|

Tiyatrosuz soluk alamam ölürüm ya!

Aliye Uzunatağan, sahnedeki 52. Yılını Lillian oyunuyla kutluyor. 9 yaşında Muhsin Ertuğrul''un odasında ödev yapıp sonrasında sahneye çıkan Uzunatağan ''Dalya dedim, artık ölsem de gam yemem. Tiyatro beni bırakana kadar, ben onu bırakmam. Tiyatrosuz soluk alamam, ölürüm ya!'' diyor.

Aysel Yaşa
00:00 - 2/11/2014 Pazar
Güncelleme: 19:55 - 1/11/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Tiyatrosuz  soluk alamam ölürüm ya!
Tiyatrosuz soluk alamam ölürüm ya!

Henüz 9 yaşındayken tiyatroya adımını atan Aliye Uzunatağan İstanbul Şehir Tiyatrosu''nda ABD''li yazar Lillian Hellman karakterini canlandırıyor. Ancak oynadığı karakterin ötesinde kendini siyasetten uzak gören Uzunatağan, ''Ama haksızlıklara hiç dayanamam. Özellikle de bu işler tiyatro olursa, ödenekli kurumları korumak olursa kartal kesilirim. Çünkü buralar benim evlerim. Ben 9 yaşında girdim. Muhsin Ertuğrul, imtihan edip, saçlarımı kesip, şapka takarak başıma Güneş Batarken adlı oyuna erkek çocuk rolüyle başlattı'' diyor. Uzunatağan''la tiyatroyu konuştuk.

Lillian Hellman''ın genelde başrolünde kadınlar vardır. Şimdi onu oynadığı sağlam kadın karakterlerle bilinen siz canlandırıyorsunuz. Nasıl kesişti yollar?

Bu projeyi Şehir Tiyatroları''na ben sundum. Çünkü 52. yılımı bir kadın oyunuyla kutlamak istiyordum. Lillian Hellman her zaman çok önemli bir kadın yazar olarak bilindi. Kendisi çok özgür ruhlu biri. Hep vicdanının sesini dinleyerek yaşamış. McCartey soruşturmasında ''Vicdanımı bu yılın modasına göre biçimlendiremem'' diyor. Bu da oyunun çok önemli bir sözü. Kendisiyle ilgili 3 anı kitabını getirttim, okudum. Çocukluğundan ölümüne sıkı bir araştırmadan geçirdim ve çok sevdim.

Ve sahnede Lillian olmalıyım mı dediniz?

Çok ciddi bir dramaturji çalışması yapıldı. Orhan Alkaya sahneye koydu. Nurullah Tuncer harikulade, oyunu çok destekleyen şahane bir yalın dekor yaptı. Kemal Yiğitcan olağanüstü bir ışıkla destekledi bizi. Yani ben kendimi başrol oynuyor saymıyorum. Dekorum, yönetmenim, ışığım başrol. Ben dördüncü başrolüm oyuncu olarak. Çalışırken çok özgür bırakıldım. Hazırlık sürecinde yönetmenle 2,5 ay ama kendim 8 ay çalıştım.

Tek kişilik oyunlarda büyük bir yük vardır oyuncunun üzerinde. Yük ağır geldi mi?

Tek kişilik oyunlar oyuncunundur diyor Orhan Alkaya. Hakikaten öyle de oldu. Tabi bunun büyük zorlukları var. Oyuncu olarak Lillian''ın beni yorduğunu söyleyebilirim. Zenci kadın, zenci adam, çocukluğunu, halalarını, babasını oynuyorum. Çeşitli seslerle sahnedeyim. Egzersiz yapmadan bu kadar sesi yanyana getirmek her gün 45 dakikamı alıyor. Egzersiz yapmak zorundayım. Spor yapıyorum. Bir anda yaşlı, bir anda genç rolüne geçmek için bel kemiğimi kontrol etmem gerek. Daha binlerce şey sayabilirim.

Sahnede sigara içmek sesiyle oynayan sizi nasıl etkiliyor?

Lillian, hayatı boyunca sigaralarını birbirinin ucundan yakarak içmiş. Kör olmuş, felç olmuş, sigarayı bırakmamış. Tabi oyuncu olarak sahnede sigara içmek zor iş. Hele ki dediğiniz gibi bu kadar ses kullanan biri için. Bayağı zorlanıyorum. Ama onu bile çalıştım. Çeşitli fotoğraflarını buldum. Sigarayı nasıl tuttuğunu öğrendim. Lillian''ın bütün özelliklerini, kadınsı hallerini içselleştirdim.

TRAVMALARIMLA YÜZLEŞTİM
Lillian''dan çok şey öğrenmişsiniz belli ki…

Lillian''ı çalışırken kendi çocukluğuma gittim. Karşılaştırmalar yaptım. Doğduğumuzdan itibaren çocukluğumuz bizi etkileyen ne travmalar var. Lillian bunu sökmüş, bütün travmalarının adını koymuş bir kadın. Ben de çalışırken bir yığın çocukluk travmalarımı buldum. Annemin bana yüklediği bazı şeyler var. Mesela benim evim hiç sanatçı evi gibi bohem olmamıştır. Çok titiz, temizimdir. Bu annemden gelen bir şey.

Hayatı sahnelenecek onca kadın arasında neden Lillian Hellman''ı oynamak istediniz?

Lillian''la ortak noktalar buldum okuduğum zaman. Ben de hayatımda onunkine benzer bir aşk yaşadım. İnsani özelliklerimiz de benziyor. Oyun çıkardığım dönemlerde 2-3 saat uyku uyurum. Sabah 5''te prova yaparım. Bu korkaklık belki de. Eğer kendinizle yarışıyorsanız, o korku sizi geliştirir. Öte yandan ben de hiçbir siyasi oluşumun, örgütün içerisinde olmam. Ama haksızlıklara hiç dayanamam. Özellikle de bu işler tiyatro, ödenekli kurumları korumak olursa kartal kesilirim. Çünkü buralar benim evlerim. 9 yaşında Muhsin Ertuğrul, imtihan edip, saçlarımı kesip, şapka takarak başıma Güneş Batarken adlı oyuna erkek çocuk rolüyle başlattı.

HALA TALEBE ALİYE''YİM
100 yıllık Şehir Tiyatroları''nın elli iki yılında siz de vardınız. Bu oyunla geçen yıllar taçlandı sanki..

25 yıldır bu işi yapıyorum ama kendimi hala talebe gibi görüyorum. Dünyadaki workshopları takip ediyorum. Bütün kış dublaj yapıp sonra gidip oralarda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Geçen bu 52 yılda Aliye Uzunatağan''ı bir sınava soktum. 9 yaşındam bu yana bütün öğrendiğim kuralları, oyunculuktaki değişimlere varana kadar hepsini bu oyunun içine koydum. Onun için oyunun seyirci tarafından beğenilmesi çok hoşuma gidiyor. Bir de öğrencilerim gelip izlediği zaman ''Hocam ya çok doğru oynuyorsunuz'' diyorlar. Bu laf talebe Aliye''ye çok iyi geliyor. Demek ki 52 yılda bir şeyler öğrenmiş Aliye.

52 yıl ne demek sizin için?

Bu ne büyük bir mutluluk, anlatamam. Çocuklara diyorum ''dalya dedim, artık ölsem de gam yemem''. Tiyatro beni bırakana kadar, ben bırakmam. Burada yaştan dolayı ''hadi güle güle'' derlerse ben gider özel tiyatroda çalışırım. Tiyatrosuz soluk alamam, ölürüm ya!

Ne yaparsanız yapın içinde tiyatro mutlaka var…

Hakikaten öyle. Başka bir kimliğim yok. Başka bir çalışma alanım yok. Seslendirme yaptım, dizilerde de oynadım ama bu aşk başka. Hala tiyatro vazgeçilmez ve özel.

Gazete ilanı kimliğim oldu
9 yaşında tiyatro yapmaya başladınız. O kadar küçük yaşta tiyatro aşkını nasıl buluyordunuz?

Çocuk olarak çok bayılmıyordum tabi. Babam doktor, annem sanatçı olmamı destekledi, sonunda annem kazandı. 18 yaşına kadar babam kazanacak sandık ama olmadı. Muhsin Ertuğrul, her gün bana sorardı: ''Büyüyünce ne olacaksın Aliye?'' Ben de ''çocuk doktoru'' derdim. 18 yaşında ilk başrolü oynayınca, ''Sanatçı, hem de akademik tiyatro sanatçısı olacağım'' diye cevapladım. O yaşa gelene dek çok kızardım anneme. Çünkü ben çocuk olarak bir kere bebeklerle oynayamadım. Otobüsle gider gelirdim tiyatroya. O arada otobüste bebek oynardım.

Sonradan kızgınlığınız geçti mi peki?

Geçmez mi? Annemin gazetede gördüğü bir ilanla götürdüğü yer benim bütün bir hayatım ve kimliğim oldu. Tepebaşı Dram Tiyatrosu''na götürdü. Muhsin Hoca, beni masaya çıkardı, bir şiir söyledim ve girdim. O günden bu güne hep çok şanslı sayıyorum kendimi. Ödenekli kurumların bu ülkeye çok büyük faydası var. Hem seyirci hem sanatçı yetiştiriyor. Konservatuardan gelen çocuk aktör olarak gelmiyor. Buralarda ustaları göre göre pişerek büyüyorlar. Ben de öyle büyüdüm.

Muhsin Bey''in odasında sehpanın üzerinde ev ödevi yaparak büyüdüm. Ödevler bitince kontrol ederdi, sonra beni kulise yollardı. Yanan Dram Tiyatrosu''nda ilk sahneye çıktım ben. O zamanlar Rezzan Abidinoğlu''ndan bale dersi alıyordum. Çok uzun yıllar sonra öğrendim ki yıllarca parasını Muhsin Bey ödemiş. Bu beni çok duygulandırdı. Bir tek annemle o biliyormuş.

Kızıma karışmadım
Kızınız Ayşecan Tatari''ye anneniz gibi bir annelik yaptınız mı peki?

Ben hiç zorlamadım Ayşe''yi. Çocuklar Duymasın''a kendisi evet dedi. Hatta ben karşı çıktım. Okuluyla orası yan yana gitmez diye. Ben de hiçbir şey öğretmedim. Hatta Çocuklar Duymasın''da eleştiri alıyordu, karışmayın dedim. Ayşe her şeyi üniversitede öğrendi. Şehir Tiyatroları''nın Odition''ına girdi ve kazandı. Şimdi anne kız aynı kurumda çalışıyoruz.

Artık oyunculuğa dair konuşuyor musunuz?

İkimiz ayrı metotlarda yetiştik. Evde çok hoş sohbetlerimiz oluyor. Rol çalışırken birbirimize karışmıyoruz. Ama genel provamı seyredip beni eleştirdi. Eleştirilerini çok haklı buldum ve uyguladım. Ben onun hiç genel provasına gitmedim. Ne yaptığını bilmiyorum. Keyifli bir anne kız dostluğu var. Çok değerli benim için kızımla arkadaşlık.

Haber bana yasak!
Lillian oyunda ''Vicdanımı bu senenin modasına göre biçimlendirmeyeceğim'' diyor. Sizin vicdana dair söyleyecekleriniz neler?

Şu kadarını söyleyebilirim ki ülkede son yaşananlardan sonra tansiyon hastası oldum. Ben ülkesine çok düşkün bir kadınım ve tüm haberleri her kanaldan izlerim hiç ayırt etmem. Son 1,5 senedir yaşanan olaylar beni çok yıprattı.  Tansiyonumu kontrol edemedi doktorlar ve haber dinlemeyi yasakladılar, dinlemedim. Gördüğüm kadarıyla hayat çok maddileşti ve herkes bu maddi hayatın içinde empati kurmayı, hoşgörülü olmayı, birbirine sevgi göstermeyi,  dostluklar kurmayı unuttu. Vicdan çok önemli bir kavram. Somut, elle tutulacak bir şey değil ki. Kendine dönüp içini dinlemendir. İnsanlar bunu unuttular. Evet, çok çalkantılı bir dönemden geçiyor Türkiye. Ama biz yine de el ele tutuşmayı birbirimize şefkatli olmayı öğrenmeliyiz.

9 yıl önce