|

Rengarenk dünyanın yoksul yüzleri

Pakistan'a yolunuz düştüyse önce Lahor Meydanı'na çıkın. Burada görülecek pek çok şey bulacaksınız. Bunlardan biri de Padişah Camisi'dir. İkbal'in türbesini ziyaret edip ve büyük çarşıyı da gezdiyseniz turist olarak şehri epey tanımışsınızdır demektir.

Halenur Gürbüz
00:00 - 28/10/2012 Pazar
Güncelleme: 21:44 - 27/10/2012 Cumartesi
Yeni Şafak
Rengarenk dünyanın yoksul yüzleri
Rengarenk dünyanın yoksul yüzleri

İnsan neden Pakistan'ı gezmek istesin ki? Hindistan'a giderken 'uğramak'için? İran'a gitmişken görmek için? Afganistan'a geçmek için? Pakistan'la ilgili gezi yazıları, genelde bu üç yoldan biriyle yapılmış olarak çıkar karşımıza. Oysa Pakistan'da hak eder özel olarak gezilmeyi, sırf Pakistan'ı görmek için yapılan bir yolculuğu; hem de çok. Nasıl etmesin ki? Kimsenin sebebini tam olarak bilemediği bir şekilde, Pakistan 'kardeş' ülke değil midir bize? Öyledir. Pakistan dost, Pakistanlılar kardeştir. Bunu, gezindiğiniz sokaklarda bir kadının kolunuzdan tutup kendi evinin önüne götürmesinde de, bir erkeğin elini kalbine bastırıp tebessüm ederek 'kardaş' deyişinde görebilirsiniz ayan beyan. Sonra bir Pakistanlı çocuk, nedense gözleri kocaman büyük, sanki dünyayı görüyor da görmezden geliyor gibi; ailesinden biriymişsiniz gibi sokulur yanınıza. 'Ben bir yabancı ülkeyi gezecektim, oysa burası yabancı falan olamaz' diye hayretle bakarken etrafınıza, kendinize bir gezi haritası düşünürsünüz bir yandan. Bir yandan da, bunca kardeşlik masalının içinde bindiğiniz bir taksinin şoförü size 'sir' diye hitap edince içiniz acır. Daha beyaz olduğunuz için 'efendi' olmak, Pakistanlı şoförün efendi'ye duyduğu o yabancı ve korkak saygıdan size de hissetmesi hiç de hoş bir tecrübe sayılmaz.

İKBAL'İN LAHOR'UNA UĞRAYIN

Gezmeye Lahor'dan başlamak fena fikir değil. Muhammed İkbal'in halkı toplayıp Osmanlı'nın Kurtuluş Savaşı'na destek olmaları için davette bulunduğu Lahor Meydanı'ndan mesela. O Lahor Meydanı ki, İkbal'i dinledikten sonra kimi kadınların bileziklerini, küpelerini çıkarıp vermelerine şahit olmuştu, kiminin de gidip evladını bir zengine satarak aldığı parayı Osmanlı'ya göndermesine.

Lahor'da görülecek çok yer var, bunlardan biri de Padişah Mescidi. Duvarları öyle süslü, avlusu öyle kuşatıcı ki! Ardından karşısındaki Şahi Kale'ye gitmelisiniz. Bu kaleyi yaptıran kişi Şah Cihan. Hani, müteveffa eşi için dünyanın yedi harikasından birini yaptıran yeryüzünün örnek kocası. (Taç Mahal'i yaptırdıktan sonra 'Bir daha böyle bir eser yapamasınlar' diye yapımda çalışan işçilerin kollarını kestirdiği söylenir.) Unutmadan, Lahor Müzesi'ni de görün bu arada. Buda heykelleri, Buda heykelleri, Buda heykelleri ve bir kısım başka eserler...

Ve elbette Pakistan'ın Mehmet Akif'i Muhammed İkbal'in kabrinde okunacak bir Fatiha ile son bulmalı Padişah Mescidi bölgesindeki ziyaretiniz. Lahor'un efsanevi kahramanı Anarkali'nin ismi verilen çarşıyı da gezdiyseniz, bütün turistik vazifelerinizi yerine getirdiniz demektir; artık bu şehirden ayrılabilirsiniz.

OTOBÜS TEPESİNDE YOLCULUK

İslamabad'a otobüsle geçeceksiniz. Bir otobüsün ne kadar çok insan alabileceğini görmek için işte bir fırsat. Yine şehrin içinde dolaşan, kamyondan bozma, gelin arabasından hallice, rengarenk otobüsleri ve kamyonları seyretmeye doyamayacaksınız. Bu otobüs tecrübesinden sonra şimdi İslamabad gezinize Faysal Camii'nden başlayabilirsiniz. Bu camii görünce İtalyan ya da Hollandalı bir mimara ait zannedebilirsiniz. İtalyan mimarın İslamabad'da işi ne Allah aşkına? Evet, iyi bildiniz, bu ilginç camiin mimarı bir Türk. Vedat Dolakay. Ankara Kocatepe Camii projesi için hazırlanan bu camiyi Türkiye'de yapacak yer bulamamışız. Pakistan'dan teklif gelince de buraya yapılmış.

Resmi 'kapı çarpma' töreni

Pakistan ile ilgili mevzularda nedense çok bahsedilmez ama önemli bir ritüeldir aslında: gündüz açık olan Hint-Paki sınır kapısının akşam kapatılması töreni. Bu tören, her iki ülke tarafında da kurulmuş olan tribünlerdeki halka açık olarak gerçekleştirilen bir güç gösterisinden ibaret. Kapının kapanma vakti yaklaşınca, iki ülkenin askerleri sahaya çıkıp, kapıyı kapatmadan önce gösterişli yürüyüşlerle naralar atıp boşluğa tekmeler savuruyor. Evet, anlatırken epey saçma görünüyormuş sahiden. Oysa izlerken dolduruşa gelip 'Civee, civee, civee Pakistaaan' diye tezahürat yaparken bulabilirsiniz kendinizi. İki tarafın askerleri yorulana kadar bağırdıktan, izleyiciler avuçları patlayıncaya kadar alkışladıktan sonra kapılar yine naralar eşliğinde kapanıyor. Yok yok, birbirlerinin yüzüne çarpılıyor. Ne mi olmuş oluyor? İngilizlerin bu topraklara bırakıp gittiği, sonra da sulamayı ihmal etmediği düşmanlık tohumlarının meyvelerinden yemiş oluyorsunuz bir miktar. Tribünlerde coşku devam ederken, bir kenarda içiniz acıyarak izleyebilirsiniz Müslüman kardeşlerinizin bu ezilmişlikten ibaret olan sevincini. Nasıl başardım bu yazının sonunu hüzünle bitirmeyi bilmiyorum ama, nedense, hüzün var Pakistan'da. Onca korna sesi, keşmekeş, dağınıklık arasında, durgun ve sessiz bir hüzün. Belki de, sokaklarda yatan, yoksulluktan aç gezen, çocuğunu doyuracak ekmeği bulamazken ultra lüks şartlarda yaşayan hemşerileriyle arasındaki uçurumu gören insanları görüp de haline şükrediyor olmanın verdiği hüzündür bu. İnsan düşünmeli: Haline şükretmek için, birilerinin sefaletini mi görmek gerek muhakkak?

Baharat kokuları

Baharat sever misiniz? Sevebilirsiniz elbette ama en fazla ne kadar sevebilirsiniz ki? İnsanın midesinin kaldırabileceği maksimum baharat miktarı nedir? Bu sorunun cevabını Pakistan'da bulacaksınız. Etli, baharatlı, bol baharatlı, yok yok, 'baharatın içine bir miktar et katılmış' yemekler, pilavlar... Üstelik, -üzgünüm sevgili kardeş Pakistanlılar ama bunu itiraf etmek zorundayım- Pakistan'da insanlar dahi baharat kokar. Bunu, Mısır Çarşısına girince yüzünüze vuran o naif kokuyla karıştırmayın derim. Hazırlıklı olun da, sonra 'Sen propagandasını yaptın diye gittik, burnumuzun direği kırıldı' olmasın.


11 yıl önce