Folklorun, özellikle halk danslarının gücüne çok inanan biriyim! Türkiye'nin 1920'li yıllardan beri istikrarlı bir şekilde yurtdışında başarılı olduğu tek alan halk danslarıydı. Hep dünya birincisi olduk. Dünyada bu gösterilerin çok ilgi göreceğini biliyordum. Sadece Türkiye ile ilgili bazı kaygılarım vardı.
Türkiye'de halk dansları layık olduğu yerde değildi! Batıyı fazlaca kafaya taktığımız için kendi kültürümüzle ilgili bazen kompleksli yaklaşımlarımız oldu ama sahneye ilk çıktığımız 3 Mayıs 2001 tarihinde bu kaygım yerini mutluluğa bıraktı. Çok alkışlandık, benimsendik, milli takım muamelesi gördük. O gün bugündür aynı alkışı alıyoruz.
Batının modern renklerini ve tekniğini kullanarak aslında doğu kültürünü daha çok parlatmak istedik. Biz bir doğu projesiyiz. Amerikalılar bizi izliyorsa öz kimliğimize sahip çıktığımız, öz kültürümüzle barışık olduğumuz içindir. Özgün karakterimiz ilgi çekiyor.
Tabii ki. Sadece bu da değil! Türkiye'de sanatçı sözü çok kolay kullanılır hale geldi. Her şarkı söyleyen sanatçı, her sahneye çıkan sanatçı, her meşhur olan sanatçı! Ama gerçek sanatçılar, muhalif olanlar Türkiye'deki en sorunlu kesimdir. En az olanaklarla en iyi performansı yakalamaya çalışırlar. Özellikle amatör tiyatrocular, yazarlar, ressamlar ve çizerler. Yani muhalifler. Gelişmiş ülkelerde sanatçılar çok daha rahat koşullarda çalışıyorlar.
Mesela bizim partnerlerimizden biri Hollanda'daki International Dance Theatre. Tüm giderlerini devlet karşılıyor. Devletin istediği tek şey var. “Bize senede bir proje üretin” diyorlar. Ve içeriğe de hiç karışmıyorlar. Sanatçıyı özgür bırakıyorlar. Keşke bizim devletimiz de bunu yapsa. Batıda sanatçıların tek kaygısı sanat! Benim gibi AKM'nin kapısında vergi memurlarıyla tartışmıyorlar! Düşünüyorum da sanatçıya gerçek hakkını veren isim Özal'dı!
Turgut Özal'ın sağlığında bir grubum vardı, onlarla İngiltere'ye yarışmaya gidiyorduk o zaman siyasi nedenlerle pasaport alamıyordum. İlk pasaportumu Özal'dan aldım. Eğer onun sağlığında biz bu faaliyetleri yapıyor olsaydık şuanda üzerinde Anadolu Ateşi yazan bir uçağımız vardı ve dünya turnesine öyle gidiyorduk.
Meşhuruz, zenginiz, hiçbir şeye ihtiyacımız yok zannediliyor. Popüler olmak çok zengin olmak anlamına gelmiyor. 250 aile buradaki bilet satışından geçiniyor. “Zaten bunlar iyi bilet satıyor yardım etmeyelim” gibi bir algı var. Bizim durumumuzu çok iyi bilen başından beri destek olanlar Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, batıyı çok iyi tanıyan ve dünyayı iyi bilen Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Enerji Bakanı Taner Yıldız, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı. Bu dört bakandan hep yardım ve destek gördük.
Bu durum şimdi biraz değişti ama Hakkâri'de sadece memurların, bürokrat kökenli olanların evlerinde Türkçe konuşulurdu. Düşünün ilkokulda bizim sınıfta ben ve birkaç subay çocuğu hariç kimse Türkçe bilmiyordu. Okulda öğretmenle öğrenci arasında biz tercümanlık yapıyorduk çünkü öğretmenler tek kelime Kürtçe bilmiyordu.
Ciddi kültürel sorunlar yaşanıyor. Batıya kültürel parçalanmışlık hissi ile geliyorsunuz. Ankara'da akrabalarımız vardı, bunun avantajını kullandık ama yine de ben Hakkâri'ye dönmek istedim. Orada okumak istemiyordum, çünkü şivemizle hep dalga geçtiler. Ankara'da iki senemiz Türkçe okuma-yazma öğrenmekle geçti.
'Ne Mutlu Türküm' denmesinden rahatsız olmuyorum. Sadece doğuda dağa taşa yazılması garip geliyor. İnsanların yüzüne mutsuzluklarını vurmalarının anlamı yok! Neden Hakkâri'de, Van'da, Bitlis'te var da Muğla'da yok?
Garip değil mi?
Türklük bir üst kimlik değil! Türkiyelilik bir üst kimlik. Türkiyeli bir Kürdüm ben…
Kimin ne olduğunun aslında hiçbir önemi yok! Ama sorun bir ulusun dilinin yasaklanmasıdır. Türkiye'nin en büyük sorununun Kürt meselesi olması ve son dönemlerde bir savaşın içinde olunması olayı önemsenir hale getiriyor. Problemin nedeni de bu. Zaten ne Türk ne de Kürt olmak önemli! Dünyalı olmak en önemlisi!
Devletin esasında bir Türk sorunu var. Herkesi Türk zannediyor. Bu sebeple Kürt meselesi bu kadar büyüyor. Artık devletin var olan bir halkı görmezden gelmemesi, inkâr etmemesi gerekir. Anadolu çok etnisiteli, çok renkli bir çiçek bahçesi gibidir. Tarihimize bakarsanız en başarılı olduğumuz dönemler de buna saygı duyulan dönemlerdir.
Hititliler, Selçuklular, Osmanlılar dönemlerinde çok başarılıydık. Bunlar bütün etnik kimliklerin bir arada yaşama kültürlerini geliştirdiği dönemlerdi. Ama ne zamanki bu topraklarda tek dil tek millet anlayışı gelişti ülke yoksullaşmaya başladı. Bu da daha çok Cumhuriyet dönemiyle birlikte ortaya çıktı.
Evde daha çok Kürtçe konuşulurdu ama belli bir oranda Türkçe mutlaka vardı. Evde Türkçe konuşulmasının en önemli nedeni de babaannemdi. Babam ve amcalarım hep beraber büyük bir evde yaşıyorduk. Her bir odada bir aile vardı. Babaannemin Türkçesi çok iyiydi ve evin baskın karakterlerinden biriydi. Bu nedenle muhakkak evde Türkçe konuşulurdu. Türkçeyi ve Kürtçeyi eşzamanlı öğrendik dersem yalan olmaz!
Hakkâri'deki herkes Kürt olduğu için, Türklük-Kürtlük meselesi Ankara'ya geldikten sonra ortaya çıktı. Kürt sorunu kendi kişisel gelişimimizde siyasal bir hal almaya başladıkça da sosyalizm bağlamında gündemimize oturdu.
Kemal Burkay Türkiye'deki en önemli siyasetçilerden biridir. Kürt sorununu en iyi analiz eden, en doğru noktalardan bakan her zaman şiddeti, silahlı mücadeleyi reddeden bir isim olduğu için Burkay'ı çok önemsiyorum. Entelektüel kapasitesi, sanatçı kişiliği sebebiyle de siyasete bir estetik katacağına inanıyorum. Türkiye'ye dönmesi bence çok yararlı oldu. Keşke Burkay şimdi değil de geçtiğimiz 20 yıl içinde daha aktif bir siyaset yapabilseydi. O zaman Kürt sorununda çözüme çok daha yakın olurduk.
Statlarda 1000-1500 kişiyle aynı anda hareketler yapmaktaki kaygı eğer sanatsal ise desteklemek gerekir! Ama 80 yıllık hamasetin ürünü faşist ülke-lerde bitirilen şeylerin hâlâ yapılıyor olması da büyük saçmalıktı.
19 Mayıs'a özel projeler geliştirilebilir, olimpiyat hazırlıkları gibi. İstanbul'un en büyük stadında bu ülkenin sanatçıları bir araya gelebilir! Her 19 Mayıs'ta 360 derecelik şahane bir sanatsal gösteri izleyebiliriz. Bu 19 Mayıs temalı olmak zorunda da değil! Bu ülkenin gençleri için böyle hazırlıklar yapılabilir. Böyle bir çabaya biz de destek oluruz. 2020 olimpiyatlarında ev sahipliği yapmak istiyoruz! Hem ona da bir hazırlık olur!
12 Eylül referandumundan sonra hayal kırıklığına uğradım. Başbakanımız gibi tarihi bir karakter, şahsiyetli bir siyaset güden Türkiye'nin gelmiş geçmiş en cesur politikacısı, en iyi Başbakanı özellikle son dönemlerde bir durgunluk evresine geçti. Bunu açıkçası anlayamadım. Çok umut beslediğim bir parti. Hâlâ da bu umudu korumaya çalışıyorum. Sanki bir gün gelecek, Meclis'te yaptığı o tarihi konuşmayı tekrar yapacak gibi geliyor. n Siz ve Yılmaz Erdoğan şöhret sahibi, zengin Kürtlersiniz. Bu durum dışlanmanıza, yoksul-zengin Kürt çatışmasına neden oldu mu hiç?
Biz her zaman halk sanatçısı olduk, halka yakın olduk! Ama Kürtler içinde ayrı bir burjuva sınıfının oluşabilmesi için demokrasinin, ulusal sorunların çözülmesi lazım. Kürtlerin de bu savaş ikliminden çıkıp konuşabilmesi lazım.
Türkiye'de iki parti var biri AK Parti diğeri de BDP başka bir parti yok ki? CHP bir fikir kulübü gibi, Atatürkçü bir akım... MHP ise AK Parti içinde zaten var. BDP Kürt sorunundan beslenen ve çözmek iddiasında olan bir parti. AK Parti ile BDP'nin doğru diyaloğu bizi çözüme yaklaştırır.
CHP'nin geleneksel çizgisi devam ediyor. 80 yıllık bir partinin sadece bir döneminde çok iddialı bir Kürt raporu hazırlanmıştı. Meseleye hiç sıcak yaklaşmadılar ama Kürtler tarihlerinin önemli bir bölümünde CHP'yi hep desteklediler. Onlardan bir şeyler beklediler ama olmadı. CHP radikal bir değişiklik yapmadığı sürece yerinde saymaya devam edecek!
Evet. CHP Kürtleri kesinlikle hüsrana uğrattı. Bu durum onların CHP'den vazgeçmesine neden oldu. CHP'den tamamen vazgeçtiler.