|

Radyo söyledi halk dinledi

İstanbul’da Büyük Postane'nin üst katında, takvimler 6 Mayıs 1927’yi gösterirken başlayan radyoculuk hikayemiz, aynı zamanda Türk siyasal ve ekonomik tarihine de ışık tutuyor. Tamer Kütükçü’nün, Radyoculuk Geleneğimiz ve Türk Musikisi isimli çalışması, siyasal bir araç olarak radyonun yıllar içinde halk üzerindeki etkisini de inceliyor.

Orhan Orhun Ünal
04:00 - 21/12/2014 Pazar
Güncelleme: 21:06 - 20/12/2014 Cumartesi
Yeni Şafak

Allo allo... Muhterem samiin (dinleyiciler)… Burası İstanbul Telsiz Telefonu... Şimdi akşam neşriyatımıza başlıyoruz anonsu, 6 Mayıs 1927’de radyolarımızın ilk spikeri Sadullah Gazi Evranos tarafından yapıldı. Sirkeci’de bir binanın ikinci katında yayın yapan şirket, istediği abone sayısına ulaşamadığı için çalışanlarına ücret ödeyemez duruma geldi. Elektrik borcundan dolayı sesi kesilse de, bu trajik başlangıç Türkiye’nin radyoculuk serüveni için milat kabul ediliyor. Türkiye’de radyonun hikayesi, aslında politik ve sosyal tarihimizden de farklı olmamasına rağmen günümüze kadar bu ilginç konu hakkında yeterince inceleme yapılmış değil.


SİYASAL TARİHİMİZ BURADA

Araştırmacı ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Tamer Kütükçü, ‘Radyoculuk Geleneğimiz ve Türk Musikisi’ isimli çalışmasında Türk müziğinin ve radyoculuk deneyiminin kırılma noktalarını inceliyor. Aslında Türk siyasi ve sosyo-ekonomik tarihini radyonun hikayesi üzerinden dinliyorsunuz.  Tamer Kütükçü, çalışmasına esin kaynağı olan iki önemli motivasyon olduğunu söylüyor. İlki çocukluğundan beri başucundan ayırmadığı radyosuna olan sevgisi. Diğerini ise şöyle açıklıyor: “Zamanla radyo-siyaset arasında ne denli sıkı bir ilişkinin olduğunu fark ettim ve araştırmak istedim.”


1930’LARDA PROPAGANDA ARACI

Tamer Kütükçü,  “Ülkemizde radyo ve siyaseti birbirinden ayırmak olası değildir” diyor ve radyonun ortaya çıkış amaçlarından birinin bizzat siyasi olduğunu şöyle anlatıyor: “Vedat Nedim Tör’ün ifadesiyle ‘radyo söyledi’ tanımının ‘kitap yazdı’ ifadesinden farkının olmadığı 1930’larda siyasi erk kendi propagandasını radyo üzerinden yoğun şekilde yürütmüştür. Özellikle, bu dönemde ‘devrimleri halkla buluşturmak’, ‘halka tanıtmak’ amacına hizmet eder.” Kütükçü, 1968 yılını bir kırılma noktası olarak değerlendirip; “Televizyonun yayın hayatına başlamasıyla herşey değişti. Radyonun itibarını kayda değer ölçüde sarstı. 2000’ler sonrasında ise, yeni medyanın, sanal iletişim araçlarının radyonun pabucunu iyice dama attığı ileri sürülebilir. Kaldı ki, halkın manipülasyonu da, bence, seksen, doksan yıl içinde epey değişti” sözleriyle süreci özetliyor.


EMEKTAR RADYOCULARA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ 

Kütükçü,  Radyonun siyasal bir araç olması yanında Türk musikisi için yıllar içinde çok önemli işlevler üstlendiğini anlatıyor. Çalışmasında aynı zamanda Türk müzik tarihine de farklı bir bakış açısı getiren yazar, radyo yayıncılığında 1950-1970 döneminin önemine şu sözlerle dikkat çekiyor:  “1949’dan 1970’lere değin İstanbul Radyosu’nda Nevzat Atlığ, Cüneyd Orhon Türk musikisi programlarının belli bir düzeyin üstünde kalmasında çok önemli gayretler ortaya koymuşlar. Sayra Orkan, 1995 öncesinde taş plakların temizlenmesi ve radyo mikrofonuna aktarılması için kısıtlı imkânlara rağmen, senelerce inanılmaz bir çaba ortaya koydu.”


Osmanlı eserleri gün yüzüne çıkıyor

Tamer Kütükçü, 2000’lerle, programcılık anlayışında ciddi değişimler oluştuğunu anlatarak,  “Aşırı ticarileşmeye bağlı olarak, yaşamdaki hemen her şey gibi, sanat ve musiki de bu çerçevede ele alınıyor. Yozlaşmış ve popülist bir radyo/musiki programcılığı ortaya çıktı” diyor. Kütükçü, her şeye rağmen yapılan değerli işlerden bahsetmeyi de unutmuyor: “Buna karşın, geçmişle barışma, Osmanlı’nın değerlerine sahip çıkma politikalarının bir kazanımı olarak, önceki kanatla mukayese edilemeyecek ölçüde daha sınırlı sayıda bir programcı, bugüne kadar hiç gün ışığına çıkarılmamış, özellikle Osmanlı dönemine ait musiki, beste ve icra örneklerini bulmakla  kalmayıp, bunu akademik olarak da nefis inceleyen, çok nitelikli programlar ortaya koydular. Bülent Aksoy, Ersu Pekin, Fikret Karakaya, İncilâ Bertuğ, Vahit Anadolu, Mustafa Doğan Dikmen, Cemal Ünlü gibi isimler eminim ki seneler sonra bile dikkatle dinlenecek, titizle incelenecek, programları arşivlere kazandırdılar.”


Halkın müzik algısı reytinge kurban ediliyor

TRT Müzik, gibi radyo kanallarında gayet nitelikli yayınlar yapıldığını belirten Tamer Kütükçü, birçok kişinin musikiyi “yok gazino şarkısı” kimliği altında  üçüncü sınıf piyasa CD’lerini  çalan kimi radyo kanallarından dinlemesine eleştiri getirmeyi de ihmal etmiyor.  Tamer Kütükçü, radyoculuğun içinde bulunduğu kısır döngüyü şöyle özetliyor: “Bu kanallar sonra çıkıyorlar -haklı olarak- ‘biz en fazla dinlenilen Türk müziği yayını yapan özel radyoyuz’ diye böbürleniyorlar; hem reklam gelirlerini arttırıp, ekonomik olanaklarını çoğaltıyor, hem de müziği temsil eden bir merkez konumuna gelerek kitlelerin müzik algısı ve beğenisi üzerinde otorite ve belirleyici olmaya başlıyorlar.”

#radyo
#dinleme
#radyoculuk
9 yıl önce