|

'Korkularımın ruhumu yemesine izin vermedim'

Bağımsız yapımcı olarak çektiği belgesellerle önemli ve olağandışı insan hikayelerine imza atan Elvan Kıvılcım, tarafsız olmak ve gerçeği tam anlamıyla yansıtabilmek için risk almaktan hiç korkmadığını dile getiriyor.

Merve Sena Kılıç
00:00 - 15/04/2012 الأحد
Güncelleme: 21:56 - 14/04/2012 السبت
Yeni Şafak
'Korkularımın ruhumu yemesine izin vermedim'
'Korkularımın ruhumu yemesine izin vermedim'

Elvan Kıvılcım'ın hikayesi NBC, BCC, ARTE, Deutsche Welle gibi kuruluşlarda çalışan El Cezire İngilizce'nin Türkiye bürosunda temsilcilik yaparak başlar. Eşinin diplomat olması nedeniyle Venezuela'ya yerleşir ve burada evinin kadını olmak yerine kafasındaki bir 'işi' hayata geçirmek için yola koyulur. Ülkenin Amazon Ormanları bölümüne girmeye, burada yeryüzünün en ilkel, dışa kapalı topluluklarından biri ola Yekuanaları görüntülemeye karar verir. Özel uçak dışında hiçbir ulaşım aracıyla yaklaşılmayan o cangıla girer ve önemli bir belgesele imza atar. Dünyanın birçok ülkesinden çarpıcı dosyalar hazırlar. Tüm bunların yanında Paraguay'da 30 yıl sonra dış dünyaya kapılarını açan Chaco yerlilerinin lideriyle geçtiğimiz yaz görüşen ilk beyaz insan yine Elvan Kıvılcım'dır. Halenbağımsız yapımcı olarak haber ve belgesel alanlarında programlar yapan Elvan Kıvılcım, şu sıralar TRT Türk'te yayınlanan Sınırsız Haber'i hazırlıyor.

Habercilikten sıkılıp belgeselciliğe soyunan bir gazeteci olarak bu işi yapmaya ilk nasıl karar verdiniz?

Aslında bir dizi hikaye var. İşletme bölümünden mezun olmama rağmen sinemaya olan inanılmaz ilgim beni bu yola sevketti diyebilirim. Üniversiteden mezun olduktan sonra TRT'nin birçok alanda açmış olduğu sınavlara girdim. Kurgu bölümünü kazandım. TRT'de eğitim gördüm. Sonrasında 1992'de Türkiye'nin ilk özel televizyonu İnter Star'da çalışmaya başladım. 23 yaşımdaydım, Star'ın haber içeriklerinin ve görsellerini hazırlayan Amerikalı bir haber koordinatörümüz vardı. Beni haber müdürü yapmak istiyordu. Bende ona hep belgesel yönetmeni olmak istiyorum derdim. Bu isteğimi dile getirdiğim zaman koordinatörüm gülmüştü bana … Televizyoncusun ne işin var, diye laf söyler yaşımın verdiği heyecanlardan dolayı bu isteği hoş görürdü, gülüp geçerdi.

Neden gülüyordu? Belgeselciliğin Türkiye'de değer görmemesinden mi?

Bu meslekte yani televizyonculukta en nankör alan belgeselciliktir.

Kadın olmanızın dezavantaj olabileceğini düşünmüş de olabilir…

Bizim anlayışımıza göre, televizyonda da böyle, kadının çalışacağı alanlar bellidir. Daha stabil pozisyonları uygun görürler. Belgesel yönetmeni olacaksınız, çantanızı sırtınza alıp dünyayı gezeceksiniz; bunu kimse size yakıştıramıyor. Ben tabiatım olarak da klasik kadın rollerini kabul edebilen biri değildim. Hayatım hem kadın olup hem herşeyi yapabileceğimi ispatlamakla geçti.

Habercilikten belgeselciliğe geçerken zorlanmadınız mı?

Danimarkalı bir yönetmenin çok güzel bir sözü vardır: ' Ben bir yönetmenim, ben bir sinemacıyım. Kurmaca yaparım, belgesel yaparım ama en nihayetinde hikaye anlatıyorum.' Bu söz benim belgeselciliğe bakışımı özetliyor. Mesele de hikaye anlatabilmek. Hikayemin öznesinin insan olmasını tercih ediyorum. Farklı kültürden meslekten etnik gruptan ülkelerden insanların neler yaşadığı ilgimi çok çekiyor. Bütün belgesellerimin öznesi insan.. Ormanı bile insanlaştırdığım oldu. Ormanın da hikayesi var. İyi anlatabilmem için iyi anlamam gerekiyor.

PARAGUAY'DA AVATARLAR YAŞIYOR
Paraguay'da ki çektiğiniz bir belgeseli 'Gerçek avatar' olarak isimlendirmişsiniz.. Buna benzer bişey mi?

Evet, aynen öyle. Paraguay'da Chaco ormanları Amazonlar'dan sonra en fazla bio çeşitliliğe sahip ormanı ve orada 30 yıldır dış dünyayla bağlantısı olmayan bir kabile var. İlk defa kapılarını bize açtılar. Dünyaya ait hiç birşey bilmiyorlar, tamamen soyutlanmışlar, kendilerine özel dilleri var. Ormana annemiz dünyamız diyorlar. Aynı Avatar filminde olduğu gibi birgün beyaz adam ormana geliyor ve tarım yapmak için kesip biçmeye başlıyorlar. Chaco yerlileri de kültürlerini yok ettirmemek için savaşıyor.

Peki siz hangi dilde anlaştınız?

Ben İspanyolca biliyorum. Tabii artık yerliler de, genç bir iki kişiyi dil öğrenmeleri için ülkelere gönderiyorlar. Bunu da dediğim gibi kendilerini daha rahat ifade edebilmek ve seslerini duyurabilmek için öğrenmek zorunda kalmışlar. Yine kabile dillerini konuşanlar çoğunlukta tabii ki…

Afrika'dan Venezuela'ya Endonezya'dan Norveç'e dünyanın birçok yerinde bir çok olaya tanıklık ettiniz. Sizi en çok etkileyen çekimi hatırlıyor musunuz?

Evet, Endonezya'da yanardağa 100 metre mesafede çekim yaparken volkan püskürmeye başladı. Işin en ilginç tarafı da güvenlik koridoru oluşturulmamış olmasıydı, hiç bir can güvenliğimiz yoktu.

Herkesin kaçtığı yerlere koşarak gitmek nasıl bir duygu? Risk almayı sever misiniz?

'Korku ruhu yer' diye bir söz vardır. Çok doğru… Edindiğim tecrübelere dayanarak söylüyorum ki benim sınırlarım normale göre daha geniş. Ama bir başkasını tehlikeye sokacak riski hiçbir zaman almam. Bir de gösteriş için, gereksiz adrenalin oluşturmak için alınan risklerin benim gözümde değeri yoktur. Mesela Endonezya'da volkan patladığı zaman risk almıştık ama asıl derdimiz böyle sıkıntılı bir alana nasıl rahatça ulaşabildiğimizi, bunun nasıl tehlikeli bir durum olduğunu gözler önüne sermekti. Endonezya afetler bölgesi olmasına karşılık afet yönetimi çok zayıf bir ülke…

BELGESELLERE DİZİLER KADAR BÜTÇE AYRILMIYOR
Türkiye'de belgeselciliğe bakışı nasıl değerlendiriyor sunuz?

Malesef belgeselcilere hak ettiği değer verilmiyor. Avrupa ve Amerika'da belgeselcilere inanılmaz fonlar ayrılıyor. Bizde ise sadece Kültür Bakanlığı destek oluyor. Bir de TRT bu yapımlara ilgi gösteriyor. Son 10 yılda çok büyük gelişmeler var. Üzülüyorum; anlatacak o kadar hikaye var ki… Biz çok renkli çok köklü ve çok değerli bir kültüre sahibiz ama bunu maddi yetersizliklerden dolayı belgesele dökemiyoruz. Yabancıların gelip çektiği filmlerden izlemek zorunda kalıyoruz. Keşke bizlere daha çok imkanlar tanınsa, kendi topraklarımızın belgeselllerini çekebilsek…

Televizyon belgeselciliği olumsuz yönde etkilemiyor mu?

Hiçbir mecra kendi içinde iyi ya da kötü değildir. Onu nasıl kullandığınız, onunla ne yağtığınız önemlidir. Keşke dizilere bu kadar büyük bütçeler ayrıldığı kadar belgesellere de o denli imkanlar sunulsa. Belgeselin bütün bir bölümüne ayrılan bütçe, dizilere ayrılan tek bir bölümdeki bütçenin 10'da biri kadar. Düşünün artık…


EN'LER

Türkiye'de en sevdiğiniz yer?

Sirkeci-Havalimanı arasındaki sahilyolu

Dünyada gitmekten bıkmayacağınız ülke neresi?

Venezuella, özellikle de Amazonlar

Okumaktan en çok zevk aldığınız kitap?

Ryszard Kapuscinski - Shadow of the Sun (Güneşin Gölgesi)

Gittiğiniz ülkelerde sizi en çok zorlayan yer/olay?

Brezilya'nın uzun mesafeleri ve pahallılığı

Sizi en iyi anlatan kelime ne olabilir?

Meraklı

Hayatın size sunduğu en güzel hediye nedir?

Herşeyi ve herkesi anlama ve anlatma arzusu

Sizi en çok ne motive eder?

Samimi, özgün, cesur ve birey olabilen insanlar

Bakınca en çok etkilendiğiniz fotoğraf?

Endonezya'da çektiğimiz volkanın kül püskürtmesi fotoğrafı


Tek kelime / Tek yorum

Risk: Olabilir

Para: Tuhaf

Girişim: Kadın

Gelecek: Gelir

Eğitim: Hayatboyu

Reklam: Arzu

Kriz: Haberci

Yönetim: Zanaat

Lider: Gandi

Otomobil: Otopark

Evlilik: Maraton

Çocuk: Kalmalı

Kalite: Sevgi

Savaş: Sanayi

٪d سنوات قبل