|

Sağlık için ne yapacağımızı şaşırdık

Yumurta ye-yeme, günde mutlaka 2 saat koşmak gerek, yok on dakika yeterli, çimeni sık suyunu iç, karbonatlı su içmek çok yararlı-zararlı tartışmaları arasında sağlıklı bir yaşam için ne yapıp ne yapmayacağımızı adeta şaşırmış durumdayız. Uzmanların tartışmasından geriye kalan ise kocaman bir soru işareti.

Yeni Şafak ve
04:00 - 23/11/2014 Pazar
Güncelleme: 20:36 - 22/11/2014 Cumartesi
Diğer

Sağlıklı yaşam trendi gün geçtikçe daha fazla gündemimize girer oldu. Bu biraz da zorunluluktan. Hangi internet sitesini açsak yan tarafta mucize bir bitkinin bizi nasıl zayıflattığı ya da nasıl gençleştirdiği, her derde deva olduğunu anlatan bir reklamla karşılaşıyoruz. Keza kanallar arasında gezinirken Prof. Öz’ün mucize bitkisi, ya da size sağlık getiren detoks uygulamaları reklamlarına rastlamamak olanaksız gibi. Şehir yaşamının getirdiği şartlar, gittikçe değişen çalışma ve yaşam koşullarının insan fizyolojisine uygun olmadığı düşüncesi ve uzun yaşama arzusu da bunu tetikledi. Geleneksel yaşama, sade hayata dönme akımları dalga dalga yaygınlaşıyor. Tedavide alternatif metodlar aranıyor. Bu da doğal olarak kendi trendlerini ve kendi sektörünü oluşturuyor. Gün geçmiyor ki mucize bir bitki keşfedilmesin ya da saçlarını şampuan kullanmadan sadece suyla yıkama “no poo” gibi akımlar doğmasın. 


TEREYAĞ ŞİMDİ GÖZDE OLDU

Sadece bu kadar da değil. Dün doğru dediğimize bugün yanlış diyebiliyoruz. Bir zamanlar en kötü yağ, kesinlikle uzak durulması gereken besin tereyağ şimdi uzmanların gözdesi. Aslında durumumuz tam da aşağıdaki anekdottaki gibi.  “MÖ 2000: Al. Bu kökü ye. / MS 1000: 0 kök kötü. Gel bu duayı oku. / MS 1850: 0 dua batıl inanç. Al, bu iksiri iç. / MS 1940: 0 iksir yılan yağı. Al, bu hapı yut / MS 1985: 0 hap etkisiz. Gel, bu antibiyotiği al. / MS 2000: 0 antibiyotik işe yaramaz. Al, bu kökü ye” Hal böyle olunca bir kafa karışıklığının yaşanması da oldukça doğal. Sağlıklı yaşam adına yaptığımız diyetler, detokslar işe yarıyor mu? Bir sürü para verdiğimiz organik ürünlerin diğerlerinden anlamlı bir farkı var mı? Sağlıklı yaşam için adını bile söyleyemediğimiz meyve sebzeleri yememiz sadece yemek kültürümüzü mü arttırıyor? Bunlara cevap vermek daha doğrusu verilen cevapların hangisinin doğru olduğunu söylemek zor. Belki zamanla, toplum tarafından deneyimlenerek, doğru cevaplara ulaşabiliriz. Yine de “sağlıklı beslenme ve yaşam” konusundaki görüşleri dinlemek istedik. Farklı uzmanlara cevaplarını sorduk. 


Otlar her derde deva mı?

Yara iyileştirmeden, kırışıklık gidermeye kadar her yerde etkili olduğu iddia edilen Aloe Vera konusunda yapılan bilimsel araştırmalarda, yara iyileştirici etkisi konusunda kesin bir sonuca ulaşılamadı. Başta üst solunum yolları, bir çok enfeksiyonda yararlı olduğu düşüncesiyle kullanılan Ekinezya, soğuk algınlığı vakalarında, plasebo ( etkisiz ) haplarla aynı etkiyi gösterdi. Bu ve bunun gibi araştırmalar bitkisel ilaçlar konusunda şüpheye düşmenize neden olmuyor mu? Televizyonlarda gördüğümüz mucize bitkileri ya da her gün çıkan yeni bir bitki ilacını (sarmısak hapı, enginar hapı gibi) kullanıp fayda göremeyen çok kişi var çevremizde. Bir yandan da bitkilerle tedavi binlerce yıllık geçmişi olan bir alan. Hemen öyle yararsızdır deyip, yabana atmak mümkün mü? Bu tedaviler modern tıbbın neresinde duruyor? Uzmanlara sorduk. 


Prof. Ahmet Rasim Küçükusta: Meydan ot şarlatanlarına bırakılmamalı

Bizde geleneksel fitoterapi iyi niyetle, Allah rızası için yapılan ve bazen gerçekten de çok işe yarayan bir tedavi yöntemidir. Ürünlerini ilkel yöntemlerle kendileri hazırlarlar ve hiçbir ücret almazlar. Eskiden her kişi için özel yapılan bitkisel ürünlerin yerini şimdi seri olarak üretilen, marka ve şık ambalajları olan ürünler aldı. Son senelerde fitoterapinin büyük bir kazanç kapısı olduğunu gören bazıları doktor, çoğu ise tıp dışı mesleklerden olan “kerameti kendinden menkul uyanıklar” türemeye başladı. İdrar kaçırmadan adet sancısına, egzamadan hepatite, meme büyütmeden boy uzatmaya, kanserden boyun fıtığına, kıl dönmesinden astıma kadar akla hayale gelebilecek her şikâyet ve hastalığa iyi geldiği söylenen bu ürünlerin hiçbirinin kanıtlanmış etkisi yoktur. Sağlık Bakanlığı fitoterapiye sahip çıkmalı ve acilen bir “Fitoterapi Enstitüsü” kurmalıdır. Bitkilerin etkinlikleri, nerede ve nasıl kullanılacakları bilimsel yöntemlerle belirlenmelidir. Bu işte, petrolden daha çok kazanç vardır. Meydan ot-çöp şarlatanlarına bırakılmamalıdır.


Prof. İbrahim Saraçoğlu: 5 bin yıllık birikim var

Modern Tıp, hastanın vazgeçilmezidir. Hastalığın tedavisi de ancak bir tıp doktorunun kontrolünde yürütülmek zorundadır. Modern tıbbın tedavilerine yardımcı ve destekleyici olarak, özellikle kronik hastalıklarda, bitkiler kullanılabilir. Ancak, bitkilerin bu gücünü, doktor veya ilaç tedavisinin yerini alır şeklinde yorumlamak yanlıştır. Bitkiler hastanın kullandığı ilaçların yerine kullanılabilir veya her derde devadır tezini savunmak da yanlıştır. Kullanılan bu bitkiler ya doğal halleriyle veya da içeriğindeki etkin maddeleri zenginleştirilmiş standardize edilmiş ve ruhsatlı olarak satılmaktadır. Birçok bitki ise herhangi bir izin belgesi ve ruhsat almadan satılmakta ve uzman olmayan kişiler tarafından da önerilmektedir. Eğer, bitkisel bir kapsül veya gıda takviyesi adı altında bir ürün kullanılacak ise izin belgesinin veya ruhsatının üzerinde yazılı olup olmadığına bakılmalıdır. Bu kapsüllerin mucize ilaç gibi sunulması da yanlıştır. Hasta olan kişi böyle bir kapsülü veya herhangi bir bitkiyi kullanacak ise, doktoruna danışmalıdır. Ne varki, bazı doktorlar 5 bin yıllık geçmişi ve deneyimi olan doğal bitkisel tedavi yöntemlerini çer-çöp veya koca-karı ilaçları şeklinde değerlendirmekte ve kullanan hastalarını da azarlamaktadırlar. Azarlanma endişesi içerisinde olan hasta, doktorunu bilgilendirememektedir. Doktorlar da bu konuda ülkemizde eksik olan bitkisel tedavi konusunda üniversite eğitimlerini almaları faydalı olacaktır.


Çamaşırda yeni moda boraks

Günümüzde hızla yayılan başka bir akım ise doğal deterjan. Yani evde bulunabilecek karbonat, boraks, sirke gibi maddeler ya da daha az zararlı olduğu düşünülen arap sabunu, beyaz sabun gibi maddelerle evde temizlik malzemesi yapmak. Çamaşır ve bulaşık makinalarında da bu ev yapımı deterjanlar kullanılıyor. Karbonatla lavabo açılıp, elma sirkesiyle yer temizleniyor, yumurta kabuğundan yapılan ovma kremiyle lekeler gideriliyor. Deterjan gibi kimyasalları vücudumuza aldığımızda zarar göreceğimiz muhakkak. Bu konudaki araştırmalar, ev temizlik ürünlerinin dışarıdan gelen toksinlere göre üç kat daha fazla kanserojen etkiye sahip olduğunu ispatlıyor. Ancak ne şekilde, hangi miktarda bu maddeleri vücudumuza alıyoruz, ya da alıyor muyuz bilmiyoruz. Bulaşık ve çamaşır makinalarında kullanılan deterjanların durulama esnasında giderilip giderilemediği konusunda literatürde yapılmış bir çalışma görülmüyor.  


Prof. Mustafa Odabaşı: Şimdilik bir iddia

Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Mustafa Odabaşı, çamaşır suyu içeren ürünlerin, amonyaklı veya asidik (tuz ruhu, kireç çözücü gibi) temizlik maddeleriyle karıştırılması durumunda zehirli gazların (klor gazı ve klor aminlerin) açığa çıktığını kanıtlayan bir çalışma yapmıştı. Ancak literatürde bulaşık ve çamaşır makinalarında kullanılan deterjanların durulama ile giderilemediği konusunda bir çalışma olmadığını söylüyor: “Bilimsel veri tabanlarında bulaşık makinesi deterjanlarının bulaşıklar üzerindeki kalıntıları, insan sağlığı üzerine etkileri konusunda yapılmış ciddi bir bilimsel çalışma (hakemli dergilerde yayınlanmış) yok. Bilimsel kanıta dayanmayan bir iddia gibi görünüyor. Tabii bu bulaşıklarda deterjan kalıntılarının olmadığı, sindirim yoluyla insana geçmediği ve insan vücudunda olumsuz etkiler oluşturmayacağı anlamına gelmiyor, bu konuda bilimsel çalışmaya dayalı kantitatif bir kanıt bulunmuyor. Bu konuda açık bir kapı bırakmak gerek.”


Prof. İsmet Dökmeci: Kalıntı kalmamasına imkan yok

Prof. İsmet Dökmeci ise deterjanların zararlarına dikkat çekiyor. Çamaşırda, bulaşıkta, vücut ve çevre temizliğinde yaygın olarak kullanılan kimyasallar üzerinde, uzun uzun düşünmemiz gerektiğini anlatan Dökmeci, deterjanların çevreye olan zararına da dikkat çekiyor. Bulaşık ve çamaşır makinalarında kullanılan deterjanların durulamada arındırılıp arındılamamasının deterjanın ve makinanın kapasitesine bağlı olabileceğini söyleyen Dökmeci, bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışmaya rastlamadığını ifade ediyor. Kendi görüşünü ise “Kalıntı kalmamasına imkan yok” şeklinde belirtiyor. Prof. Dökmeci bulaşık makinasından çıkarılan bulaşıkların yeniden durulanmasının faydalı olabileceğini ifade ediyor. Deterjanın kullanım yerleri ile temas sonucu vücudumuza giren miktarın, yapacağı zarar yönünden önemli olduğunu söyleyen Dökmeci, “A.B.D’de bir günde insan vücuduna giren deterjan yüzey-aktif maddesinin ençok 0.3-3 mg arasında olduğu belirtilmesine karşın ülkemizde bazı yörelerde yapılan çalışmalar içme sularında dahi çok yüksek miktarlarda deterjan bulunduğunu ortaya koymuştur. Her ne kadar vücudumuza giren günlük deterjan miktarı bilinmese de, bunun çok yüksek düzeyde olması güçlü bir olasılık” diyor.


Eski elmalar yok şimdi

Üzerinde en çok tartışılan konulardan biri organik ürünler. Stanford Üniversitesi uzmanlarının yaptıkları bir araştırma organik gıdaların geleneksel gıdalardan besin değeri açısından farklı olmadığını söylüyor. Tübitak’ın internet sitesinde yayınlanan Dr. Susanne Bügel ve Kopenhag Üniversitesi İnsan Beslenmesi Bölümü’nden çalışma arkadaşlarının araştırması ise organik gıdaların geleneksel yöntemle yetiştirilen gıdalara göre daha yüksek seviyede temel element içerdiği görüşünü desteklemediğini gösterdi. Ancak organik gıdayı savunanlar besin değerinin yanı sıra tarım ilaçlarının tehlikesine dikkat çekiyor. Buna karşılık Kaliforniya Üniversitesi’nde Gıda Güvenliği Programı Direktörü, Gıda Toksikoloğu Doktor Carl Winter’ın, “Bir yetişkinin hayatı boyunca her gün maruz kaldığı kimyasal miktarı, laboratuvar hayvanlarının maruz kaldığından 10 bin kat daha az. Üstelik hayvanlarda bile negatif bir etki görmedik” dediği söyleniyor. Diğer yandan organik ürünlerin yetersiz besin ortamında yetiştiği, hastalıklara karşı sun’î ilâçlar kullanılmadığından korumasız kaldığı, daha az protein, karbonhidrat ve vitamin ihtiva ettiği, bunun neticesinde de bitkideki savunmayla ilgili ‘sekonder metabolit’ olarak adlandırılan maddelerin miktarlarının arttığı ve bunun da insan sağlığına zararlı olduğu iddia ediliyor. 


Prof. Selim Çetiner: Hüda-i Nabit değil

Öncelikle “organik tarım” ya da “organik ürünler” insanların  hayalindeki gibi doğal yetişmiş yani eskilerin tabiriyle “hüda-i nabit” doğal ürünler değildir. Başka bir anlatımla, organik ürünler hiç kimyasal kullanılmayan, doğanın bağrında kendiliğinden büyüyen ve toprağı alın teriyle sulayan çiftçi kardeşlerimiz tarafından sizlere ulaştırılan ürünler değildir. Her ne kadar, çoğu sentetik gübre ve pestisit kullanılmaz ise de bir kısmı organik (hayvan dışkısı gibi) ama bir kısmı da organik olmayan gübreler, bunlara ilaveten bitkisel kökenli toksik maddeler (Rotenone) ve bakır oksit ile bakır sülfat gibi organik olmayan kimyasallar kullanılır, hem de yoğun biçimde. Bunlar üretim süresince tarlada kullanılanlar. “Başka neler var?” diye sorarsanız yediğimiz organik gıdaların içinde; onun için de yine Tarım Bakanlığı’nın Organik Tarım internet sitesindeki Organik Tarım Yönetmeliğine bakmanızı öneririm: E200, E220, E250, E296, E330 gibi her duyduğunuzda tüyleriniz diken diken eden katkı maddelerinin organik gıdalarda kullanılması serbesttir. Kimyasal gübre yerine hayvan gübresi (dışkısı) ve diğer organik atıkların kullanılması bir avantaj gibi görünse de hayvan gübrelerinin E. coli gibi bakteriyel bulaşıklıkların kaynağı olması önemli sağlık risklerini beraberinde getirmektedir. Hatırlarsanız Mayıs 2011’de Almanya’da ortaya çıkan EHEC (Enterohemorajik Eschericia coli) salgınında 50 den fazla insan ölmüş, 4000 kadarı da hasta olmuştu. Hastalığın kaynağının Hamburg’un güneyindeki bir organik ürün çiftliğinde yetiştirilen çemen tohumu filizleri olduğu saptanmıştı. Ancak her ne hikmetse sorunun asıl kaynağı olan organik üretim süreçleri tartışmaya açılmadı. 


Prof. Tayfun Özkaya: Araştırmalar besleyici diyor

Bahsedilen bu iddiaların tümünün akla uygun olmadığını düşünüyorum. Bu konuda yapılmış birçok araştırmanın bir değerlendirmesini yapan bir yayından bahsetmek istiyorum. Bu yayında; yapılmış olan 236 karşılaştırılabilir değerlendirmenin %61’inde organikler daha besleyici, %37’sinde ise konvansiyonel ürünler daha besleyici çıkmış. % 2’sinde fark çıkmamış. Ancak çok önemli olan polifenoller ve antioksidantlarda durum daha çok organikler lehine. Burada organikler lehine üstün olanların oranı karşılaştırılabilir deneylerin dörtte üçünü oluşturuyor. Bu maddeler insanları hastalıklardan koruyor.


O son çimen suyunu içmeyeydik iyiydi

Sağlık, zindelik, yenilenme verdiği söylenen detoks kimine göre bir mucize kimine göre ise bir dolandırıcılık çeşidi. Detoksun vücuttan toksinleri attığı ve yenilenme sağladığı söyleniyor. Ancak diğer yandan ayaklarda veya vücudun başka bir yerinde toksinlerin atılımının uyarıldığına dair hiçbir bilimsel kanıt yok. Ayrıca ciddi bir şekilde protein sınırlaması ve açlık gerektiren detoks diyetlerinin vücudun dengesini bozabileceğine, kolon temizlemenin ölüme bile yol açabileceği söyleniyor. 


Dr. Yasemin Bradley - Beslenme Danışmanı: Zaman ve para kaybı

Günümüzde diyet, oruç tutmak, bazı yiyecekleri yemek veya hiç yememek, bağırsakların temizlenmesi gibi yöntemlerle detoks uygulandığı iddia ediliyor. Bir tıp doktoru olarak detoks adıyla sunulan bu yöntemleri sadece ‘para ve vakit kaybı ‘olarak nitelendiriyorum. Bilimsel çevrelerde de genel görüş böyle... Bu tür  yöntemlerin etkili olduğuna dair yeterli bilimsel kanıt yok. Detoks yapmaya gidenlerin çoğunun niyeti kilo vermek, hafiflemek aslında.. ‘Kilo vermeye gidiyorum’ demek yerine ‘ Detoks’a gidiyorum’ demek daha havalı geliyor. Burada sorun yok; İnsan sağlığına zarar vermeyecek, onları rahatlatan, günümüz metropol stresinden uzaklaştıran ortamlara, uygulamalara karşı değilim. Bir de adıyla kişiyi mutlu ediyosa, ‘trendy’ ( modaya uygun) hissettiriyorsa ne ala! Fakat işin bence en trajik tarafı üniversite mezunu insanların hiç sağlık eğitimi almamış, doktor veya diyetisyen olmayan kişilerden yarar beklemesi... 


Doktor kontrolünde yapılırsa arınma sağlar

Bilinçsiz uzun süreli ve sert yapılan detox programlar, kişide çok ciddi şekilde vitamin eksikliği, protein eksikliği, kas erimesi ve bağışıklık sisteminde çökme yapabilir. Ama uzman doktor kontrolünde, kısa süreli, öncesinden muayene ve kan tahlilinin yapıldığı durumlarda ise aşırı kilolu, ödemli, toksik kişilerde tersine ciddi bir arınma ve yarar da sağlayabilir. Ülkemizde maalesef tıp doktor u olmayan kişiler tarafından çok ciddi ve tehlikeli olabilecek, hatta lavmanlarında eşlik ettiği detox programları yapılıyor. Ve bu kişilerde sonrasında uzun vadede çok ciddi sorunlar gözlemliyoruz. Kesinlikle ve kesinlikle uzman doktorların kontrolünde, muayene olup tahlil değerlendirilmeden, vücut analizi yapılmadan; uzun süreli, günlerce süren ve lavmanların da yapıldığı ağır detox programları yapılmamalı. Bu şekilde yanlış detox yapan pek çok hastamın ilerleyen aylarda sağlık dengesini, özel vitamin iğneleri ve ağızdan antioksidan, mineral takviyeleri ve sağlıklı beslenme programları ile ancak düzeltebildiğini biliyorum.

#sağlıklı yaşam
#sağlıklı beslenme
#sağlıklı beslenmenin yolları
9 yıl önce