Mayıs 2010'da görüşmelere başladık. Bu arada BM Genel Sekreteri'yle yaptığımız görüşmede benim 3'lü zirve önerim oldu. Olumlu karşılandı ve bu hafta sonu bu üçlü zirvelerin beşincisini Greentree'de yapacağız. 18-20 ayda 5 kere üçlü zirve gerçekleştirmiş olacağız. Bu önemli.
Üçlü zirveye BM Genel Sekreteri ve heyeti, ben ve özel temsilcim ile Hristosfyas ve özel temsilcisi aynı masaya oturuyoruz. BM, böylece müzakereleri doğrudan izleme imkanı buluyor. Kimin, hangi pozisyonu savunduğunu görüyor. Üçlü zirve bizim açımızdan daha yararlı. Ancak Rum tarafı için aynı şeyi söyleyemem.
Biz görüşmelere Sayın Mehmet Ali Talat'ın kaldığı yerden devam ettik. Bunu çok az kişi bekliyordu sanırım. Görüşmelerde altı başlık var. Bunlar; yönetimde yetki paylaşımı, mülkiyet, toprak paylaşımı, garantörlük, AB ile ilişkiler, ekonomi, güvenlik. Bunların bir kısmı halledildi, bir kısmında ilerleme sağlanmadı.
İç güvenlik ve ekonomi başlığını bağladık sayılır. Bu iki alanda bir sorun yok.
Mülkiyet konusu önceki müzakere sürecinde sonuçlanmamış bir konu idi. Görüşmeye başladığımda bu konuyu görüşmeyi kabul ettim ve 45 sayfalık öneri sundum. Bizim pozisyonumuz takas, ihale, tazminat önerilerinden oluşuyor. Rumlar mülklerde ilk hakkın mal sahibine ait olduğunu savunuyor. Biz de kabul etmedik. Son zamanlarda Hristofyas, 'ben topraktan ne alacağımı bilemezsem mülkiyet görüşülemez' demeye başladı. Toprak konusunda da istediği 100 bin kişiyi yerleştirecek kadar toprak vermemiz. 1974'te 165 bin göçmen olduğunu belirterek; 100 bini için toprak vereceksiniz, kalan 65 bin kişiyi de Kuzey Kıbrıs'a alacaksınız diyor. Sanki hepsi hayattaymış gibi. Rumlar mallarıyla dönmek isterse bunu engelleyemeyeceğiz, dönmek istemezse tazminat vereceğiz, olmaz öyle şey. Bu konuda tıkanıldı.
Rumlar çapraz oy konusunu masaya koydular. Talat zamanında, bizimkiler bunu baştan kabul etmediler. Daha sonra bu Türkiye'nin önerisi ile içinde 5-6 maddenin unsuru olarak kabul edildi. Rumlar bu paketten sadece çapraz oyu kabul edilebilir bulmuşlar. Hristofyas çapraz oy ile dönüşümlü başkanlığı ilişkilendirmeye çalışıyor. Gerçekte Rum kesiminde ana muhalefet DİSİ de çapraz oya karşı bir tutum sergiliyor. Hristofyas'ın üzerinde daha önce kabul ettiği dönüşümlü başkanlık önerisini ortadan kaldırması için baskı var. Rum tarafı şu anda bunları mazeret ederek uzlaşmazlığını sürdürüyor.
AB konusunda epey ilerleme sarf ettik ama AB'nin birinci hukuk olması konusunda bir anlaşmaya varamadık. AB'nin bizim için birincil hukuk olması son derece önemliydi. Çünkü anlaşmadan sonra gerek bizim gerekse uluslararası mahkemelerde dava edilmiş yönetim pozisyonunda kalmak istemedik. Biz, adil ve kalıcı bir anlaşmadan yanayız. Daha sonra uluslar arası mahkemeler eliyle ortadan kaldırılacak bir anlaşma kalıcı olamaz.
Bu dört zirveden uluslararası garantiler konusu hiç konuşulmadı. Türkiye'nin garantörlüğü bizim kırmızı çizgimizdir. Rumlara göre olmaması kırmızı çizgileridir. Bunu garantörlerle birlikte konuşacağız uluslararası konferansta.
Evet.
Son zirvede anlaşma olmazsa uluslar arası konferans olmayabilir. O zaman Genel Sekreter kendi durumunu değerlendireceğini bu müzakerelerin iyi niyetle devam etmesi halinde çözüme ulaşıp ulaşılamayacağı konusunda karar vereceğini söylemişti. Rumların 1 Temmuz 2012'de AB Dönem Başkanı olacağı tarih olası çözüm için son tarihtir. Rumlar buna karşı çıkıp, 'Biz müzakerelerin sonu ucu açık olarak devam etmesini istiyoruz' diyorlar. Tarihte 100 Yıl Savaşları olmuş ama 100 yıl müzakereleri olsun istemiyoruz. Ama benim bir müzakereci olarak görevim müzakereleri olumlu sonuca ulaştırmak bir anlaşmayla bunu tamamlamaktır. Greentree Zirvesi çözümden önce son duraktır. Biz çözüm irademizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Eğer bu mümkün değilse o zaman oturup anavatan Türkiye ile meclisimizle halkımızla bir değerlendirme yapacağız.
Biz Türk tarafı olarak gerek Sayın Talat döneminde gerekse benim başkanlığımdaki dönemde elimizden geleni yaptık. Çözüm için tüm imkanları kullandık. Ama ne yazık ki Rum tarafı şu anda hem AB üyesi olmasının hem de uluslararası tanınmanın verdiği güçle müzakereleri kerhen yürüttü. Müzakereler ilanihaye sürmeyeceğine göre bir B planının olması gerekiyor. Rum tarafı AB üyesi bir devlet. Biz ise dünyanın tanımadığı bir nevi tecrit edilmiş ülke pozisyonundayız: Çok şükür anavatan Türkiye var. Türkiye olmasa Rumların Enosis planlarıyla zaten dünyada olmayacaktık.
Buradan Türk kardeşlerimize bize karşı gösterdikleri ilgiden ötürü teşekkür ediyor, iyi seneler diliyorum
Sayın Ban-ki Mon böyle olmasını istedi. Evet benim eşimin ağabeyi de, Hristofyas'ın eşinin ağabeyi de 1960'larda hayatlarını kaybetmişler. Eminim ki, eşlerin bu görüşmelerde olması ortamı yumuşatmak ve çözüm için duygusal bir ortam oluşturmak açısından olumlu bir katkı yapabilir. Böyle bakıldığı zaman iki aile arasında kader birliği var ve bu kader birliği çözüm için umut da olabilir.
Evet. Sayın Ban ki Mon'un dediği gibi, bizim yapamadığımızı hanımlar başarabilir belki de...
Ben bu girişimin müzakerelerin geleceği açısından riskli olduğunu, ertelenmesinin daha iyi olacağını aramaya başlamadan önce Hiristofyas'a ilettim. Eğer ertelemezse bizim de bazı adımlar atacağımızı söyledim. O bunu tehdit olarak algıladı. 'Eğer beni tehdit edeceksen müzakere masasında oturmam' dedi. 'Bu tehdit değildir' dedim ama kabul etmedi. Rum tarafının petrol aramasın karşılık biz de Türkiye ile kıta sahanlığı anlaşmasını imzaladık. Rumların bu girişiminin altında başka uluslararası gelişmeler var.
Özellikle İsrail faktörünü gözönüne almakta fayda var. İsrail'in Türkiye ile olan sıkıntıları... Arap Baharı'nın yalnızlaştırdığı İsrail Akdeniz'de başka arayışlara girdi ve Rum yönetimi ile temasa geçti. Aynı şekilde Rumlar da Türkiye'nin arasının gerildiği Suriye ve İsrail ile temaslara geçti. Özellikle Rum tarafında yaşanan krizler Hristofyas'ı yeni arayışlara itti. Bu petrol arama girşimi bu gelişmelerin sonucu. Yani Türkiye karşıtı bir uluslararası girişim.
Petrol bulunması elbette Rumları ekonomik olarak rahatlatacak. Bu uzlaşmamak için Rumların elinin daha fazla güçlenmesi demek. Fakat diğer taraftan, o petrolü Avrupa'ya ulaştırmak için bize ve Türkiye'ye ihtiyaçları var. Yani petrolün yaratacağı zenginlik ancak anlaşma ile mümkün olabilir.
Allahtan rahmet dilerim, Türk milletinin başı sağolsun. Denktaş Kıbrıs Türk toplumunun çıkardığı ve uluslararası toplumda kendisine yer edinmiş karizmatik bir liderdir. Kendisiyle 18 yıllık başbakanlığım sırasında beraber çok çalıştık. Nisan 2010 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beni desteklemişti.
Biz Mart 2010 için son tarih dedik. Eğer Mart olmazsa 2011'in son ayı bu işi bitirmeliyiz dedik. Yine uzattılar. Rum tarafı Temmuz'da AB dönem başkanı olacak. Bizim Türkiye'nin tanımadığı bir ülke ile görüşmemizin bir anlamı yok. Bu yüzden Temmuz'a kadar bir çözüm olacak ya da B planı devreye girecek. Burada Genel Sekreter'in tavrı belirleyici olacaktır.
Eğer çözüm olmazsa bir rapor yazacak. O raporda ne yazacağı önemli olacak. Ben orta yolcu bir rapor hazırlayacağını düşünüyorum. Ben BM'nin Temmuz'a kadar çözümü zorlayacağını düşünüyorum.
Maalesef hayır. En büyük sıkıntımız da bu. Özellikle AB, AB içindeki Fransa gibi güçlü ülkeler hem Rum tarafını tek başına üye yaparak hem de Annan Planı'ndan sonra kaldırma sözü verdikleri ambargoları kaldırmayarak, sorunun çözümsüzlüğüne katkı sunmuş oldular.
Eğer Kıbrıs sorununa BM karışmasaydı, sorun çoktan çözülmüştü. BM'nin 4 Mart 1964'te aldığı 186 sayılı karar yani Kıbrıs'a barış gücü gelmesi ile sorun daha çetrefil hale geldi. BM güçleri geçici olarak geldi hâlâ adadalar. İkinci sorumlu AB. AB, tek bacaklı Kıbrıs'ı üye yaptı. Rumların uzlaşmazlığını körükledi. Rumlar BM'nin kapsamlı çözüm planını reddettiler. Annan Planı'nı istemediler. Hâlbuki plan, Rumlar lehine unsurlar içeriyordu.
Evet. Daha önce söylediğim gibi iyi ki Türkiye var. Elbette Türkiye'nin gücünün yükselmesini dengelemek isteyen bazı aktörler, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğü besleyen bir tavır sergiliyorlar.
Gambari süreci dikkat çekicidir. Türk tarafı, 2004 Annan Planı'na 'evet' demiş olmasına, Rumlar da 'hayır' diyen taraf olmalarına rağmen ne yazık ki durum Rumların istedikleri yönde gelişmiştir. Sayın Talat'ın müzakereleri yeniden başlatırken izlediği bu tutum akademik çevrelerce de sorgulanmıştır.