OSMALI’DA ÇUKULATA DİYE SÖYLENİRDİ
Çikolatanın ilk ortaya çıkışı, tahminlere göre MÖ 1500’lere, Meksika Körfezi kıyısında yaşayan halklara dayanıyor. Avrupa’nın eline geçmeden önce çikolata, Güney ve Orta Amerika halkları tarafından yüzyıllardır balla ve çeşitli baharatlarla karıştırılarak soğuk ya da sıcak içilen bir maddeydi. Geçmişe bakıldığında, Avrupa’nın çikolatayı sadece beş asırdan beri bildiği; bugün bildiğimiz haliyle çikolatanın hikâyesinin ise toplamda belki yüz elli seneyi geçmediği söylenebilir. Çikolata adı İspanyollar tarafından veriliyor. Tarihte farklı telaffuzlarla kullanılan çikolata, Osmanlı’nın ilk yıllarında çukulata olarak geçiyor.
Çikolatanın hayatımızdaki yeri kültürel olarak da fark ediyor. Kaynaklara göre 17. Yüzyılda tanışıyoruz ancak Osmanlı’da 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlaşıyor. Tanzimat’la gelen batılılaşmayla birlikte Avrupa’dan gelen çikolataya frenk yiyeceği olarak bakıldığını söyleyen Saadet Özen, buna karşılık Avrupa’da sömürge malzemesi olduğundan egzotik bir ürün olarak kabul edildiğini belirtiyor. Osmanlı’da esas pazarlama alanı çocuklar olduğundan daha çok sütlü çikolata tercih edilmiş.
Osmanlı döneminde en çok tercih edilen marka ise Avrupa’dan ithal gelen Fransızların Menier çikolatası. Onun dışında Coloniale, Cailler, Suchard, Cabbury, Van Houten gibi; İsviçrelisi, İngilizi, Hollandalısıyla çeşit çeşit çikolata markası Osmanlı piyasasında mevcut. En lüks çikolata Gala-Peter. Bir de kansızlığa, kabızlığa, hatta solucana karşı çocuklara verilen ilâç çikolatalar yer alıyor. Buradan da anlaşılacağı gibi çikolata tarihte hastalıkları tedavi etme aracı olarak da kullanılmış. Saadet Özen, çikolatanın modern öncesi tıpta hemen hemen her türlü patolojiye karşı nasıl kullanıldığını şöyle açıklıyor; “Mide ağrısı, kabızlık ve ishale karşı, kuzey Amerika’da ise kolera tedavisinde kullanılıyor. Çikolatanın ilaçlarda kullanılmasının bir diğer sebebi de daha lezzetli kılmak. Bu nedenle özellikle çocuklar için demirli ve manganezli çikolata hapları yapılıyor.” Ancak 19. Yüzyılda modern tıbbın ortaya çıkmasıyla çikolatanın herşeye iyi gelmediği anlaşılıyor. Buna rağmen yardımcı gıda olarak her dönem kıymetini koruyan çikolatanın en önemli etkisi direnci attırması olarak biliniyor.
SULTAN ABDÜLMECİD TADINI ÇOK SEVERDİ
Avrupa’da 16. Yüzyıldan itibaren var olan çikolatanın kabul görmesi o kadar da kolay olmamış. Hollandalı coğrafyacı 1640’ta bir yazısında: “Kakaodan temel olarak çikolata dedikleri, bu sıra dışı bölgelerde [Orta ve Güney Amerika’da] yaşayanların pek sevdiği bir içecek yaparlar, ne kadar muteber bir şey olursa olsun alışkın olmayanı kusturur” diye bahsediyor. Avrupa’da ön yargıyla karşılansa da Osmanlı tarafından her zaman sevilmiş. Çikolatanın önce Dolmabahçe’ye, sonra çikolatanın ‘altın çağını’ yaşadığı Sultan II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı’na girdiği tahmin ediliyor. Sarayın resmi tedarikçisi unvanını aldığını bilinen tek çikolata firması, 1908’de Sultan II. Abdülhamid’den bunu talep etmiş olan Nestlé’. Özen; “1858’de Sultan Abdülmecid’in Şekerci Vallauri’ye “şekercibaşı” unvanını verdiği, dükkânına ‘şekercibaşı unvanının yazdırılması ve dükkânın padişahın tuğrası ile bezenmesine’ müsaade ettiği kayıtlara geçmiştir.”