|

Darbecilik ülkeye ihanettir

"Ülkeye ihanetin en ağırı da darbeciliktir" diyor USAK Başkanı Doç. Dr. Sedet Laçiner ve ekliyor; 27 Mayıs'ı yapanlar demokratik kılıf altında darbeyi süreklileştirip, kalıcı hale getirdiler. Laçiner son dönemde yaşananları ise "Normalleşme sancıları" olarak tanımlıyor

Murat Aksoy
00:00 - 28/12/2009 Pazartesi
Güncelleme: 22:23 - 27/12/2009 Pazar
Yeni Şafak
Darbecilik  ülkeye ihanettir
Darbecilik ülkeye ihanettir

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast kuşkusu ile başlayan süreç yeni boyut kazandı ve Türkiye tarihinde bir ilk yaşandı. Sivil savcılar askeri karargaha girip iki gece üst üste arama yaptılar. Perşembe sabahı KCK'ya yönelik yapılan operasyonu konuşmak için buluştuğumuz Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner ile operasyonu da konuştuk ama esas konuşma askerler üzerine oldu.



En son gelişmeden başlayalım. Sivil savcıların askeri bir alanda peş peşe yaptığı aramaları nasıl okumalıyız?

Eğer bu olay Bülent Arınç'ın değil de başka birinin başına gelseydi, herhalde durum farklı olurdu. Arınç olayı doğru anlıyor ve olması gereken yetkilerini biliyor. Devleti kurtarmak için alttan alalım düşüncesinde değil. Aksine devletin kurtarılması için alttan almamak gerektiğini düşünüyor. Kopan patırtının nedeni bu kez, tokat yiyen diğer yanağını çevirmedi.Aslında fotoğrafa daha büyük bakmakta yarar var.

Peki daha büyük resimde ne oluyor?

Türkiye'de son yıllarda yaşanan değişime herkes sadece demokratikleşmenin sancıları olarak bakıyor, ama gerçek resim bence çok daha geniş. Yaşananları sadece demokratikleşmeye indirgemek haksızlık ve yanlış olur. Dünya çok değişti ve farklı bir safhaya geçti. Dünyada şu anda yaşananları Fransız Devrimi öncesi ve sonrasına benzetebilirsiniz. O kadar önemli. Bizde bu değişimi anlamak yerine hâlâ Fransız Devrimi döneminin milliyetçiliğini yakalamaya çalışanlar var. Oysa o dünya biteli ve yeni dünyalar kurulalı çok oluyor.

Türkiye nerede bu değişimde?

Türkiye de çok değişti. Türkiye bugün küreselleşen dünyanın 17. büyük ekonomisi. Ekonomi siyaseti belirler. Marx kadar determinist söylemeyeceğim ama ekonomi alt yapıdır ve üst yapı olan siyaseti kesinlikle etkiler. Eğer dünyanın 17. büyük ekonomi iseniz dünyadaki gelişmelerin dışında kalırız diyemezsiniz. Değişime direnirseniz onun altında silindir gibi ezilir gidersiniz. Türkiye eski dünyanın kurumları ve yapısı ile yeni dünyaya geldi. Ve işin kötüsü zamanında o eski dünyanın yapılarını bile sağlıklı kurumsallaştırıp işletememiş bir ülke. 27 Mayıs Darbesi Türkiye'de siyasi yapıyı ve devlet kurumlarını allak bullak etti. Bugün yaşananları ise sadece demokratikleşme ile açıklamak mümkün değildir. Aslında yaşanan, şartların ve dünya gerçeklerinin dayattığı bir normalleşme sürecidir. Ve bu süreçte Türkiye'deki bazı kurumların mevcut halleri ile yaşama şansı yoktur.

DEĞİŞİMİ ZORLAYAN ŞARTLAR

Hangi kurumlar?

Mesela yargı, bu kadar siyasallaşma ile yaşaması mümkün değil. Keza güvenlik güçleri, yeniden yapılanmak zorundalar. Bu halleri ile hem kendilerine hem de Türkiye'ye zarar veriyorlar.

Güvenlik güçleri derken...

Silahlı Kuvvetler, Jandarma, Milli İstihbarat, Emniyet. Sadece biri değil, hepsi değişmek zorunda. Yaşanan süreçte güvenlik güçleri ile ilgili ortaya çıkan sorunları AK Parti hükümeti ile ilişkilerine bağlamak yanlış olur. Sebep bir parti veya kişiler değil, yapısal değişimlerdir. Bugün bazılarının çok hayal ettiği gibi bir darbe olsa bile, ister sağ olsun, ister sol olsun gelecek olan yeni hükümetlerde de bu kurumlarla sorun yaşanmaya devam edecektir.

Neden böyle kavga görüntüsü ortaya çıkıyor?

Bu kurumlar gerçek anlamda bir değişim sürecine girmek, kendilerini dönüştürmek yerine kendilerine karşı bir savaş açılmış gibi davranıyorlar ve bu işin müsebbibi birkaç kişi ya da partiymiş gibi davranıyorlar. İlgisi yok. Onları değişime zorlayan hükümet değil, şartlar. Bugün farklı bir sözünüz varsa ayakta durabilirsiniz. Hatta bugün sadece bu kurumlar değil, AK Parti'nin bile bu değişimin çarklarında ayakta kalmakta zorlandığı anlar oluyor. Mesela Başbakan Erdoğan. Eski Erdoğan olmaktan yeni Erdoğan olmaya doğru bir dönüşüm sancısı yaşıyor. Zaman zaman zorlanıyor. AK Parti de ezilmemek için dönüşerek ayakta kalmaya çalışıyor. Bu değişim süreci başkalarının dikte ettirdiği değil, koşulların getirdiği bir zorunluluk. Herkes kendine çeki-düzen verecek. Yoksa yok olacak ve ye-rine başkası gelecek. Unutmayın hiçbir kurum sonsuza kadar ayakta kalmadı. Ortada ne Roma, ne Selçuklu ne de Osmanlı İmparatorluğu var. Türkiye'de yaşanan ve zaman zaman kurumlararası çatışma vs. denen sorun aslında yeni düzene adapte olma sorunlarıdır.

ASKERİN ŞEREFİ SADAKATİDİR

Bu kadar gürültü olduğuna göre kurumlar bu değişime direniyor sanırım…

Hemen her kurumda var. Silahlı Kuvvetler'de de bir direnç var. Olmaması da mümkün değil. 27 Mayıs öncesinde de bu vardı. Osmanlı'da da vardı. Bu ülkede darbe yapmak, normal sınırların dışına çıkmak adettir. Osmanlı'da başlamış bir adettir. Kendi padişahını öldürecek, tahttan indirecek kadar gelenekleşmiş bir kültürdür darbe.

O zaman darbe geleneğimizde bir sürelilik mi var?

Evet. Nedendir bu biliyor musunuz? Çok konuşulan bir şey değildir ama bir askerin şerefi devletine olan sadakatidir. Devletin şekli ne olursa olsun. İmparatorluksa padişah, cumhuriyetse cumhurbaşkanı, başbakan, meclis vs. Eğer siz bunlara ihanet ediyorsanız, bunlara sadık değilseniz, şerefli değilsiniz demektir. Bu açıdan darbe askerliğin en temel kuralına ihanettir ve askerlik şerefi ile bağdaşmaz. 27 Mayıs darbesinden sonra ABD'nin Büyükelçisi şöyle diyor: "Türk ordusu cumhuriyete ihanet etti, onun kurallarına sadık kalamadı. Bundan sonrası artık dikiş tutmaz ve darbeler devam eder". O yüzden kendi komutanına, başkomutanına cumhurbaşkanına ihanet edene güvenilmez. Birisi hainse haindir. Ülkeye ihanetin en ağırı da darbeciliktir. Bir ordu darbe yapıyorsa, aslında o kişiler gerçek asker değildir. Onun alınıp çöpe atılması gerekir. İkinci Mahmut'un yapmak istediği buydu. Darbeci olanı (Yeniçeri) tasfiye etti, yerine sadık olanını (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) kurmaya çalıştı.

Sık sık 27 Mayıs vurgusu yaptınız. Neden önemli 27 Mayıs?

Çünkü bu darbeyi yapanlar başarılı olmuş ve kendi kurumsallaşmalarını sağlayacak olan başta anayasa olmak üzere, yeni kurumlar ihdas etmişlerdir. Anayasa, yasa ve kurumlar darbeyi sürekli hale getirmiştir. Deniyor ya, "Türk ordusu demokratiktir, darbe yapar ama ardından hemen seçimlere gider" diye, aslında bu büyük bir şehir efsanesidir, doğru değildir. Türk ordusu demokratik kılıf altında darbeyi süreklileştirmiş, kalıcı hale getirmiş bir ordudur. Bunu da fiili olarak bazı ilke-lerle sağlamlaştırmıştır. Mesela temel güvenlik meseleleri, yani iç ve dış güvenlik alanına siviller sokulmayacaktır. Temel ilkelerden biri budur. 1960'lar boyunca sivillere nerede durmaları gerektiği terbiye edilerek öğretilmiştir. 1971, 1980, 28 Şubat, 27 Nisan bunlar hep görünen darbeler ve müdahalelerdir. Bunların dışında görünmeyen küçük muhtıralar, uyarılar, şekil vermeler vardır. Darbenin sürekli hale gelmesinin en somut sonucu iktidarın paylaşılması olmuş ve asıl iktidar hep askerde olmuştur. Baraj, yol, su gibi 'tali' işler sivillere, stratejik konular ise askerin iktidar alanına alınmıştır. Oysa iktidar paylaşılmaz. Paylaşılan iktidara iktidar denmez.

İktidarın askerde olmasının fiili sonuçları nelerdir?

Çoğu zaman kendilerini yasaların üstünde görmüşlerdir. İstedikleri yasaları yaptırmışlardır. Bu ise ordunun üzerindeki gözetimi sona erdirmiştir. Orduda ne olup-bittiğini kimse bilememiştir. Gözetim olmayınca denetim de olmuyor. Yani askerlerin yaptıkları yasalara uygun mu, değil mi soramıyorsunuz. Denetimi yapıyor, ama kendisi denetliyor. Bunun sonucu olarak seçilmişler tarafından sevk ve idare de yapılamamaktadır. Bu tabloya bakıldığında ordu, devlet içinde bir devlet, adeta özerk bir yapı haline gelmiş ve asıl iktidarın sahibi olan paralel bir iktidar oluşmuştur. Bu yapı, MİT ve Emniyet'i de şekillendirmiştir.

O zaman son dönemdeki asker-sivil gerilimleri daha anlaşılıyor…

AK Parti hükümeti kendini iktidarın sahibi olarak görmek istiyor, ama bazı konulara el atınca zorluklarla karşılaşıyorlar. AK Parti'nin şöyle bir eksiği var, adım atıyor devamını getiremiyor. Geri çekiliyor. Bu iyi bir şey değil. Bu açıdan 2002 yılından itibaren Türkiye'de neredeyse süreklileşmiş bir darbe girişimi var veya darbeye kışkırtma girişimleri var. Bunun kaynağı sadece ordu değil, ordunun iktidarının yarattığı çıkar gruplarıdır. Ne yazık ki, bu tür yapıların AK Parti içinde de uzantıları var, sanayide, medyada, yargının içinde de var. Bunlar direniyorlar. Çünkü bu pozisyonları onlara rant sağlıyor. Hükümetin bu süreçte kararlı olması ve emin adımlar atması gerekiyor. İki adım ileri sonra bir adım geri, sorunları daha çetrefilli bir hale getiriyor.


KCK nedir ve yapılan operasyonların amacı nedir?

KCK'nın bir iddia olduğu söyleniyor. KCK bir iddia değil. KCK, PKK kongresinde alınmış bir kararla kurulmuş bir yapılanma. Ve şehirdeki PKK demek. PKK bu haliyle işlevinin bittiğini biliyor. 1999'da Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesiyle PKK'nın terör yapılanmasına verilen uluslararası destek büyük oranda sona ermiştir. Desteğin çekilmesi, terörün bitmesi anlamına gelmez. İşlevini yitirdi, Türkiye'nin AB müzakerelerine başlaması, demokratikleşme süreci, nispeten hızlı ekonomik kalkınma PKK'nın kullanacağı alanları önemli oranda azalttı. İdeolojik çökme başladı. PKK da kendi varlığını mevcut hali ile koruyamayacağını biliyor. İşte KCK, PKK'nın şehir formatına dönüşme çabasıdır. Ama KCK'nın şöyle bir zaafı var; silahsız siyaset yapmayı bilmiyorlar. Böyle bir kabiliyetleri ne yazık ki yok.

Yani KCK silahlı bir örgüt mü?

Tabii. Silah olmadan yapamıyor. İstanbul'da araç yakmalar KCK eylemleri. KCK tipik bir terör örgütüdür. Korkuyla siyasi güç elde etme peşindedir. KCK yoluyla sivil görevliler doğrudan PKK'ya bağlanıyor, oradan emir alıyor, hatta orası tarafından atanıyor. KCK'nın yöneticilerinin tamamı eli silahlı PKK liderleridir.

Tutuklananlar arasında belediye başkanları da var. Bu insanlar nasıl örgüt üyesi olabilir?

4. dalga aslında seçim öncesindeki hazırlıklara göre yapıldı. Seçimlerden önce yapılan takipler gösterdi ki KCK pek çok adayı belirledi, adaylardan bir kısmı da doğrudan bu yapılanmanın üyesiydi. Bu operasyon seçimlerden önce yapılamayınca bu kişilerin bir kısmı belediye başkanı seçildi. Seçilmiş kişilerin tutuklanması elbette hoş değil, fakat bugün Güneydoğu'da PKK'nın onayı olmaksızın DTP'nin hiçbir konuda kıpırdaması mümkün değildir. Bir anlamda siyaset eli silahlı kişilerin tekelindedir. Bu arada en son operasyonda ciddi hataların yapıldığını da belirtmeliyim. Ne yazık ki polis de öze zarar verecek pek çok usul hataları ve zamanlama hataları yapıyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor.

DAHA ÖNCE YAPILABİLİRDİ

Son yapılan operasyonların zamanlaması tartışılıyor. Bu operas-yonlar demokratik açılama zarar verdi mi?

Bu son operasyonların öncesi var. Bundan önce 3 operasyon daha yapıldı ve bunlar demokratik açılım sürecinden hemen öncedir. Eğer öyle bir etkisi olsa idi hükümet bu süreci başlat(a)mazdı. Ben demokratik açılımın bu aşamada çökmüş olduğunu düşünüyorum. Nedeni de en son KCK operasyonlarının daha önce yapılamamasıdır. Demokratik açılım herkesin her istediğini yapacağı bir ortam değildir. Demokratik açılım, siyasetin üstünden şiddetin kalkmasıdır. Hem devlet şiddetinin, hem de örgüt şiddetinin. Sadece devletin şiddete son vermesi ile iş bitmiyor. PKK'nın da şiddeti siyasetin üstünden çekmesi lazım. KCK operasyonu, PKK'nın sivil toplumu işgal etme çabasının engellenmesidir. Bakın bütün demokratik açılım süreci DTP'nin iyi niyeti üzerine inşa edildi. DTP bu sürece destek verir diye düşünülerek partner algılandı. Ama DTP, PKK işgali altına girdi ve "benim bir iradem yok" açıklaması yapıldı. Bunu yaptıran DTP içine yerleştirilen KCK'dır. DTP'nin yerini alan BDP'den de bu haliyle farklı bir siyaset beklemek hayalcilik olur. Eğer yeni dönemde BDP siyasi partner olacaksa onun KCK tarafından işgaline izin vermeyeceksiniz.

KCK operasyonu yapıldı ve başarılı oldu diyelim, bitecek mi terör?

Hayır, aynı anda kırsalda da bir şeyler yapılması lazım. Bu konuda benim ısrarla vurguladığım bir şey var: Kırsalda terörle mücadele konusunda yanlış strateji izliyoruz. Bizde 'alan hâkimiyeti' doktrini geçerli. Bunu sağlarken de asker kaybımız çok fazla oluyor. Yapılması gereken terörle mücadelede özel birlikler oluşturup nokta operasyonları yapılması. Hükümet kolluk güçlerinden şikâyetçi, ama gerekli adımları atmıyor. Hükümetin, kolluk güçleri, asker ve istihbarat alanına müdahale etmeden demokratik açılım konusunda da ilerleme şansı yoktur. Silahların gölgesinde açılım olmaz. Bu arada demokratik açılım eğer duraksadıysa bunu yapan DTP'dir. Emine Ayna çıktı gülerek; "Demokratik açılım bitti arkadaşlar" dedi. Çözüm isteyen bir milletvekili böyle mi der, yoksa "Hayır bitmedi, bitmemeli" mi der. İkincisini demesi lazım değil mi?

SİVİL SİYASETE İHTİYAÇ VAR

Yeni parti BDP için umut yok mu?

KCK doğru bir operasyondur. KCK operasyonları deliller üzerinden giderse, aşırıya kaçarak suçsuz insanlar gözaltına alınmadan devam edebilirse BDP, PKK'dan, kurtarılabilir. Diğer sivil yapılar da kurtulabilir. Hatta PKK yol ve yöntem değiştirmeye, meşru sahaya yönelmeye zorlanabilir. O zaman açılım daha hızlı ilerleyebilir.

Bu operasyonların siyaseti devreden çıkarma riski yok mu?

Bazıları "parti kapatıldı, belediye başkanları içeri alındı. Kürtlerin tüm temsilcileri içeri alınınca tek muhatap İmralı olacak" diyorlar. Sanki şu anda PKK dışında muhatap mı var? Allah aşkına şu anda siyaset mi devrede? Siz DTP'nin veya BDP'nin PKK'dan bağımsız olduğunu mu düşünüyorsunuz? Madem öyleydi de neden DTP çıkıp "ben iradesizim, hiçim, beni yok sayın" tarzı açıklamalar yaptı. İradesiz siyaset olur mu? Kendimizi kandırma-yalım, ortada devreden çıkma riski olan hiçbir Kürtçü siyaset yoktur. Eğer açılım başarılı olabilir de Kürt ve Kürtçü siyasette bir parça çoğulculuk gelişebilirse işte o zaman siyaset devreye giriyor demektir.

Peki parti ideolojik olarak kurtarılabilir mi?

İdeolojiyle sorunumuz yok. Bakın Türkiye'nin şunu yapabilmesi lazım. Bir parti Kürtçülük yapabilir, ayrılmayı bile savunabilir, savunabilmelidir. Şiddet kullanmadığı sürece bu tür siyasi taleplerin dahi önü açılabilmelidir. Her türlü fikir Meclis'e de gelebilmelidir. Bunlardan korkmamak lazım. Bakın DTP şu anda en güçlü döneminde, ama terör zoruyla oy alabildiği, kutuplaşmanın zirve yaptığı bugünlerde bile ancak 21 milletvekili çıkarabildi. Hadi birkaç tane daha ekleyin, işte o kadar. Şiddet olmadığı sürece bölücü Kürtçülüğün temeli sınırlıdır. Eğer devlet vahim hatalar yapmasaydı bu bile onlar için hayaldi. Bu nedenle şiddetten arınmış bir bölücü siyasetin dahi Türkiye'ye ciddi bir zararı yoktur, aksine boşalım ve rahatlama sağlayabilir. Türkiye bunu öğreniyor. Dikkat ederseniz DTP'nin kapatılması da Kürtçülük yapmaktan ziyade şiddet ve terördür. Devlet PKK'ya elinden silahları bırak, gel ne söylüyorsan söylemeye devam et diyor.


Son dönemde birçok açılım söz konusu ve aynı anda yapılmaya çalışılıyor. Doğru mu yapıyor hükümet?

Türkiye'nin yüz tane sorunu yok. Bu kadar çok farklı alanlarda açılıma da gerek yok. Bütün bunların tek bir kaynağı var. O sorunu çözdüğünüzde diğer sorunlar kendiliğinden çözülecek.

Nedir o?

Normalleşme. Burada sorun şudur. Normal bir devlet, vatandaşına, etnik kimliğinden, dini/mezhepsel kimliğinden dolayı baskı veya ayrımcılık yapmaz. Normal bir devlet dış politikada saplantılar ve korkular üzerinden siyaset üretmez. Bugün Kürt açılımı, Alevi açılımı vs. tartışıyoruz. Ülke normalleşip, demokratikleştikçe bunlar kendiliğinden hallolacaktır.

Zaten bu açılımların hedefi de normalleşme değil mi?

Hükümet bütün açılımlarında yapmak istediklerinde iyi niyetli ve samimi. Hatta fazla iyi niyetli ve samimi bile denebilir. Ama tersten gidiyor hükümet. Önce devlet demokratikleşirse, sorunlar kendiliğinden çözülür. Şu anda AK Parti, Alevilerin sorunlarının çözümü için ne yapması gerektiğini bilmiyor mu? Biliyor. Ama yapabiliyor mu? Sorun bu. Demokratik açılım konusunda, sen Kürt yurttaşların vatandaşlık haklarını tam olarak sağla bakalım neler oluyor.



14 yıl önce