi Film Sergi' etkinliği; Ekim ayında Beyoğlu'ndaki TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi'nde başlıyor. 13 Kasım'a kadar görülebilecek sergi, bir çizgi filmin nasıl yaratıldığını merak edenlerin ilgi odağı olacak! Etkinliğin gerçekleştirilmesini sağlayan Türkiye Lisans Acentası Filma'nın Yönetici Ortağı Karaca Sarıoğlu "Winx Perileri izlenme rekoru kırdı. Bu sergiyle; bir çizgi karakterin, çizgi filmin nasıl meydana geldiğini göstermek istedik." dedi.
Tarih: 23 Ekim 2011, Pazar; Saat: 13:00 Mekan: Akatlar Kültür Merkezi Yeşil Ada'nın sahilinde hummalı bir çalışma vardır. Çizme Faresi, çizmeyi yüzdürmeye hazırlanmaktadır. Adayı duman sarmıştır. Hayvanların çoğu adadan göç etmiştir. Aslan Kral, Şebek Bambu ve Çizme Faresi karşı adadan yardım istemek için çizme ile denize açılacaklardır. O sırada karşı adada yaşayan Mamuk ile Yamuk adadaki dumanı farkeder, anlam veremedikleri yanık pet şişeleri kıyılarında bulurlar. Mamuk ile Yamuk'un çok önemli bir hayalleri vardır: karşıdaki Yeşil Ada'ya gidebilmek.
Yazar: Avi
İngilizceden çeviren: Hande Anapa
Yayınevi: Hayykitap – 158
Dünya çocuk ve gençlik edebiyatından yayımladığı nitelikli roman ve öykülerle dikkat çeken Hayykitap, iki gençlik kitabıyla tanıdığımız ödüllü yazar Avi'yi gençlerden sonra bu kez çocuklarla buluşturuyor. 'Badem ve Arkadaşları' serisinin ilk kitabı Kekik, hem soluk soluğa hem de bolca gülümsemeyle okunacak bir macera. Birbirinden renkli fare ve kedilerle tanışacak, küçücük bir farenin neler başarabildiğine şaşıracaksınız.