Dr. Rinaldo Marmara, kendini levanten olarak tanımlayan bir tarih doktoru. Türkiye üzerine çalışmalarına, doktorasını yaptığı Fransa’da başlayan ve bugüne kadar otuz kitaba imza atmış bir araştırmacı. Eşinin vefatından sonra ‘beni Fransa’da tutacak bir şey kalmamıştı, ülkeme geri döndüm’ diyen Vatikan şövalyelik nişanı ve Polonya Cumhuriyeti nişanlarının sahibi Dr. Rinaldo Marmara’yla Vatikan Gizli Arşivlerini, arşivden çıkardığı Çanakkale kitabını ve Frank Coffee vakasını konuştuk.
Girebilmek mesele değil, girince bir şey bulmak lazım… Neyi nerede arayacağınızı bilmeniz lazım, bir katalog yok çünkü ne nerededir diye. Ben aşağı yukarı on beş yıldan beri gidip geliyorum Vatikan’a, kendim öğrendim hangi konu nerededir diye. Çanakkale’de de böyle oldu. Birkaç yıldır zaten Çanakkale üzerine çalışıyordum, bulduğum evrakları biriktiriyorum. Kitap hacmine ulaşacağını düşündüğüm zaman da kitaplaştırıyorum işte.
Elbette, Çanakkale ile ilgili benim topladıklarım benim bulabildiğim sadece seçmece birkaç şey. Yoksa daha neler var arşivde neler?
Elbette bu gerekli ama orada her memleket için milyonlarca belge var. Bu bana sorulduğu zaman hep söylerim, bunu bizim yapmamız lazım. Vatikan’a gidip bu sahada araştırma yapan ülkelerin araştırmacıları, çalışıp kendi kataloglarını oluşturuyorlar. Türkiye’den yalnızca ben gidiyorum. Bunu yaptığım konferanslarda da söylüyorum ama ben tek başıma bunu yapmam.
GİZLİ ARŞİV TÜRK TARİHİ İÇİN ÖNEMLİ BİR KAYNAK
Tabi, bir üniversite ile işbirliği yapılarak belki hemen bir anda yapılamaz ama başlanmış olunur. Birinci Dünya Savaşı üzerinden, Cem Sultan üzerinden, Çanakkale üzerinden ayrı başlıklar altında çalışılabilir. Kısa özetlerinin ve referans numaralarının çıkarılması gerekiyor. Ayrıca dil problemi de ortaya çıkıyor. Ama bu tabi tek başına olabilecek bir şey değil, şu anda Sebahattin Zaim Üniversitesi ile bir çalışma planlıyoruz.
Üstelik geniş bir arşivden söz edebiliriz. Hem kütüphanede el yazması eserler vardır hem de arşivlerin içinde haliyle çeşitli vesikalar vardır. Benim yapmak istediğim şeylerden biri de budur, bütün bu Osmanlıca eserleri toplayıp ayrı olarak onlarla ilgili bir çalışma yapmak.
Evet, çalışılmadığı için. Vatikan arşivleri en tarafsız arşivlerdir. Mesela İtalya’nın arşivleri İtalya’nın tarafını tutar haliyle, Türkiye arşivleri Türkiye’nin tarafını tutar. Vatikan’da milliyet mefhumu olmadığı için tarafsızlığını büyük oranda koruyabilmiş arşivlerdir bunlar. Bu yüzden bu arşivlerin çevrilmesi, Türkçeye kazandırılması gerekiyor. Özellikle katalog çıkarılması gerekiyor. Katalog olmadan gidip çalışmadan mümkün değil. Çünkü Vatikan arşivinde ne nerededir belli değil. Kaldı ki belli tür ve konular belli bir yerdedir diye de bir şey yok.
ON BEŞ YILDIR VATİKAN ARŞİVLERİNDEYİM
Vatikan Arşivlerinin Türk tarih yazımındaki önemini ortaya çıkarmak için aslında bu kitabı hazırladık diyebiliriz. Ha bu kitabı film çıkıyor diye önce davranıp yayınlamadık biz. Üç yıldan daha uzun bir zamandır üzerinde çalıştığımız bir şey bu. Defalarca Roma’ya gidip vesikalardan çıkardık biz bunu. Geniş olmasının yanında titizlikle tutulmuş ciddi bir arşiv Vatikan Arşivleri. Ama vakit ayırıp, ekipler halinde gidip çalışmak lazım orada.
Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı olduğu için zaten daha önce bir kısmını dosyama koyduğum vesikaları toparlayıp, savaşın yıldönümünde çıkartalım istemiştim. Aslında Vatikan arşivlerinde 15 yıldan beri çalışıyorum. Bunlar gibi pek çok belgeyi tasnif edip, işaretliyorum.
E tabi. Tasnif konusunun zor olduğunu tekrar belirtmeliyim ama. Vatikan Gizli Arşivleri’ne ortalama günde 35-40 araştırmacı geliyor dünyanın çeşitli yerlerinden.
Papa ile Sultanlar arasındaki dostluk ilişkileri, belgeler eşliğinde çalışılabilir. Bildiğiniz gibi diplomatik ilişkiler 1960’da kuruldu fakat bu tarihin öncesinde de çok sıkı ilişkiler vardı. Onları çalışmak istiyorum. Bir de Cem Sultan üzerine bir kitap çalışması yapmak istiyorum. Cem Sultan’la ilgili otuz-kırk sayfalık yeni metinler buldum. Ama eski Latince, okuyamadım. Onu çevirttirmek gerekiyor, bunlar da hep maliyet demek.
SON UMUT'UN GERÇEK HİKAYESİ
Frank M. Coffee, Avustralyalı genç bir teğmen. Orduya yazılıp Çanakkale’ye geliyor, 28 yaşında burada vefat ediyor. Babası oldukça zengin birisi… Oğlunun hiç olmazsa cenazesini kendi ülkesine Avustralya’ya geri götürmek istiyor. Hikâye burada başlıyor ama zorluğu şu, Çanakkale’den oğlunun cenazesini alacak ama savaş devam ediyor. Ne yapabilirim diye düşünürken Sidney’de Vatikan temsilciğine başvuruyor. Onlar bu taleple ilgili Vatikan’a yazıyorlar, Vatikan da Papa’nın Türkiye’deki temsilcisiyle temasa geçip babanın talebini iletiyor.
Tabi düşünün Enver Paşa, savaş tüm hızıyla sürerken generallerine talimat veriyor, mezarlara dokunmayın diyor. Bakınız, bu bugüne kadar dünya savaş tarihlerinde işitilmemiş hadiselerden biridir. Düşünün ki savaş zamanı bile zulüm yapılmaması konusunda hassasiyet taşıyor.
Enver Paşa’nın da yardımlarıyla epey araştırma yapılıyor, fakat bir türlü bulunamıyor. Çünkü İngilizler, kendi kafalarına göre bir harita yapmışlar. Osmanlı subayları tabi kendi haritalarıyla örtüşmediği için mezarın yeri bulunamıyor. Ama araştırmalar devam ediyor ve dört yıl sonra Frank Coffee’nin mezar yeri bulunuyor.
Tabi savaş bittikten sonra. Fakat dört yıl geçince bu defa babası Frank Coffee, fikrini değiştirir. Ve der ki ‘herhalde oğlum da arkadaşlarının yanında kalmak isterdi.’ Getirilmesinden vazgeçiliyor. Aslında Frank Coffee vakası dediğimiz şey kısaca böyle.
Evet, ama esas hikâye budur. Zaten kitapta bu Frank Coffee vakasıyla ilgili resmi yazışmaları da ekledik. Belki senaristler Avustralya’daki belgelere ulaşmış olabilirler.
Evet, başkentin Konya’ya taşınmasıyla ilgili belge bilinmeyen bir şey bildiğiniz gibi. Şu açıdan da düşünmek lazım, kıyasıya süren bir savaşın içinde o arada durup, düşman askerinin mezarını acılı bir babaya teslim etme hassasiyeti, gerçekten Türk askeri ve Türk subayına ilişkin pek çok şey söylemektedir. O kaosta, dört yıl boyunca Enver Paşa’nın da emriyle düşman askerin mezarı aranıyor. Hatta bakın Vatikan’a bir papazın gönderdiği rapor var, diyor ki papaz; ‘Mezarlarımız için endişelenmemize asla gerek yok. Türkler, başkalarının maneviyatına asla hürmetsizlik etmiyorlar’ diyor. Bu büyüleyici, muazzam bir şey…